Monthly Archives: Mayıs 2015

Kalbin İçinde Kudüs’ü İnşa Etmek

Laitman_00047Kudüs manevi bir kavramdır, başkasına ihsan etmek anlamına gelir. Tüm manevi tanımlar farklı kademelerde ihsan etmeye, kişinin başkalarına doğru kendi egosundan çıkmasına, kendisini başkalarına dâhil etmesine ve başkalarına hizmet etmek için yakınlaşmasına işaret ederler. Başkaları yararına ihsan etmeye insanoğlunun manevi dünyası adı verilir.

Kudüs özel bir çeşit ihsan etmedir. Kalbimiz yoluyla, 613 tane olan arzularımız yoluyla ihsan ederiz. Bunların birlikte bizim yeni ihsan etme arzumuzu inşa ederler. Bunun bir adımına “Kudüs” denir, bu başkaları ile özel bir ilişkidir ve sevginin özel bir boyudur.

Soru: İnsanın bu özelliğine neden şehir adı verilmiş?

Cevap: İnsanoğlu dört seviyeden oluşur, bunlar ihsan etmenin dört kademesidir; cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Cansız seviyedeki ilk ihsan etme, bizim dünyamızdaki şehir gibidir. Daha sonra bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri gelir.

Cansız seviyenin aksine, bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri değişimler öne sürerler. Şehir insan eliyle yaratılır ve aynı zamanda içinde bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerini barındırır.

Herkes kendi içinde Kudüs’ü bulabilir. Ari’nin Hayat Ağacı kitabında, eğer kişi üst gücü keşfederse, başkalarına karşı olan tavrı, sevgi ve ihsan etmek olur ki buna Yetzira Dünyası denir, kişi bu durumda Kudüs denen özel nitelikte bir yer keşfeder.

Bu niteliğin içinde, alt nitelikleri keşfeder: Tapınak Dağı, Tapınak, Kutsalların Kutsalı. Kişi, başkalarına doğru kendisinden çıktığında, bunların tümü, kişinin ihsan etme özellikleri olur. Kudüs kişinin başkalarına karşı olan özel bir tavrıdır,  bu nedenle de herkes kendi kalbinde Kudüs’ü inşa etmelidir.

 “Yeni Hayat”, KabTV, 07.05.2015

Bir Kere Daha Ruh Hakkında…

thumbs_Laitman_731Soru: Ruh nedir?

Cevap: Yaradılışın tüm maddesi – biz de dâhil olmak üzere etrafımızdaki her şey; cansız, bitkisel, hayvansal doğa ve insanoğlu yani bu gerçekliği oluşturan her şey – sadece alma arzusundan ibarettir, bu bir haz alma arzusudur. Biz alma ve haz duyma isteği maddesinden yaratıldık.  En düşük seviyede alma isteği, cansız doğanın maddesidir. Cansız seviyedeki doğa hareket bile etmek istemez. Doğanın bitkisel seviyesi daha çok haz almak ister; toprakta büyür, çiçek açar, belli bir süre yaşar ve ölür. Hayvanlarda daha büyük bir alma ve haz duyma arzusu vardır. Yiyecek bulmak için hareket ederler bu onların içsel alma ve haz duyma arzularını ifade eder. İnsanlarda ise en büyük alma ve haz duyma arzusu vardır. Nesilden nesle daha çok haz alma isteği ile gelişirler ve pek çok haz alma kaynağı icat ederler.

Yaradılışın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri dünyayı değiştirmezler, doğdukları biçimde doğa içinde yaşarlar. Ama insan bunların üst seviyesindedir, kendisi değişir ve çevresini de değiştirir, egosunu, haz alma arzusunu tatmin etmek için pek çok sistem geliştirir. Ancak farklı insan gruplarına veya farklı uluslara bakacak olursak, hepsinde eşit alma ve haz duyma arzusu görmeyiz. Bazıları daha pasifken diğer bazıları daha aktiftir; bazılarında daha gelişmiş ego, diğer bazılarında ise daha az gelişmiş ego vardır.

Kabala Bilgeliğine göre, eğer yalnız kendisi için haz almaya hizmet eden alma arzumuzu, başkalarını memnuniyet vermek üzere değiştirebilirsek; eğer arzularımızı kendimizi tatmin etmek yerine başkalarını tatmin etmeye değiştirirsek, üst güce, Yaradan’a benzeyebiliriz. Unutmamalıyız ki, herkesi tatmin eden ve herkesi mutlu eden O’dur. O’na benzediğimiz ölçüde bizi tatmin edecektir ve O’nunla aynı isteğin, başkalarını tatmin etme isteğinin içinde O’nu kendi içimizde hissedeceğiz.  Islah ettiğimiz ve başkalarını memnun etmeye değiştirdiğimiz arzu Yaradan’ı hissetme duygusu ile dolar ve buna ruh denir. Bu nedenle de, Yaradan’a benzediği için ruha Yukarıdan Tanrısal bir parçadır denir.

