Monthly Archives: Kasım 2020

Ailede Lider

Soru: Şimdi, insanlar karantinayken, liderlik için bilinçaltı bir mücadeleye başlıyorlar. Psikologlar, uzun süredir birlikte olan kişilerin bu şekilde iddialı olmaya çalıştığını söylüyor.

Karantina döneminde ailede kim lider olmalıdır?

Cevap: Virüs. O, yakınlığımızın boyutunu belirlemelidir.

Her şeyin egoizmimize bağlı olduğu konusunda çok net olmalıyız. Virüs, egoizmle birlikte ortaya çıkar ve onunla birlikte yok olur. Bu nedenle bir çift, bu egoizm yani virüs onlardan olabildiğince uzak olacak şekilde davranmaya çalışmalıdır.

Görünürde Bir Aşı Olmadan Tek Tedavi Önleyici Tedbirdir

Facebook Sayfamdan, Michael Laitman 23/10/20

Birleşik Krallık Hükümeti Baş Bilim Danışmanı Patrick Vallance, geçtiğimiz günlerde Londra’daki Ulusal Güvenlik Strateji Komitesine “enfeksiyonu tamamen durduran gerçekten virüsten arındıran bir aşı yapma olasılığımızın düşük olduğunu” söyledi. Bu tahmin ne kadar ürkütücü olsa da, Vallance’ın virüsün etkisini küçümseme ihtimali var. Daha olası senaryo, virüsün insanlardan hayvanlar alemine, bitkilere ve oradan tekrar insanlara yayılacak olmasıdır. Düzenli yöntemler kullanarak onu yenmek imkansız olacaktır. Tek seçeneğimiz yaşam tarzımızda devrim yapmaktır.

Halihazırda, Ulusal Bilimler Akademisi Bildirilerinde yer alan bir raporda, kedi ve köpeklerin yeni Koronavirüs tarafından enfekte olabileceğini ve bunu evcil hayvanlara bulaştıranların insanlar olduğunu doğruluyor. Gerçi şimdiye kadar hayvanların insanları enfekte ettiğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, deneyimler Koronavirüsün her zaman değiştiğini ve yarın evcil hayvanlar aracılığıyla bulaşmayacağından emin olamayız.

Daha da endişe verici olan, Çin’deki Qingdao Sağlık ve Güvenlik Komisyonu, Qingdao limanında pozitif deniz ürünü örneklerinin tespit edildiğini ve mevcut kargoyu boşaltan iki işçinin enfekte olduğunu bildirdi. Evcil hayvanlarımız ve yiyeceklerimiz yoluyla bile bize bulaşabilecek bir virüs için aşı olmadan kendimizi nasıl koruyacağız? Kendimizi virüsten koruyamayız, ancak ortaya çıkmasının nedenini ortadan kaldırabiliriz ve bu da virüsü ortadan kaldıracaktır.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, hayvanlar aleminden insanlara bir dizi virüs geçti. HIV AIDS, Ebola ve SARS sadece birkaç örnektir ve bilim adamları, hayvanların yaşam alanlarını mahvettiğimiz ve onları bize yaklaştırdığımız için, daha pek çoğunun “tüpte” olduğu konusunda uyarıyorlar. Aynı zamanda, yozlaşmış yaşam tarzımızla bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizleri, tanıdık olmayan patojenlere karşı daha savunmasız hale getirdik.

Sağlıklı bir gelecek istiyorsak, yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. İnsanlar, milletler, ırklar ve inançlar arasında sömürü, acımasız rekabet, nefret ve yabancılaşma tavrını sürdüremeyiz. Bu nefret, birbirimize ve dünyaya kötü davranmamızın sebebidir. Hakimiyet mücadelelerimizle, aramızdaki savaşları yaşadığımız dünyaya aktarıyor ve gezegenimizi yok ediyoruz.

Suçlarımızın hiçbir sonucu yokmuş gibi davranamayacak kadar güçlendik. Birbirimizden karşılıklı olarak sorumluyuz. İstesek de istemesek de birbirimize bağımlıyız. Yaptığımız her şey tüm insanlığı etkiliyor. Birbirimiz için düşünmeyi ve endişeyi seçersek, bu tüm dünyayı kurtaracaktır. Nefreti sürdürmeyi seçersek, kendimizi ve herkesi yok ederiz.  Batmak veya yüzme durumundayız ve hepimiz farkında olmadığımız iplerle birbirimize bağlıyız. Başkalarını boğarsak, bu ipler bizi onlarla birlikte aşağı çeker.

