Tora’nın Kapağını Açtığımızda

Laitman_00008Tora her zaman, tüm insanlık içinde en popüler kitap olmuştur. Kişinin manevi gelişiminden ve içsel niteliklerinden söz eder.

Tora’yı tarihsel kişiliklerin hayranlık uyandırıcı biyografisi zanneder, fiziksel konulardan değil ama kişinin içsel durumundan ve tüm insanlığın içsel durumundan söz ettiğinden şüphelenmeyiz. Ancak, bu hikâyeleri ve yazarların ve tarihçilerin hayal ürünlerini bir yana bırakıp ve kitabın gerçekten ne dediğinden söz etmek gereği bize düşüyor.

Adem – Kişiyi Maddesel Olanın Üzerine Yükselten Arzu

İnsan bencil olarak doğar, ilk kere 5775 yıl önce “adam” (Adem) seviyesi yani içsel gelişim seviyesi onun içinde uyanana kadar uzun süreli bir bencil gelişme sürecinden, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerden geçer. Manevi dünyayı fark eden ilk insana Adem denmesi tesadüf değildir.

Kişinin içinde hayatın anlamını, kaynağını, evreni yaratan ve yöneten gücü keşfetmek isteyen yeni seviyede bir arzu uyanır. Bu dünyevi imajlara bürünmemiş saf güçtür.

Kişi, fiziksel yapısı, duyuları, aklı ve kalbi bakımından hayvansal gelişme dönemindedir. Ve birdenbire kendi içindeki “Adem” unsuru, dıştan bakışta ortaya çıkmayan, ek bir arzu ve akıl kişinin içinde ortaya çıkar. Bu kişiyi hayvandan ayıran manevi unsurdur. Bu unsur kişiyi yaradılışla olan ilişki durumundan Yaradan’la ilişki seviyesine, hayatın anlamına yükseltir.

İlk Adem, edinimini Raziel HaMalakh (Raziel Adında Bir Melek) adlı kitapta anlattı. Devamında, öğrencileri, Kayin, Habil ve Şit onun keşfini geliştirdiler. İlk Adem’in onuncu nesilden öğrencilerini temsil eden Nuh’a kadar bu böyle devam etti.

İbrahim – Yaradılışı Yöneten Gücün İlk Aktif Kâşifi

İnsanlık “Babil” koşuluna gelmeden önce, Nuh’tan İbrahim’e kadar on nesil daha geçti, Babil koşulu insanların ilk defa bir grup içinde kenetlenmeye başladığı durumdur. Büyüyen ego gruba, aralarında nasıl çalışacaklarına dair ipuçları vermeye başladı; kişinin kendi içselindeki çatışmaları ve dirençleri ile kişinin başkalarıyla ilişkisindeki çatışmaları ve dirençleri arasındaki yakın ilişkiyi ortaya çıkarmasına yardım etmeye başladı.

Tam bu sırada, antik Babil’de, dini bir rahip olan Terah’ın oğlu İbrahim daha yüksek bir manevi seviye edinmeye yükselmek için arzu duydu. Ondan önceki tüm Kabalistler yaradılışın sırlarının içine pasif olarak girdiler, İbrahim aktif olan ilk kâşiftir, evreni yöneten güce kendisi aktif olarak erişti.

Bu yeni bir seviyedeki erişimdi, egosunun üzerine yükseldi ve onunla aktif olarak çalışmaya başladı. Ego onun içinde öyle bir seviyeye erişti ki, gerçek bir güç olmaya ve onunla işbirliği yapmaya başladı. Babil insanlar arasındaki çekişmeleri, sürtüşmeleri, fikir ayrılıklarını ve dağılmalarını simgeler.

Bu altyapı içinden, İbrahim yaradılışı keşfetme yöntemini oluşturdu. Adem ilk Kabalist olarak kabul ediliyor olsa da evrene ve evreni yöneten güce, Yaradan’a erişme aracı olan bu öğretiyi kuran kişi İbrahim’dir.

Bu gücü inkâr etmek imkânsızdır, çünkü sonuçta, tüm yaradılışın belli bir ilkeye, belli bir programa göre yaratılmış olduğunu görüyoruz. Kendi içinde bağlantılıdır ve anlamadığımız bir formüle göre çok büyük bir sistemin içinde hareket eder.