Soru: Bu ruhu bizim inşa etmemiz gerektiği anlamına mı gelir?

Cevap: Elbette! Hiçbirimizin henüz ruhu yok. Eğer tüm bencilliğim ile alma arzum ile sevgiye doğru, dostunu kendin gibi sev koşulu için, başkalarının faydalanması için, başkalarını memnun etmek için çalışmaya başlarsam, işte bu arzuya ruh denir.

İsrail Radyosu 103FM Radyo Programı, 10/05/2015

Temel Sorunumuz Ne?

thumbs_Laitman_507_03İnsanlığın temel sorunu, olup biteni bizim kontrol etmediğimizi anlamak üzere yeniden eğitilmesi gerekliliğidir; biz bir sistemin içindeyiz ve fiziksel eylemlerimiz bu sistemde hiç bir tepki uyandırmaz ancak bu sistem tüm düşüncelerimize titiz bir kesinlikle karşılık verir.

Kişiye düşünceleri ve niyetleri ile doğanın güçler sistemini etkilediği ve geleceğinin bu sistemin vereceği karşılığa bağlı olduğu gerçeği gösterilmelidir. Kişi öyle bir yapının içine yerleştirilmeli ki, bu ağ yapısının içinde niyeti ve içsel çabası ile yapacağı doğru etki ile kendi geleceğini inşa etmekte olduğunun her zaman farkında olabilsin.

İçinde bulunduğum anda neye özlem duyduğum, bir sonraki anın durumunu belirler. Eğer Yaradılış sistemini birleşik ve bütünsel olarak kabul ediyorsam, o zaman, düşüncelerim ve niyetlerimle tüm insanlığın durumunu etkiliyorum, tüm insanlığın durumunu yönetiyorum ve o da beni etkiliyor demektir. Bu, tıpkı şu anda olanla ilişkimde olduğu gibi bir sonraki anı düzenlemek için de bir yol olduğu anlamına gelir. Niyet doğru resmi keşfetmenin temel aracıdır; niyet benim yönetim sistemi ile olan bütünlüğümü fark etmem için tasarlanmıştır, var olan her şeyi içerir. Şu sıra, bu yalnız bu dünyadaki bütünlük duygusudur. Ancak benim görüş açım genişledikçe, içinde geriye kalan tüm dünyaları da içerecektir.

Buradan varacağımız nokta, temel sorunun kişiyi bu doğa sistemini, bu yönetim sistemini, bu dairesel bağlantı sistemini sürekli olarak etkilediği gerçeğiyle yüzleştirmenin gerekli olduğu noktasıdır. Dahası bu sitem kişi tarafından “hareketsiz” olarak algılanmalıdır ve bunun içinde Kabala Bilgeliğinin sözünü ettiği tüm ilkeler ortaya çıkar. “Hareketsiz” olması değişmez olması anlamındadır, “Onun verdiği hüküm çiğnenemez.” (Mezmur 148:6) Biz bu sistemden söz ederken, onun eylemlerini “insan” dili ile açıklarız, söylendiği üzere Tora insanların dili ile konuşur, buna duygularımızı yansıtırız, bu sistem, şefkatli, öfkeli vb. olabilir. Ancak bu, insan bunu böyle anladığı için bu şekilde söylenir, kişi doğayı “insanlaştırır”, doğaya ve doğayı Yaradan’a bir imaj yaratır, bu imaj insanın karşılıklı bağlantıda olduğu ve kendisi gibi olan bir sisteme karşılık düşer.

Ancak, Yaradan’a insana ait özellikler atfetmek tamamen yanlıştır. Bu durum kişinin bu sistemle, Yaradan’la doğru biçimde işbirliği içinde olmasına engel olduğu, aklını çeldiği için tehlikelidir. Kişi Yaradan’ın da kendisi gibi değişebileceğini düşünmeye başlar. Kişi Yaradan’ı kendisinin benzeri gibi, vereceği karşılığı ve davranışı seçen, seçme özgürlüğü olan biri gibi algılamaya başlar. Ancak, daha yukarıdaki bu sistemin içinde seçme özgürlüğü yoktur!

Yazıldığı üzere; “Var olan her şeyi yasalara kurallara göre yarattım. Bu yasaya Benim Adım denir, sen Ona ‘HaVaYaH’ diyeceksin. Her şeyi bununla yarattım ve sen de Beni bunun vasıtası ile keşfedeceksin.” Bu Yaradan’ın dört harfli adına işaret eder, bunlar Direkt Işığın beş (kök safhası da dâhil) gelişim safhalarıdır, 0-1-2-3-4 (Şoreş, Alef, Bet, Gimel, Dalet).