İnsanlık Tarihinde Tekrarlanan En Eski Yalan Nedir?

Bu, düşmanımızın dışımızda olduğunu düşünmemizdir.

Düşmanımızın, farklı bir gruba, kabileye, partiye, ırka ait olduğunu veya bir şekilde daha yüksek sosyal tabakadan daha çok tercih edilen, daha zengin, daha zeki, daha çekici veya daha şanslı olduğunu düşünüyoruz.

Ancak, tüm bu “düşmanlar” bizim hayal gücümüzün bir ürünüdür.

Gerçek ve tek düşmanımız dışımızda değil, içimizdedir. Bu, bizim aşırı egoist doğamız, her arzumuzun, düşüncemizin ve eylemimizin arkasındaki işletim sistemidir.

İnsan egosu üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. O içimizde büyür ve kişisel kimliğimizin bir parçası haline gelir ve hiç hissetmediğimiz bir noktaya gelir ve bunu hissetmediğimizden, bunu bir sorun olarak da hissetmeyiz.

Bununla birlikte, egonun, içimizde nasıl işlediğine ve onun üzerine nasıl yükselebileceğimize dair farkındalık kazanamazsak, o zaman sorunları diğer insanlarda (farklı görüşlere sahip olan veya bizimkinden farklı özellikler sergileyen bazı kişileri değiştirmemiz ve hatta yok etmemiz gerekliliği gibi) algılamamıza neden olmaya devam edecektir.

Dışımızda düşmanı algılamaktan hiçbir olumlu sonuç ve kazanan çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü bu yanlış ve eksik bir algıdır.

Bununla birlikte, algımızı değiştirirsek, düşmanı her arzu ve düşüncemizin içinde kurnazca konumlanmış ego olarak algılarsak, yani dışımızda algıladığımızı kendimize fayda sağlamak için kullanma arzusu olarak, o zaman bizi gerçekten zafere götürecek bir savaş (herkes için çok daha iyi bir yaşam) için kendimizi konumlandırırız.

Böyle bir savaşta, bize benzemeyen insanlara, kayıtsız, eleştirel ve hatta nefret duyduğumuz, bizimle aynı takımda duran insanlara ihtiyacımız vardır. O zaman onlara yönelik istemsiz olumsuz dürtülerimizi hissedebilir ve bu dürtülerin üzerinde olumlu bağ kurabiliriz.

Bununla birlikte, öfkeli egonun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmanın daimi amacı, bunun üstesinden gelmek isteyen toplumun tüm üyelerinin oybirliğiyle ön koşullu bir anlaşmayı gerektirir ki tüm bölücü egoist dürtülerin üzerinde birliği hedeflemek, egoizmimize teslim olmaktan daha önemli ve toplum için daha faydalıdır. Bu noktada toplumun tüm üyeleri arasında bir anlaşma olmazsa, o zaman tek bir kişinin, egonun kişisel kazanç taleplerine başkalarının zararına kurban gitmesi yeterlidir ve sonuç olarak herkes düşecektir.

Birbirinden nefret eden insanlar arasında birleşme çabası gerçek olamayacak kadar romantik ve ütopik görünse de anlaşmazlıklarımızdan ne kadar çok gelişir ve acı çekersek, başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını o kadar çok anlayacağız.

Kısacası, egoist farklılıklarımızın üzerinde birleşemezsek, hepimiz kaybederiz.

Bugün, her zamankinden daha fazla, istesek de istemesek de hepimizin herkese bağlı olduğu gezegende, karşılıklı bağımlılığımızın artan baskısına tanık oluyoruz. Birleşmek için herhangi bir eylem yapmadan kendimizi daha da geliştirirsek, o zaman artan miktarda olumsuz fenomenin bizi baskı altına almasını bekleyebiliriz.  Ya farklılıklarımızın üzerinde birleştiğimizi ve o köşeden bir çıkış yolu bulduğumuzu göreceğimiz bir köşeye yönlendirilecek ya da dayanılmaz acılara katlanacağız.

Farklılıklarımızın üzerinde birleşmeye ihtiyaç duyma fikrini desteklemek için, canlı organizmalardan bir örnek alabiliriz: Bir organizma, çok sayıda zıt hücre, organ ve parça, artılar ve eksiler içerir ve hayatta kalması, tüm organizmanın sağlıklı çalışması için tüm parçalarının birbirini tamamlamasını sağlayan kuşatıcı bir sistemik eğilimden kaynaklanır.