İbrahim bunu aktif olarak araştırmaya başladı, çünkü onun zamanında toplum egoist hale geldi, doğanın gücüne olan zıtlığı nedeniyle artık toplumun doğayı, Yaradan’ı keşfetmesi imkânsızdı. İbrahim keşiflerini Yaradılışın Kitabı’ında (Sefer Yetzira) yazdı.

Babil’deki Krizin Üstesinden Gelmek

İbrahim tarafından ortaya konulan yönteme göre, kırılıp parçalanma kendini ayrılmış bireyler olarak ifade etti, daha önce tek ve birleşik bir arzuda toplanmış olduğumuz halde şimdi her birimiz daha önce var olan bu genel arzunun belirli bir cephesini temsil ederiz.

Eğer, tek bir arzu yaratmış olan doğanın gücünü erişmek istiyorsak,  bunu ancak aramızdaki bağ ve birliğin derecesini ölçüsünde yapabiliriz. Zıtlıklarımızın ve uyuşmazlıklarımızın ötesinde bağ kurduğumuz ve birleştiğimiz zaman, aramızdaki ayrılığın olumsuz gücünden farklı bir alan yaratırız, bu doğanın tek ve olumlu gücünün alanıdır. Özellikle tam da bu zıtlığın içinden kendi içimizde ve tüm yaradılışta neler olduğunu hissedip anlama imkânı ortaya çıkar.

İbrahim bunu keşfettiği zaman, Babil halkını krizin ötesine yükselmeye çağırdı, çünkü bu kriz toplumun doğaya karşıt oluşunu farkına varmaktan başka bir şey değildi. Aynı zamanda karşıtlıklar da artmaktaydı.

Bu krizin üstesinden gelmenin iki yolu vardı: Ya İbrahim’in yöntemine göre birleşeceklerdi; ya da her bir yöne dağılacaklar ve böylece sürekli olarak düşmanlığı ve nefreti hissetmeyeceklerdi. Bu iki yola göre Babil toplumu ikiye bölündü; birinci bölüm dağıldı ve Dünyanın her yerine yayıldı ve yerleşti ve ikinci bölüm İbrahim’in ardından gitti ve onu İsrail topraklarına kadar izledi.

Tüm nitelikler birbirine bağlı olduğu için, “yer değiştiren kaderini de değiştirir,” (Talmud Yeruşalmi, Şabat 6:9) sözü şüphesiz ki doğrudur. Doğanın belirli bir gücü Yeryüzündeki her bir toprak parçasını etkiler, bu nedenle de oturduğu yeri değiştiren kişi kaderini de değiştirir. Açıktır ki, bu deyişi kelime anlamında almak gerekmez. Ancak öte yandan, hem biyolojide hem de coğrafyada yer değiştirmenin kişinin görünüşünü, tavrını ve özelliklerini nasıl değiştirdiğini de görmekteyiz. İçsel niyet tarafından yol gösterilen İbrahim, öğrencilerini İsrail topraklarına getirdi, çünkü onların yerinin tam da burası olduğunu hissetti.

Ancak, antik Babil’de insanların geçmeye başladığı süreç İsrail topraklarında da devam etti.  Ego devamlı büyüdü ve aralarındaki birlik sayesinde egonun ötesine yükselmeleri gerekti. İbrahim tarafından keşfedilen yöntemde yeni bir şey yoktu ve bu yöntem onunla aynı görüşe sahip olanlar tarafından az yada çok uygulandı ve onlar yöntemin gerçekleştirilmesinde başarılı oldular.

Yusuf – Ayrılmış, Bölünmüş Arzuları Birleştiren Seviye

İbrahim’in öğretisi öğrencisi olan ve Tora’da İbrahim’in oğlu denen İshak tarafından sürdürüldü. Tora’da “oğul” kişinin halefine işaret eder.

Yakup zamanında bu öğretinin hayata geçirilmesinde sorunlar çıkmaya başladı; çünkü edinmeleri gereken birlik artık başka bir seviyede olmalıydı. Yakup genel ruhun (altı Sefirot’un) küçük bir parçasıdır. Yöntemi gerçekleştirmeye devam edebilmek için, genel seviyeye, İsrail’e yani altı yerine on Sefirot’a geçmek gerekliydi.