Ve burada hiçbir şeyin değişmediğini iyice anlamalıyız. Yaradan’dan söz etmek, doğadan söz etmek, asla değiştirilemeyen belirli bir yasaya göre hareket eden tek ve biricik sistemden, yönetim sisteminden söz etmek demektir. , “Onun verdiği hüküm çiğnenemez.” Şöyle denilmiştir; “Yaradan merhametlidir,” “Yaradan değişmez,” Onun değişeceğini ummak kişinin yapacağı en büyük hata olur.

Kişiye gelişmesi için uygun bulduğu yolu seçme olanağı verilmiştir, “ızdırabın yolu” ya da “Tora’nın yolu”. Gelişmek için doğru yolu seçmek, ızdıraptan uzaklaşmak sonucunu getirmez, bilinçaltında kendi doğamıza uyandığımızda ızdırap da davranışım ve gelişmem için yalnızca bir işaret haline gelir. Gelişme “ızdırabı” gerektirmez, “başkalarını, Yaradan’ı memnun etmeye” yönelmeyi gerektirir, kendimi değiştirmek ve bu eylemler yoluyla ızdırabın hazza dönüşmesi sağlamak bana kalmıştır.

İhsan etme eylemi içinde ızdıraplar ortaya çıktığı zaman Yaradan’dan (Islah Eden Işıktan) benim niteliklerimi değiştirmesini ve böylece ihsan etmenin mutluluk haline gelmesini isteyebilirim. Bu durumda bile mutluluğu kendimi iyi hissetmek için değil ama Yaradan’ı memnun etmek için, sisteme uyum gösterebilmek için isterim. Sorun şurada başlar: Benim için ne daha önemli; kendi ızdırabım mı yoksa grup içindeki çalışmam ile Yaradan’ı memnun etmek mi?

İyi şanslar!

Hayatın Anlamını Arayış

thumbs_Laitman_508_5Soru: Günümüzde Kabala bilgeliğinin çalışılması moda haline gelmiş durumda. Madonna gibi ünlülerin kendilerini buna adadıklarını görüyoruz. Bu sizin, global olarak, kişileri manevi doğaya getirme hedefinize yardımcı mı oluyor yoksa rahatsız mı ediyor?

Cevap: Bir yandan, bu, insanlar okumaya ve ilgilenmeye başladıkları için dikkatlerini Kabala bilgeliğine çekiyor. Diğer yandan da, Madonna ve diğerleri aslında gerçekten Kabala ile ilgilenmiyorlar. Bunun hakkında hiçbirşey yapamayız, insanlık bu şekilde gelişir. Sıra, muhteşem manevi sisteme geldiğinde, ne anında bir anlayış vardır ne de bunun ne olduğunu anlamak, bu yüzden insanlar bu soruya farklı açılardan yaklaşırlar.

Bize çalışmaya gelen öğrenciler bile tam olarak nerede olduklarını altı ay ile bir yıl arasında anlayamıyorlar. Bu kuantım fiziği çalışan kişilerle karşılaştırılabilinir. Orada da, bir yıl boyunca öğrenciler anlayamanın getirdiği umutsuzluk ile derslere gidip gelirler. Kişi, birden yeni bir boyuta giriş yapamaz, bu nedenle Kabala bilgeliğinde belli bir ayar süresi olmalıdır.

Soru: Peki, bu ünlüler size yardımcı oluyorlar mı?

Cevap: Bu onlara bağlı değildir daha doğrusu bu kişinin ihtiyacıdır, talebidir ve zorunluluğudur. İnsanlar, Kabala bilgeliğine, hayatın anlamına ait soru, onların ruhlarını dürttüğü an, gelirler. “Ne için yaşıyorum?” Eğer bu soru kişinin içinde yanmaya başlarsa, varlığında bir eksiklik hisseder ve kendi ile barışık olamaz ve eninde sonunda bize ulaşır. Fakat, hayatın anlamına dair soru onda, yiyecek, seks, zenginlik, aile, bilgi v.b. sayesinde tatmin ediliyorsa o zaman doyumunun bu seviyelerinde bir yerde saplanıp kalırlar. Bu ne iyidir, ne de kötü ve bu sırada kişi sadece gelişimin bu seviyesinde bulunur.

Bir süre boyunca, ben, kendim de hayatın anlamını, bilim ile başlayıp sonrasında din ile devam ettiğim bir şekilde araştırdım ve buralarda bulamadım. Ve bu tamamen dayanılmaz hale geldiğinde, Kabalistleri araştırmam bana tavsiye edilmişti. Öğretmenimi, dört yıl boyunca aradım ve onu bulduğum zaman bunun benim için olduğunu anlamıştım.