Bu nedenle, akşam olmadan sabah, gece olmadan gündüz veya karanlık olmadan ışık olmadığı gibi, dünyaya tek taraflı bakış açımızın üzerine çıkmamız ve tüm farklı nitelikleri ve görüşleri tamamlama zorunluluğunu hissetmemiz akıllıca olacaktır.

Şimdiki şartlara göre, kendimizi egoist kabuklarımızda gittikçe daha fazla köşeye sıkışmış bulunuyoruz, sorunlarımızın kaynağı olarak parmaklarımızla başkalarını işaret ediyoruz. Bu şekilde gelişmeye ne kadar devam edersek, toplumumuz o kadar çok parçalanacak ve hepimiz daha çok acı çekeceğiz. Bu tamamen sürdürülemez bir davranış tarzıdır.

Bu nedenle, hayatımızdaki tek gerçek düşmana- her birimizin iç içe geçmiş insan egosuna- uyanmaya başlamalı ve onun üzerinde birleşmek için oybirliğiyle bir çözüme ulaşmalıyız. Böylesi bir uyanışa giden yolumuzu hızlandırmak için, bütün bölünme biçimlerinin üzerinde birliği övdüğümüz, birbirimizin olumlu bağ kurma hareketlerini desteklediğimiz ve bu süreçte çeşitli görüşleri, ırkları, ulusları ve nitelikleri kucakladığımız yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır.

Bu ortak farkındalık seviyesine ulaşırsak, yepyeni ve uyumlu bir dünya keşfetme yolunda ilerliyor oluruz. Böylece her birimiz o zaman, daha önce hiç hissetmediğimiz, yeni keşfedilmiş mutluluk, sağlık, özgüven ve güvenliği yaşayacağız.

Twitter’da Düşüncelerim / 19 Kasım 2020

Bir atlet ne kadar antrenman yaparsa, o kadar güçlenir, egoyu güçlendirir. Başarılarından her zaman memnundur. Bir Kabalist, egonun üzerine çıkmak için çalışmalar yoluyla egoyu zayıflatmaya çalışır. Egoizm için safha talihsiz görünür, ancak Kabalist için arzu edilen bir safhadır

Bir Kabalist, iyiye olduğu kadar kötüye de sevinir. Ancak bu onun bir mazoşist olduğu anlamına gelmez çünkü bir Kabalist acıyı kendine değil, sadece Yaradan tarafından yaratılan egoizme atfeder. Egoizmi haz alma arzusu olarak değil, Yaradan’dan gelen bir güç olarak algılar.

Doğada birinin diğerini nasıl yediğini görüyoruz – çünkü birbirimize egoist davranıyoruz. Egomuzla, doğanın diğer tüm derecelerini etkiliyoruz – duran, bitkisel ve hayvan. Ego arzusunu düzelttiğimizde, kurt kuzuyla barış içinde yaşayacak, kimse kimseye saldırmayacak.

Birlik, virüse karşı kesin bir çaredir. Ortak, küresel, integral doğaya benzediğimiz için, tüm sorunlara karşı sağlıklı bir araçtır. Bu şekilde birleşerek, yaşamımızın tüm sistemlerini doğru bir şekilde düzenleyecek olan doğanın genel gücüne daha fazla bağlanıyoruz.

Bir Kabalist, hayvan bedenine bir araştırmacı olarak bakar. Hayvanda alma kuvveti, egoizm ifşa olur, ancak bir Kabalist ihsan etme gücünün kendisinde ifşa olmasını ister. Kendini tamamen tarafsız bir araştırmacı olarak hisseder, almaya ya da ihsan etmeye ait değil.

“Hayatın Amacı Nedir?” (Quora)

Hayatın amacı, doğanın bizim için hazırladığı en yüksek ve en yüce duruma ulaşmaktır: Doğuştan gelen egoist benliklerimizin üzerine çıkmak ve doğanın tüm seviyelerinde neden var olduğumuza dair- cansız, bitkisel, hayvansal ve insan- net bir anlayış, algı ve his kazanmaktır.

Dahası, matematiksel yasaları, kedilere kanıtlayamadığımız gibi, hayatın amacı da kimseye zorlanamaz veya gösterilemez. Bunun yerine, her insanın kendisi için hayatın amacını keşfetmesi gerekir: tam bir vizyon ve gerçeklik hissi kazanana kadar, kendisini algılama ve hislerde yükseltmek.

Doğuştan gelen egoist doğamızın üzerindeki yükseliş, doğanın bütünlüğünün keşfi, insan olmanın tam anlamıdır. İbranice’de “insan” kelimesi, “Adameh le Elyon” (“en yükseğe benzer”) ifadesinden kaynaklanan “Adam”dır. Bu, dar egoist algımızın üzerine çıkıp gerçeklik algısını bütünüyle edinirsek, kelimenin tam anlamıyla “insan” olma rolümüzü yerine getirdiğimiz anlamına gelir.

Egoizmimiz, temel hayatta kalma ihtiyaçlarından – yiyecek, seks, aile ve barınak – başka bir şey talep etmeyen küçük bir haz alma arzusundan, sayısız sosyal bağlantıdan -para, servet, onur, saygı, şöhret, kontrol, güç ve bilgi- tatmin gerektiren daha büyük bir egoya doğru,  birçok nesil boyunca gelişmekte ve büyümektedir.

Çağımızda, egoist gelişimimizin çıkmaz bir noktaya ulaştığına tanık olduğumuz yani egoist arayışlardan tatmin olmanın gittikçe zorlaştığını hissettiğimiz, aynı zamanda toplumda bol miktarda olumsuz tutuma yol açan benzersiz bir geçiş noktasına ulaştık. İnsanlar, birbirleri üzerindeki tatminsizliklerini gittikçe daha fazla ortaya çıkararak, toplum genelinde kutuplaşmaya ve nefretin artmasına neden oluyorlar.

Günümüzün aşırı şişmiş egoizmi, bu nedenle, birbirimizle ve doğa ile dengeli ilişkiler kurabilmemiz için karşıt, pozitif ve özgecil bir güç çekme ihtiyacına işaret etmektedir.

Hem doğuştan gelen egoizmimiz hem de pozitif özgecil gücümüz doğadan kaynaklanır ve hayatın amacı, doğayla denge ve uyum içinde yaşayalım diye, doğanın pozitif özgecil gücünü egoist gücümüzün üzerine çekmek için kendimizi adamamızdır.

Twitter’da Düşüncelerim / 18 Kasım 2020

Yaradan’ın ifşasına ulaşan bir onluda olacak kadar şanslı olan bir kişi, O’na haz verir. Onlu Yaradan’ın ifşasını herkese ileten bir kanaldır. Onludaki dostlar Yaradan’a bağlanmak ve O’nun ifşasını tüm yaradılışa aktarmak ister.

Kişi kendi başına bir düşüşten çıkamaz – ancak başkaları bir örnek oluşturup onu uyandırırsa çıkar. Bu doğru yükseliş olacaktır, egoizm dolayısıyla değil. Bir dost yükselmeme yardım ediyor ve ben de dosta ediyorum, yani birliğin kuvvetlerinin işlediği grupta çalışıyorum. Bu manevi bir eylem olacaktır.

Ben aşağıdayım ve dostlar yukarıda. Bir iple birbirine bağlanmış dağcılar gibi birbirimizi böyle yukarı kaldırıyoruz. Onlunun önünde kendimi iptal ediyorum, herkesten daha küçük olduğumu hissetmeye çalışıyorum ve bu sayede ondan kuvvetler alıyorum. Dostlardan aldığım bu kuvvetlerle onlara yardım ediyorum.

Derse bilgi biriktirmek için değil, yeni, ek birliği edinmek için geliyoruz. Ders, “Şiur”; “ölçü” anlamına gelir – birbirimizle daha da güçlü bir şekilde bağ kurabileceğimiz ölçüde.

Kendimi gruba iptal ederek, ondan beni etkileyen ve uyandıran üst gücü alırım.. Ben herkesin altındaydım, ama şimdi gruptan aldığım güçle diğer herkesi etkiliyor, onlar için Yaradan gibi oluyorum. Önce Malhut olarak dostlarımdan aldım ve şimdi onlara Keter olarak ihsan ediyorum.

Egoda hoş olarak hissedilmeyen safha, ne kadar zor olursa o kadar iyidir. Bu, eylemde herhangi bir ego motivasyonum olmadığı ve egoizme karşı çalıştığım anlamına gelir. Ardından, egoizmimin direnişine rağmen Yaradan’ın O’na yaklaşma talimatını gerçekten yerine getiririm.

Yaradan’ın ifşası, en alt safhadan “toz” dan gelir, yazıldığı gibi: “Sen tozdan geldin ve toza döneceksin.” Maneviyata olan tüm ilgimizi, tüm arzu ve tatlarımızı kaybederek daima toz safhasına düşeriz. Ve bu tozdan yükselmeliyiz “Bir kişi dostuna yardım edecek”

Haz alma arzusuna karşı bir eylemde bulunabildiğimde, bir emrin sevinci daha büyüktür. Küçük bir başarı olabilir ama en önemlisi, birlik açısından yapılacak olmasıdır. Tek ihtiyacım olan dostlarla birlik ve ders: bunlar Yaradan’a yaklaşmanın iki aracı.

Pistonun ilk yuvarlanmasında, onluda boğulurum ve oradan arkadaşların arzularını çekerim. İkinci yuvarlamada bu arzuları Yaradan’a yükseltirim. Bu yükseliş MAN’dır, herkes için talep ederim ve yukarıdan bir güç alırım. Bu güçle aşağı inerim ve dostlara iletirim – onlardan yeni bir arzu alırım ve MAN’ı yükseltirim.

Her insan onlunun en küçüğü ve en büyüğü olmalıdır. Ondaki herkes bu şekilde çalışırsa, on silindirli bir motor alacağız – bunun ne kadar güçlü olduğunu bir düşünün! Tüm pistonlar, biz ölçüyü aşırı doldurana ve Yaradan içeride ifşa olana kadar ortak hacmimizi pompalar.

Ben her zaman yükseliyorum ve düşüyorum: MAN – MAD. Grupta her biri, silindirimizin her onlusu böyle çalışıyor. Dostların arzularını absorbe ederek onları Yaradan’a yaklaştırmak istiyorum. O’ndan güçler, dolumlar, ifşalar alıyorum ve bunu dostlara iletiyorum.

 

“Bir Belirsizlik Gerçeği” (Medium)

Tüm dünyada ülkeler Covid-19’un ikinci dalgasının bedelini hissediyor. Enfeksiyonlar artıyor ve şehirler ve ülkeler, tecrit emirlerini eski haline getiriyor. Bu noktada en yaygın duygular, belirsizlik ve umutsuzluk gibi görünüyor. İlk dalgada, birkaç hafta evde kalacağımızı ve Koronavirüs kabusundan uyanacağımızı düşündük. Şimdi, ikinci dalgada, onun gitmediğini anlamaya başlıyoruz.

Tüm doğa, unsurları birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olan bütünsel bir sistem olarak işlev görürken, gerçek tam tersi olduğunda, insanlığın geri kalanından ve doğanın geri kalanından ayrı ayrı varlıklarmışız gibi hareket ederiz. Ve böyle hissettiğimiz için de evimizi mahvediyoruz.

Bundan kaçınmanın tek yolu (umarım) insanlarla temastan kaçınmaktır, ama bunu ne kadar daha yapabiliriz? Sonuçta bizler sosyal varlıklarız ve diğer insanların arkadaşlığı, bizim için varoluşsal bir ihtiyaçtır. Evlerimizde kilitli kalmaktan dolayı boğulma ile virüsten boğulma arasında seçim yapmak zorunda kalıyoruz gibi görünüyor. Bunun da ötesinde, dışarı çıkıp başkalarının arkadaşlığından haz almayı seçenler ile içeride kalıp, kendilerini ve sevdiklerini korumak isteyenler arasındaki gerilim, toplumda zaten artan gerilimlere katkıda bulunuyor. En hafif tabirle, böyle bir durumda toplum için gidişat iyi değildir.

Bununla birlikte, yakalamaktan bir çıkış yolu vardır. Denemeye istekli değiliz, ama bir çıkış yolu var. Doğa ile çatışmamız bize bu virüsü getirdiğinden, çatışmayı bitirmek virüsü ortadan kaldırmanın yoludur.

Doğa ile ilgili diziler izlemeyi severim. Hayvanların nasıl davrandıklarına baktığınızda, tüm yaşamları diğer hayvanları yemek veya onları yemek isteyen diğer hayvanlardan kaçmak etrafında dönse de, mükemmel bir denge olduğunu görürsünüz. Aralarında nefret yok; doğanın mükemmel bir uyum içinde çalışmasını ve yaşamın gelişmesini sağlayan doğal bir mekanizma vardır.