Bu noktada ilk defa yöntemlerinin artık yeterli olmadığını gördüler. Birlik olma sorununu nasıl çözeceklerini bilmiyorlardı. Yakup’un oğulları diye adlandırılanların fikirleri ile kardeşleri Yusuf arasında ayrılıklar ve tartışmalar başladı.  Yusuf belirli bir ilkeye göre birlik olmak gerektiğini düşünüyordu, bu özellikle onunla ilgiliydi, “Yusuf” adı bile “L’Asof” (İbranice bağ kurmak) kökünden geliyordu (İbranicede tüm isimlerin içsel bir anlamı vardır).

Ancak Yusuf’un bakış açısı çok bencil gibi göründü. Kardeşleri onunla anlaşamadılar ve en sonunda, istekleri dışında, kendilerini Mısır’da buldular. Başka bir deyişle, devam eden manevi gelişme onları kendi isteklerinin dışında, Yusuf’un kontrolü altında olan bir duruma getirdi. Ve manevi seviyelerde yükselmeye devam ettiler, Yusuf’un önderliğini kabul etmek zorunda kaldılar.

Tora’da bu, kardeşler arasındaki çekişmeler, Yusuf’un Mısır’a satılması, Yakup’un oğullarının Mısır’a düşüşü vb. biçiminde anlatılır. Eğer bunu Kabala diline çevirecek olursak, burada kişinin içsel duyguları ile olan çalışmasından söz ediliyor demektir, ancak bu katı, tipik, tam bir ego ortaya çıktığı zaman daha ciddi biçimde bencil başka bir seviyede olmaktadır.

Ego beş seviyeye göre büyür. Eğer bunların üzerine yükselirsek, egonun tam tersi olan doğanın, Yaradan’ın gücünü incelemek ve buna erişmek mümkün olur. Yakup’un oğulları kendilerini yeni bir bencillik seviyesinde buldukları zaman, bunun iyi olduğunu keşfettiler çünkü Yusuf onları bir arada bağa getirdi ve onlar da iyi ve yeterli bir ilerleme hissettiler.  Daha önce hazır olmadıklarını şimdi yapmayı başardılar, aralarında birlik oldular ve Yaradan’a erişme yönünde çalıştılar. Buna yedi bolluk yılı denir. Bu birliğin içinde beraberce içinde bulundukları sistemi keşfettiler.

Ego – Dostumuz ve Düşmanımız

Mısır’a düşüşten sonra, Mısır’ın terkine bizi yaklaştıracak, Firavunun kontrolünden kaçacağımız aşamalar başlar, bu çalışmanın egonun içinde gerçekleşeceğini farkına varmaya başlarız. Böyle bir edinim her seviye için geçerlidir.

Çünkü bizi ileriye götürecek olan bir sonraki seviyeye yükselmek için, bu seviyeye doğru çekim duymamız gereklidir. Böylece bu yeni seviyenin egosu manevi ilerleme için bize iyi, zorunlu ve gerekli görünmelidir: Onun içine gireriz, onun yardımı ile yeni seviyeyi ediniriz, büyürüz. Bundan hemen sonra o daha ızdıraplı biçimler almaya başlar.

Bu dünyada olup bitende bile bunu görürüz, insanlığın tüm gelişimi boyunca yakın bir zamana kadar, ileriye doğru gitmek bize iyi bir hayat, doğru bir amaç, aklın zaferi, iyi ve doğru karşılıklı ilişkiler getirecek diye düşündük. Bunlara erişmenin bir yolu vardır diye düşündük; kapitalizm, sosyalizm, komünizm. Ve ilerledik, temel olan, bunun yanı sıra oluşan sorunlara önem vermeden, amaca erişmekti. Ancak, bu noktada tamamen farklı bir durum ortaya çıktı; bencil bir doğaya sahip olduğumuz ve kendi yok oluşumuzdan başka hiçbir şeye erişemeyeceğimizi fark etmek. Günümüzde bunu idrak etmeye ve anlamaya başladık.

Başlangıçta, ego bizi çeker ve baştan çıkarır, bize hoş, iyi tatminler sunar. Daha sonra tüm bunların bizim için iyi olmadığını hatta bize zarar verdiğini anlamaya başlarız. Bunun hakkında Tora’da Firavun için, Pitom ve Ramses için güzel şehirler kurduk denir, tüm bunlar ego içindir, gerçekte ise kendimize mezar kazarız. Yaradan’ı edinme bakımından bunlara tehlikeli şehirler denir, çünkü ego bizi öyle derine gömer ki oradan çıkmak mümkün olmaz.