Basın Konferansından 11/03/15

Senin İçin Bir Dinlenme Günü Olacak

thumbs_laitman_254_02Tora, ”Exodus” 35:1 – 35:3: Musa tüm İsrail çocukları ahalisini toplanmaya çağırarak, şöyle dedi: “Bunlar Yaradan’ın yapılması gerekenleri emrettiği şeylerdir. 6 günlük iş yapılabilir fakat 7. günde kutsallık olmalı, Yaradan için tam bir gün bütünüyle dinlenme; her kim günlük işini (o özel günde) uygular ise, ölüm konumuna getirilir. Şabat günü meskeninizin herhangi bir yerinde ateş yakmamalısınız.”   

Başlangıçta bizler kişinin veya grubun bencilce arzuları ile ilgileniriz.

Tora bize der ki, yapmamız gerekenin tümü, egomuzun üstesinden gelmek ve bunun üzerine yükselerek toplanmak, tek bir bütün halinde bir araya gelmektir. Yani bu Peraşaya (Tora kısmı), VaYikahel” (toplanmış) adı verilir.

Bu kısım, hepimizin içinde bulunan, bir araya toplanmamızı gerektiren, bulmaca gibi olan, tek bir ruh haline gelmesi gereken, tüm ayrılmış, birbirinden mesafeli, kopmuş ortak ruhun parçalarından bahseder.

Bu parçaların birleşmesi sayesinde, bizler onları Or Makif (Saran Işık) etkisi altında derlemeye, ihsan etme ve Yaradan sevgisine ilişkin yapı içinde başlamış oluruz. Şayet bizler O’nun gibi olmayı denersek, çabalarımızın derecesine göre, O bizi etkiler ve bize karşılıklı tek bir bütün olmuş bağ içinde toplanmamıza yardımcı olur.

Daha sonra bizler karşılıklı özelliklerin tam bir bütünü nasıl oluşturduğunu göreceğiz. Buna Kabala Bilgeliği’nde Partsuf yani bir blok veya yapı adı verilir

Partzuf Sefirot’dan oluşur: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod, Malhut. İlk altı Sefirot‘ta yani haftanın altı gününü sembolize eden zamanda bizlerin, ruhun ayrılmış parçalarının tümüyle bir araya toplanması hususunda çalışması gerekir. Şayet bizler bu konuda başarılı olursak, o zaman altı günlük iş içindeki çabalarımız üzerinde çalışarak, Işık bütünüyle bir araya gelişin sonucunu bize getirir. Nitekim yedinci gün işimiz tamamlanmış olduğundan, daha sonra bizlerin daha fazla bir şey yapmasına gerek yoktur.

Bizler Işığın aramızdaki bu hareketi sonuçlandırmasını mümkün kılarız. Bu şekilde ayrılmış fakat bizim bir araya getirmiş olduğumuz parçalardan bütün bir birim ruh meydana çıkar.

Bizler bir haftayı bitirir ve yeni bir haftaya başlarız. Bir parça ve daha sonra başka bir parça. Ve bu şekilde bizler bütün bir ortak ruhumuzu bir araya getiririz. Bunun gibi hareketler içerisinde bizler tüm parçaların manevi bütünleşmesini bir tam birim şeklinde ediniriz. Adam (insan) suretini, yani Domeh (Yaradan’a benzeyen) anlamına geleni, bizler ediniriz.

Böylece Şabat kutsal bir gün olup, bu günde Işık işler, çabalarımızı etkiler ve bizi neticeye getirir. Bizler sanki altı gün boyunca yapılması gereken bu çalışmayı oluştururuz ve yedinci günde ise Işık bunu devam ettirir.

Bizler eğer yedinci günde bu çalışmaya sanki Adem’in ruhunun kırılmasıymış gibi, bu kırılmaya sevinerek devam ederiz. Çünkü bizler bu çalışmayı Işık yerine yapmaya teşebbüs ediyoruzdur. Bu tüm ıslah sisteminin en yüce kutsallığı bozma safhasıdır.

Genel anlamda bizler çalışmanın bir bölümünü ve Işık da çalışmanın diğer bölümünü yapar. Şayet bizler tüm çalışmayı kendimiz yaparsak, bizler sisteme daha da fazla zarar verir, hafta boyunca bir araya getirmiş olduğumuz parçaların karşılıklı hareketini daha da güçlü bir şekilde reddetmiş oluruz. Genelde tüm hafta boyunca bir araya toplamak ve buna ek olarak da yedinci günde yine devam etmek yerine, hiçbir şey yapmamak en iyisidir. Bu şekilde, tüm ıslah metot sistemini ve onun ilerleyen sürecini iptal etmiş oluruz.

Böylece yedinci gün öncesinde, çabalarımızı bitirmemiz gerekir. Demek istenilen şey, altıncı günde durmalı ve tüm parçaların Işık tarafından birbirlerine yapıştırılarak bir araya getirilmesi mümkün kılınmalıdır. Denir ki, “Senin için bir dinlenme günü olacak.” Temelinde kişi çalışmayı yapıyor ama dinlenmiyordur. Böyle bir zamanda bizler tüm altı parçanın kademe kademe bir tam bütüne doğru birleşmesini sonunda hissederek, güncel manevi seviyenin ıslahını bitiririz. Daha sonra da, bir sonraki, ondan sonraki seviye şeklinde, haftadan haftaya seviye düzeltiriz.

KabTV’den, “Ebedi Kitabın Sırları” 10.10.2013

Evde Sevgi ve Barış İçin Lisans

thumbs_laitman_256SORU: Birlik hakkında çok güzel konuşuyorsunuz ama kendi evinde birlik olmayan biri ne yapmalıdır? Ben solcu siyasi görüşten yanayım oysa kocam aşırı sağcı görüşü benimser. Siyaset hakkındaki konuşmalarımız bizi her zaman kavgaya sürükler. Ne yapmalıyım?

YANIT: Senin ve İsrail’deki tüm insanların, bu durumu düzeltmek için fırsat yakaladığınızı düşünüyorum. Söylediğim gibi, “Sevgi, tüm günahları örter…” (Atasözleri 10:12) Aramızda barışı sağlamak nasıl mümkün olabilir? Barış, genelde yaptığımız gibi, birinin diğerini yenilgiye uğratması ve bastırması veya karşıdakini  haksız olduğuna ikna etmesi demek değildir.

Barış; ilişkilerde bana niteliksel ve fikirsel olarak, kalben ve ruhen tamamen karşı olan biriyle tam bir “karşılıklılığa erişmemiz”dir.  Bu, aramızda sevgi köprüsü inşa ederek elde edilir. Ve sonra fiziksel düzeyde bize çelişkiler ve zıtlıklar kalır. Mücadele, baskı ve birbirimizle çatışmaların üzerinde,  özellikle bu duruma “karşı ağırlık” olarak sevgiyi inşa ederiz.

Bunu nasıl yapacağımızı öğrenmemiz gerekir. Temel konu, iki düzeye sahip olmaktan korkmamaktır. Birbirimizle çatıştığımız ve zıtlaştığımız düşük düzey ve birbirimize bağlandığımız yüksek düzey… Bu durum;  “Sevgi tüm günahları örter” diye adlandırılır. Özellikle tüm çelişkilerin ve kusurların üzerindeyken aramızda ne kadar büyük zıtlıkların olduğu önemli değildir. Bunlardan daha güçlü bir sevgi bağı inşa edebiliriz.

Bu nedenle, bütünlükten, birlikten ve hatta sevgiden  bahsediyorsak, aslında bu iki düzey hakkında konuşuyoruz demektir.  Aksi halde bütünlük, birlik ve sevgi mümkün değildir. Sadece aramızdaki tüm bozukluklar, sürtüşmeler ve farklılıklar üzerinde bir bağlantı kurmak mümkündür.

Yani, kimseye başka birine değişiklik yapmasını  söyleyemez. Her iki taraftan da dini ya da laik hiçbir tür baskı olamaz. Her birey, olduğu gibi kalmalıdır. Biri değişiklik istiyorsa, kendisi değişmelidir. Sadece birbirimizle öğrenmeye ve  birbirimize, tüm zıtlıklarımıza rağmen, bizi saran bir şemsiye gibi sevgiyi inşa etmeyi  öğretmeye ihtiyacımız vardır.

Ve tam bu durumda, sevgimiz; birbirimize karşı muhalefetimizin içsel öfke alevlerine rağmen geçici değil, kalıcı, büyük ve gelişen bir sevgi olabilir.

Rav’ın Önemini Hafife Aldığın Zaman Düşersin

thumbs_Laitman_403Bu güne kadar her zaman, insanlık için hep aynı yapı var oldu; bir Rav (öğretmen, rehber), bir grup Kabalist ve insanlığın geri kalanı. Tüm çalışma Rav’ın açıklamalarına göre ilerler ve grup bu çalışmayı yerine getirir. Öncelikle grup içinde bağ olmalıdır ve ancak bundan sonra, çemberler içinde tüm dünyaya dağıtım yapılması mümkün olur.

Yöntem aynı yöntemdir, aynı safhaları içerir ve bunun gerçekleştirilmesi ancak Rav’ı yüceltilmesi durumunda mümkün olur. Tabii burada, diğer öğretilerde olduğu gibi dışsal formlardan söz edilmiyor. Aksine, Rav’ın Yaradan’la bir olmaya nasıl erişeceğimiz hakkında verdiği öğütleri yerine getirmekten söz ediliyor. Rav bizden daha üst seviyede olduğu için, buna Rav’ı onurlandırmak denir. Bizi yönlendirişini ve sözlerini onurlandırırız.

Buna ek olarak, kendi gözümüzde Rav’ın yüceliğini yükselttiğimiz veya düşürdüğümüz ölçüde kendimizi yükseliş veya düşüş içinde buluruz. Bu nedenle de “Sürgüne giden öğrenci öğretmenini de kendisi ile birlikte sürgüne gönderir,” (Makkot 10a) denmiştir. Rav’a biçtiği değerin, yönteme biçtiği değer olduğunu anlamak öğrenciye kalmıştır ve ıslahın yolu tamamen Yaradan’la bir olmak için gereken araçları değerli ve önemli saymaya bağlıdır.

Öğrenci bu araçların yüceliği üzerine çalışırken, bunlara dayanarak ve bunların sonucu olarak amaca erişir, Yaradan’ın, ihsan etme niteliğinin, sevginin ve bağın yüceliğine erişir. Bu da tamamen Rav’ın ve dostların yüceliği üzerine yapılan çalışmaya bağlıdır. Bu amaca aralarında doğru bağlantı ağını kuran dostlar arasındaki bağın içinden ve bağlantının tüm parçalarının ayrıntılı idraki ile erişiriz.  Kişi ancak dostları ile olan bağ için ihsanda bulunmaya hazır ise bu bağın içine entegre olup egosunun üzerine yükselmeyi başarır, buna Ibur (ana rahmine düşme) denir, bu embriyo durumudur.

Bu durumda sürekli olarak, bağ kurmaya karşı giderek daha büyük içsel direnişler keşfedilir, buna fetüs denir ve her defasında grubun oynadığı rolün karşısında, grubun yüceliği karşısında ve Rav’ın yüceliği karşısında kişi kendini iptal etmelidir ve ancak bu sayede ana rahmindeki bu safhalar tamamlana kadar sürekli olarak gelişir. Bundan sonra Yenika (meme emen bebeklik) dönemi vardır, bu dönem almaya ve vermeye, bağ içinde daha aktif bir katılıma hazırlanma, bu bağın ne kadar pratik ve gerçek olduğunu hissetme dönemidir. Böylece Yenika dönemi biter ve daha büyük alma kaplarının kişinin içinde uyandığı bir duruma gelinir. Bundan sonra, kişi yeni bağlar kurma, ihsan etme ve sevgi niteliklerini aydınlığa çıkarma ve oluşturma çalışmasına aktif katılımda bulunabilir, bu duruma Yaradan’ı dostların arasında keşfetmek denir.

Bu durum giderek her defasında daha çok açıklık kazanmaya başlar. Başlangıçta yalnız Ahoraim (arkası) yoluyladır çünkü ıslahın sonuna kadar Yaradan’ın yüzünü görmek mümkün değildir, bundan sonra Yaradan’ın yüzü de ortaya çıkacaktır, yani aramızdaki ıslah olmuş kap içinde, ihsan etme ve mutlak sevgi ortaya çıkacaktır.

Bütün bunlar ancak kişinin Rav’a ve gruba değer vermesi ve onları yüceltmeye çalışması, koşulunda olur, bu çalışmada yükseliş ve düşüşlerden geçer. Eğer yükselmeyi başarırsa, ona, bir kat daha alma arzusu eklenerek derhal bir düşüş verilir böylece daha da çok yükselecektir.

Çalışılacak alanının tümünü görebilmek, ancak dostlar arasındaki bağın içinde mümkündür, bu alan “Ondan başkası yok,” koşulunun yani Işığın, ihsan etme formunun gerçekleştirileceği yerdir ve  “komşunu kendin gibi seveceksin” genel kuralıdır, bunun kabıdır. Her şey Rav’a yönelmiş olarak grubun içinde ifşa olur.

Şöyle yazılmıştır; “Dost sevgisi bizim için yeterlidir,” ancak “eğer öğrenci sürgüne giderse öğretmeni de onunla birlikte sürgüne gider,” bunun anlamı şudur, eğer öğrenci sürgünden ve Rav’ı ve grubu küçümseme görme durumundan çıkıp bu durumun üstüne yükselmeyi başarırsa, böylece dost sevgisinde tüm eksiklilerini tamamlar. Tüm ıslahlar dost sevgisinin içinde mevcuttur.

Dikkatimizi aramızda bulunan –  ihsan etme, sevgi ve ortaklaşa yardım ile doldurmamız gereken ve böylece, “insan sevgisinden Yaradan sevgisine” geleceğimiz –  alanın içinde tutmayı başardığımız ölçüde ilerleriz. Temel olan şey tüm bunların aramızdaki bağda ifşa olacağını unutmamaktır.

Edindiğimiz ihsan etme niteliğinin tüm seviyeleri – Nefeş, Ruah, Neşhama, Haya ve Yehida – aramızda ifşa olmak zorundadır, birbirimize daha da yakınlaştıkça, en sonunda, aramızdaki bağda, Yaradan dediğimiz yüksek bütünlüğü keşfederiz. Her evrede onun formu Keter, Yehida seviyesidir. Her bir evrede son seviye, Yehida seviyesine eriştiğimizde Yaradan’ın varlığını hissederiz.

Günlük Derse Hazırlık, 26/03/15

Teknolojinin İnsan Üzerindeki Etkileri

thumbs_Laitman_407_01HABERLER ( novznania.ru’dan alıntı ):

“İnsanlarca yaratılmış teknolojilerle ilgili yeni bilimsel araştırmalar, bu tür teknolojilerin düşünce ve davranış biçimlerimizi etkilediğini gösteriyor”:

RADYO: Radyodan gelen bilgi, kişilerce “gerçek” olarak algılanıyor. Bireyin bilgiye yönelik eleştirel algısı bulanıklaşıyor çünkü radyodaki sesi duyuyoruz ama sesin sahibini görmüyoruz. Bilinçaltımızda bedensiz bir ses, gerçek bir kişiden çok daha fazla güven uyandırıyor.

MOBİL TELEFON: Endişe ve uyku bozukluklarını harekete geçiriyor çünkü insanlar sık sık çağrı bekliyor.

İNTERNET: Okuma biçimini değiştirdi. Sırayla tüm bir makaleyi okumak yerine şimdi insanlar “anahtar kelimelere” odaklanıyor ve sayfaya sadece göz gezdiriyor.

SOSYAL AĞ PROFİLİ: “Kendini beğenme”yi artırıyor çünkü sosyal ağlar ideal bir “BEN” imajı yaratıyor.

TELEVİZYON: “Gerçek hayat” algısını bozuyor. Çünkü televizyonun yarattığı dünyada, “iyi” ve “kötü”nün “mutlak, katıksız” olmasına çalışılır. Bunun sonucunda insanlar “kurgu ile gerçek hayat arasındaki ayrımı” yapmamaya başlar.

DİJİTAL KAMERALAR: Onların ortaya çıkışı ile, insanlar resimlerini saymayı durdurdular. Fotoğraf çekme sürecinin kendisi, objektifin diğer tarafında gerçekleşen olaylara olan dikkati dağıttı.

KULAKLIKLAR: Kulaklardaki kulaklıklar, dış dünyaya karşı kullanılan bir kalkan gibi, dış dünyadan korunma hissi yarattı.

BİLGİSAYAR OYUNLARI: Oyun süresince oyuncu, şiddet eylemleri gerçekleştirmek zorunda kalır. Oyuncular bu şiddet eylemlerinin sanal dünyada yürütüldüğünün farkındadırlar ancak beyin tüm bu eylemleri “gerçek” olarak yorumlar. Sonrasında, bilinçaltında oyuncularda suçluluk duygusu ortaya çıkar ve bir şey onlara sıradan yaşama iyilik getirmek için ilham verir.

YORUMUM: Benim düşünceme göre, şüphesiz “insan”ın hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Ama asıl değişiklik gelmek üzeredir. Bu değişiklik bilincimizde “BEN”den “BİZ”e doğru olan değişikliktir. Bu yeni bilinç düzeyinde; egoizmin bütün kötülüklerinden , zaman-yer ve hareketten bağımsız, daha yüksek manevi sonsuz yeni bir dünya hissederiz…

Güven Krizi

thumbs_Laitman_411Norveçli politikacı ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland, Opinion’da şöyle der:

“Bankalar arası borç verme piyasasında faiz oranlarının çöküşünün piyasada %0’a ulaştığını gözlemledik. Bu dünyanın 2015’te, daha önce geçmişte hiç görmediğimiz türde çok ciddi bir krizden geçmekte olduğunu gösterir.

Bugünün modern bankacılık sistemi, reel kredi piyasasındaki faizlerin pozitif değerlerine dayalıdır. Parayı depolamak bankacılık hizmetleri için artık karlı olmamaya başlarsa ne olacak? Emeklilik fonlarına ve bizim tasarruflarımıza ne olacak?

Güven krizini politika alanında da görüyoruz. Gücün küresel dengesi değişiyor ve kimse kendi başına herhangi bir karar vermiyor. Dünyanın tek kutuplu olmaktan çok kutuplu olmaya doğru değiştiğine tanıklık ediyoruz. Önde gelen siyasi figürler aralarındaki karşılıklı güveni, davranışlarıyla baltalıyorlar. Mevcut siyasi elitin 2015 krizini aşması mümkün olacak mı?

Yorumum: Sadece genel insan ego üstünde bizi harekete geçiren bir yöntem ile, güven eksikliğini ve ortaya çıkan krizi aşabileceğiz. Bu metodu önce İsrail’de uygulamalıyız ve böylece bu uygulama, dünyanın geri kalanı için bir örnek olmalıdır. (Bakınız “ZOHAR’A GİRİŞ madde 71)

Egonun Bataklığında Bizi Yönlendiren Görünmez Atlama Taşları

thumbs_Laitman_419Dr. Michael Laitman, dağıtıma duyulan içsel direncin nereden kaynaklandığını anlıyor. Egomuz, yerinde oturmayı, sadece okumayı, hocanın anlattığı ilginç hikayeleri dinlemeyi, dışarı çıkıp dağıtım yapmaya tercih eder.

Bu, tamamen açıktır; dağıtım yapmak da, grupla bağ kurmak da istemezsiniz. Herhangi bir şeye koşturmayı değil, oturmayı, derse çalışmayı, huzur içinde  yaşamayı tercih edersiniz. Bunun ruhunuz için çok daha “uygun” olduğunu düşünürsünüz.

Ancak size çok bilgece ve ilginç şeyler söyleyen hocanız, aynı zamanda size dışarınızı çıkmanızı, dersler vermenizi, insanlarla konuşmanızı ve onlarla belirli eylemler yapmanızı söylediğinden beri, bazı “garip” fikirlere de sahip. Bunun size göre olmadığını ve hatta bu söylenenlerin, her zaman gizli ve sessizce çalışılan Kabala bilgeliği ile de bir ilgisi olmadığını düşünüyorsunuz.

Burası, kalabalıkların bilgeliğinin geldiği noktadır. Kalabalıkların bilgeliği demek; bu eylemler sana anlam ifade ettiğinden beri bunları yapmak zorunda olduğunu anlasan bile; hatta Baal HaSulam ve Rabaş bunları yapmak istemediğini ve bedenindeki her hücrenin buna direneceğini söylese dahi, aklına ve kalbine göre bir şey yapmak istememen ve yapamamandır.

İşte burası, senin bazı şeyleri netleştirmen gereken yerdir: Kabalistlerin bu tavsiyesini, isteksizliğine ve bitmek bilmez mazeretlerine rağmen kabul ediyor musun? Kabalistler, günümüzde çok özel bir koşulda olduğumuzu söylerler: Baal HaSulam, Rabaş ve bizim hocamız da bunu söylüyor. İnancındaki bilgelik; kendini iptal edip, onların seni yönlendirdiği eylemleri yaptığında ortaya çıkar.

Onlarla asla bir şeyde ya da başka şeyde hemfikir olmayacaksın. Hocanla ve manevi çalışmayla  hem fikir olmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü o sana sürekli, doğal olarak mantıkla açıklanmayan ve arzu da uyandırmayan, egona  ters eylemleri yapmanı söyler.

Bu, tekrar ve tekrar olacak. Hatta teorik olarak onlarla hemfikir olsan bile, uygulamada bunu kabul etmeyeceksin ve bunu yapmaya mecbur edilmedikçe, yapabileceğin her şekilde bunun etrafında dolanıp  bu eylemlerden uzak durmaya çalışacaksın. Bedenin sana itaat etmeyi reddedecek.

Manevi bir hoca, senden bir derece yüksekte olan ve sana elini, ayağını nereye koyman gerektiğini söyleyen  ve böylece bir sonraki dereceye yükselmen için bedenini nasıl hareket ettireceğini  sana gösteren kişidir. Bu, oraya nasıl ulaşılacağını veya elini ayağını daha yüksek dereceye ulaşmak için nereye koyacağını bilmediğindendir.

Bu sanki, bataklığın bir tarafında olup, diğer tarafına ulaşmaya çalışmak gibidir. Bataklığın içinde, suyun altına saklanmış, ilerlemek için kullanabileceğin ve diğer tarafa adım atmanı sağlayan  atlama taşları vardır. Ama atlama taşlarını göremezsin. Yanlış bir adım atarsan kaybolacaksın, bataklık seni hemen yutacak ve bu hayat seni egonun içinde boğacaktır.

Hocan sana her defasında nereye basman gerektiğini anlatır. Ona inanmalısın… Aksi halde geçemeyecek ve bu bataklıkta boğulacaksın. Buna “bilgelikte inanç” denir. Bu şekilde ilerlemek için çalışan kişi bataklığı geçebilir. Tabi ki kişinin sonsuz şüpheleri vardır ve gerçek şudur ki, o bilgelikteki inancı yavaş yavaş elde eder ve kendisini iptal ederek yavaş yavaş daha yüksek bir akla göre çalışır.

İşte bu, bataklığı nasıl geçebileceğindir ve bu yolu takip eden her kim ise bataklığı  geçer. Burada beyinden çok şansa ihtiyacın var.