Ancak insanlar dengeden yoksundur. Çok yiyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri biriktiriyoruz, mükemmel güzel şeyleri atıyoruz ve gezegeni kirletiyoruz. Dünyanın yarısı fazla kilolu iken, diğer yarısı açlık çekiyor.

Ve hepsinden kötüsü, birbirimizi öldürüyoruz, birbirimizi taciz ediyoruz, birbirimize eziyet ediyoruz ve diğer insanları aşağılamaktan zevk alıyoruz. Bizler nefret dolu varlıklarız, doğanın tamamında tek nefret dolu varlıklarız. Ve bunda, doğayla ters bir çatışma içindeyiz.

Koronavirüs bizi daha sorumlu davranmaya zorluyor. Bizi ayrı kalmaya, tüketimimizi kısıtlamaya, sömürümüzü sınırlamaya ve gezegene verdiğimiz zararları azaltmaya zorluyor. Bu zararları, gönüllü olarak yapmayı bıraksaydık, bizi sınırlandırmak için virüse ihtiyacımız olmazdı. Virüsün en baştan ortaya çıkmasına engel olacak şekilde, kendimizi sınırlandırırdık.

Bir düşünün, virüsü yenmek için almamız gereken önlemler, gezegeni kurtarmak ve başkalarının sömürüsünü durdurmak için almamız gereken önlemlerin aynısıdır. Birbirimize ve gezegene karşı davranış şeklimizi değiştirseydik, hiç denemeden virüsü ortadan kaldıracağımız ortaya çıkmaktadır.

Büyük olasılıkla Covid-19’a aşı olmayacak. Biri bulunsa bile, epidemiyologlar, önümüzdeki yıllarda bu virüslerin insanlığı gittikçe daha fazla enfekte ettiğini görmeye mecbur olduğumuz konusunda uyarıyorlar, bu yüzden bununla savaşmak kayıp bir amaçtır. Labirentten çıkmanın tek yolu, tavrımızı sömürücülükten işbirliğine, yabancılaşmadan bağa geçirmektir. Bugün, bu her zamankinden daha nettir.

Bir Dünya Devriminin Eşiğinde

Kişi özünde sadece haz veya acıya çok duyarlı bir alma arzusudurBu nedenle, Yaradan bir anda tüm insanlığı mutlak erdemli olmaya mecbur edebilirdi.

Ancak O, buna anlayış ve farkındalık yoluyla gelmemizi istedi, böylelikle kendimiz O’ndan bizi ihsan etmeve bağa getirmesini talep edebilirdik, biz kendimiz karşılıklı garanti ister ve kendimiz Yaradan’a benzer olmaya çalışırdık.

Bu yüzden bu, çok zaman alır ve çok farklı koşullar gerektirir. Tüm insanlığı yetmiş parçaya, dünyanın yetmiş ulusuna, farklı zamanlara ve her türlü koşula bölmek gerekiyordu. Her şey, her arzu üzerine onun üstünde olan bir his inşa etmek içindir, yani ihsan etme uğruna, alma arzusunun ve ihsan etme arzusunun ne zaman ve ne ölçüde kullanılabileceğini hesaplayabilen bir zihin.

Bu şekilde, kişi, Yaradan’dan ne kadar almanın mümkün olduğunu ayarlayabilir, öyle ki bu sadece ihsan etmek için olan arzuyu ıslah etmek için yeterlidir, bir damla daha fazlasını değil.

Görünen o ki bizler alma arzusunu programlamalıyız böylelikle doğasına aykırı çalışmasına izin veren tüm bu bilgeliği, bilgiyi ve yetenekleri emer ve Yaradan’ın doğasını üst nitelik olarak takdir etmeyi, onu kendi üzerine koymayı, etkilenmeyi ve O’nun gibi davranmayı öğretir.

Yaratılış, ancak çok karmaşık bir süreç yoluyla Yaradan ile denkliğe getirilebilir. Sonuçta, başlangıçta bundan son derece uzaktır, ona tamamen tersidir. Yaradan, alma arzusunu, ihsan etme arzusuna zıt olsun diye yarattı, sonra onu kırdı ve bu arzunun içine minik ihsan kıvılcımları serpiştirdi.

Bu kıvılcımlar da egoizmin kontrolü altındadır. Bu nedenle, kişi tüm egoist arzusunu ve tüm ihsan etme kıvılcımlarını kullanır ve bu sayede başkalarıyla bağ kurar, farklı toplumlar, işler kurar ve birbirinden kar elde etmek ister. Tüm bunlar alma arzusunun içine düşen kıvılcımlar sayesindedir; aksi takdirde arzular izole kalır ve birbirleriyle bağlantı kuramazdı.

Bağlanmaya ve birbirimizden kazanmaya başladığımızda, bunun ne kadar karlı olduğunu anlarız ve daha fazla bağlantı ekleriz. Sonra birdenbire her şey bozulur çünkü böyle devam etmek imkansızdır ve feci bir düşüş yaşanır. Bu kriz yirminci yüzyıl boyunca büyümektedir ve bugün öyle bir noktaya ulaştı ki ekonomik bir düşüşten evrensel bir düşüşe dönüştü.

Bugün, ışığın kıvılcımlarından gelmesi gerçeğine rağmen, bağın kötü olabileceğini anlamaya başlıyoruz. Şimdi işimiz bu bağı iyi bir bağa dönüştürmek. Bu özel bir süreçtir çünkü sadece komşumuzun yararına bağ kurmamızı gerektirir. Bunu yapmak için, üst ışığın kıvılcımlarını alma arzumuzun üzerine çıkarmamız gerekir.

Ortak ruhun parçalanmasından sonra, bugüne kadar, bu kıvılcımlar daha da egoist bir şekilde alma arzusunu oluşturmamıza yardımcı oldu. Ancak şimdi, ışığı çekmek ve alma arzusu yerine ihsan etme arzusunu büyütmek için, bu alma arzusunu alıp kıvılcımların hizmetine sunmalıyız. İhsan etme niyeti, alma olanın üzerinde yükselmelidir bu da mantığın üzerinde inançla çalışmak anlamına gelir. İhsan etme gücü, Bina, bizim tarafımızdan alma gücünün üzerinde değerlenecektir.

Bu, ihsan etme niyetinin egoizmin gücünden daha büyük olması için gerçekleştirmemiz gereken büyük devrimdir ve kırılma sırasında arzuya düşen kıvılcımlar, onlardan kar elde etmek için kıvılcımların başkalarıyla bağ kurmak için kullanıldığı, gelişimi kontrol eden egoizm yerine, gelişimimizi belirlemeye başlayacaktır.

Twitter’da Düşüncelerim / 16 Kasım 2020

Sanki bizler Yaradan’ın yanlış yaptığı şeyi düzeltmek istiyoruz. Yaradan, dünyada adaletsizliği kurmuş gibi görünüyor – dünyanın en başından beri yozlaştığını görüyoruz. İçeriden düzeltmek yerine ıslahı dışarıdan, insanın dışından gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bütün mesele bu.

Yaradan ile aramızdaki birliğe ulaşmalıyız, birliğin gücünü ifşa etmeliyiz ki böylece her bir kişi tüm kalbiyle ve ruhuyla ihsan etmeye hazır olsun. Hakikat derecesine bu şekilde ulaşacağız. Kimin daha çok yaptığını ve kimin daha azını yaptığını saymayacağız- her biri% 100 ihsan edecek ve sonra hakikat hüküm sürecek.

İki koşul vardır: her biri sahip olduğu her şeyi, tüm yeteneklerini ortak birlik için kullanarak ihsan eder. Bir karınca tepesindeki karıncalar gibi birbirimizi tamamlarız. Hakikatin ifşa olması, evreni bir küreye dönüştürür: herkes birbirine dahil olur – ve ihsan etme gücü içlerinde mükemmellik ifşa olur.

Islahla ilgili safhamızın bir sonucu olarak neler olduğunu hepimiz değerlendirmek zorundayız. Koronavirüs, doğanın talepleriyle bağlantılı ıslah olmamış safhamızın bir sonucudur.

Doğruya yaklaşır yaklaşmaz, birbirimizle aşırı çatışmaya gireriz. Kimse kendi doğrusundan, egosundan, fikirlerinden vazgeçmek istemez …

Hiç kimse gerçek doğrunun nerede olduğunu hissetmiyor. Her biri haklı olduğunu düşünüyor, ancak bunun gerçek olduğuna dair hiçbir kanıt yok, bu herkes için aynı.

İnsanlar hakikat yerine şunları kullanır: merhamet, adalet ve barış. Hakikat gizlidir, biz onu saklarız. Hiç kimse hakikati, ortak ruh Adam HaRishon’un integral sistemini sağlamak için herkese ne kadar borçlu olduğumu görmek istemiyor.

Bu, beni sadece başkalarının yararına çalışmaya zorlayacak

Hakikat tam ıslah ile tespit edilebilir. Bu arada, mantık üstü inanca hala ulaşmadık. Dünyada hiçbir anlaşma olmayacak, çünkü sadece hakikat ilkesi doğru dengeye ulaşmamıza izin veriyor …

Dünyamızda Yaradan’ı ifşa etmeden barış duygusuna ulaşamayacağız. Birbirinden nefret eden iki karşıt yarıya bölünmüş bir bölünme, bir dünya savaşına dönüşene kadar daha da kötüleşecek …Sonra dünya, ıslahı edinmek için tarihe yeniden başlayacak.

Hakikate sahip olmadığımızı fakat bunun hayati derecede gerekli olduğunu asıl hakikate ulaştığımız zaman anlayacağız. Hiçbir uzlaşmanın mümkün olmadığını anladığımızda, o zaman toplumdaki bölünmenin, doğanın iki gücünün üzerine, üçüncü güce, mantık üstü inanca yükselmekten başka yapacak hiçbir şeyimiz kalmayacaktır. Bu her iki gücü de birleştirir ve Yaradan budur.

Bedende her parça bir başkasıyla ilgilenir – buna sevgi denir. Bizim için sevgi, kendimizi tatmin etmekten haz almaktır.

“Hayatın Acı Gerçeği Nedir?” (Quora)

Gerçek, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi anladığımız anda sürekli parmaklarımızın arasından kayıp gider.

Gerçek olduğunu düşündüğümüz şeye ulaşmak için çok çaba sarf edebiliriz ve onun yönünde bir hamle yapar yapmaz, daha önce hissettiğimiz gerçeklerdeki tutarsızlıklara dayalı ek derinlik keşfederiz. Böylelikle gerçeği tekrar tekrar aramaya devam ederiz.

İnsani gelişim, sürekli olarak “gerçek” dediğimiz şeye nihai erişime doğru ilerliyor.

Bu gerçek nedir?

Genel olarak ifade etmek gerekirse, hakikat, yaratılışın başlangıç noktasıdır, aramızda herhangi bir ayrım olmaksızın hepimizin bütünüyle doğaya bağlı kaldığı bir durumdur. Dahası, yalnızca o noktayla temas kurarak gerçeğe ulaşırız.

Bu nihai hakikat noktasına ulaşma yolunda birçok aşama vardır ama hepsi eksik ve tamamlanmamıştır.  Bu nedenle, mutlak gerçeğe ulaşabilsek bile, o bizden hala çok uzaktır.

Bu durumda doğa, kişisel çıkar gözetmeksizin, doğanın özgecil sevgi ve ihsan etme niteliği anlamına gelmektedir. Bizler, “insan doğası” dediğimiz, öncelikle kendi çıkarımızı düşündüğümüz, zıt bir egoist alma niteliği içinde doğarız. Bu nedenle, nihai hakikat  noktasına ulaşma yolundaki aşamalar, defalarca egoist niteliğimizin üzerine, daha şefkatli, veren ve seven birine yükselme ve  her seferinde elde ettiğimiz şeyin, sanki bir kara deliğin içine çekilmiş gibi egoizmimizde kaybolduğunu tekrar tekrar  keşfetme aşamalarıdır.

Ayrıca, çevremizi yani bizi etkileyen her şeyi güçlendirmeye devam edersek, egoizmimizin üzerine çıkmanın ve daha iyi bağ kurmanın, doğanın niteliği gibi daha anlayışlı ve özgecil olmanın olumlu örneklerini vermeyi sürdürürsek, o zaman kendimizi, o uyumlu nihai hakikat noktasına çok daha hızlı, daha zevkli ve çok daha az ıstırapla “çekmek” için arzumuzu uygulamaya devam ederiz. Bunun yerine çevremizi bizi olumlu yönde etkileyecek şekilde güçlendiremezsek, o zaman hayatımızın yönünü değiştirme ihtiyacını ve orada yolumuza devam etmek için yarattığımız çevreyi uyandırmak için sadece bizi kışkırtmaya yarayan evrimin ağır ezici gücünün, sayısız kriziyle bizi ezip geçmesine izin veririz.