Ego bize çekici geldiği zaman, onun ardından koşarız: Bu dünyadaki her şey benim, benim, benimdir. Sonra kişi ölür ve beraberinde hiçbir şey götürmez. Nesilden nesle işler böyle gider ve giderekten insanlık bu gidişatın zararlı olduğunu anlamaya başlar, çünkü bu yabancılaşmayı, depresyonu ve intiharları getirir. Bu amaçsızlık ve içimizde hayatın anlamı ne sorusunun belirmesi, bencilce ilerleme isteğimizi öldürür ve bizi derin bir ilgisizliğe ve duyarsızlığa getirir.

Gelişmenin sonunda ego bize bir ödül göstermeli: Ne elde ettik, insanlık nasıl bir sona gidiyor, çabalarımızın meyvesi nerede? Bencil arzularımızla biraz daha yukarı çıktığımızda, her şeye şimdi tamamen farklı bakarız. Fiziksel seviyede mevcut olan her şey, kişiye boş ve gereksiz gelmeye başlar. Görünüşe göre, kendi hayvansal durumunun yukarısına yükselir ve bunların hepsinin yanlış olduğunu anlar: Hayatın neden ziyan olmuş olduğu ise açık değildir.

Firavunun özellikle İsrail oğulları için yani hayatın anlamı, varoluşun nedenini, Yaradan’ı anlamaya ihtiyacı ve arzusu olanlar için egoyu simgelediği söylenmiştir. Ego sürekli geliştiği ve açık sonuçlar görme ihtiyacı arttığı için, kişi artık yalnız dünyevi edinimlerle tatmin olmaz, çünkü bunlarla kişi sonsuza kadar var olamaz ve kişinin içindeki ihtiyaçlar artık maddesel olanın ötesine büyümüştür. Tüm bunların yalnızca çocuk oyunu olduğunu ve sonuçta herkes gibi kendisinin da öleceğini anlamaya başlar. Hayat geçip gider, peki ama ne için?

Ego, bu yolun baştan beri sonuç vermeyeceğini deşifre etmemize, çözmemize, görmemize, anlamamıza ve hissetmemize yardım eder. “Amerikan rüyası” döneminin sona erdiğini görürüz,  kazanç peşinde koşma devrinin sona erdiğini görürüz, artık hiç kimsenin lükse ihtiyacı yoktur. İnsanlar bunun ötesinde bir evrime erişirler; onları artık daha fazla satın almak ve tatmin olmak peşinde, hamster gibi bir tekerlek içinde koşmaya zorlayamazsınız.

İnsanlık artık bunu anlamaya başladı, bugün, bunların içinden hayatın anlamını sorgulayan kalitesi yüksek, sayısı az bir ego katmanı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, hayatın anlamı hakkındaki sorgulamayı mümkün olan her yolla bastırmak ya da hiç yoktansa bir takım dar ve sınırlı cevaplar vermek amacıyla, insanlığı depresyona narkotik ilaçlara, teröre ve suça itmektedir.

İbrahim zamanında, bu sorular İbrahim’in öğrencilerini Mısır’a getirdi ve bu durum, Yaradan’ın gücü keşfetmek yalnızca egonun içine batarak mümkün olduğundan, Yaradan’ın karşıtı olan egoyu onların içinde uyandırdı. Böylece Mısır sürgünü ve Mısır’dan çıkış kişinin ve insanlığın manevi gelişiminin temel taşları haline geldi. “Firavun” adı verilen egonun denetiminin içine atılan İbrahim’in bu küçük grubunun örneğine dayanarak, insanlıktan ne beklendiğini anlamak mümkündür, çünkü bu gün hala aynı durumda bulunmaktayız. Bu nedenle Tora’nın kapağını açtığımız zaman, günümüzle son derece alakalı olduğunu unutmamak gereklidir.

Günlük Ders, 02.04.2015, 2. Bölüm, “Kabalanın Paylaşımı” Konulu Ders

Tartışma | Share Feedback | Ask a question




"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed