Geleneksel Kabala ilmi, Acilen Gelişmesi Gereken Dünyevi Bilinç

İlim ve Bilim’in Söyleşisi için yazılmış bir makale: “Yeni Dünyevi Bilinç” bilimsel Sempozyum, Düsseldorf, Almanya, Mart 2006.

1. Sevgili Dostlar,

Giderek çoğalan global kriz çözüme ihtiyaç duyuyor.  Dünyanın dört bir yanında, tanınmış bir çok bilim insanı ve filozof kriz üzerine çalışma ve araştırma yapıyor. Fakat krizin nedenini anlayabildiğimizi henüz söyleyemeyiz.  Üstüne üstelik çözüm için nasıl bir eylem planı yapmamız gerektiğini de bilmiyoruz.

Bugün artık krizin varlığını inkar edemeyiz, krizin doğasını anlamı idrak etmeye ilişkin teori ve önerilerin yanı sıra krizi bertaraf etmeye yönelik öneriler bulunmaktadır. Bu sunumda, insanlığın şu an ki durumunu son 30 yıldır ilgilendiğim/araştırdığım Kabala bilimi bakış açısı ile betimleyeceğim.

2. Antik Çağda/ Eski zamanlarda insan doğaya daha yakındı ve bu yakın ilişkiyi korumaya çalışıyordu. Koruma güdüsünün iki nedeni vardı:

İnsanın gelişmemiş egoistliği  kendisini doğadan uzak tutmuyordu  ve doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu hissettiriyordu.

Doğa hakkındaki yetersiz bilgi ona karşı korkuyu uyandırdı ve bu korku zorunlu olarak doğayı üstün görmeye neden oldu.

3. Yukarıda belirtilen iki nedenden dolayı, insan kendini çevreleyen dünya hakkında bilgi toplamaya hevesli olmakla yetinmeyip dünyaya hükmeden kuralları da öğrenmek istedi. Bugün olduğu gibi doğa olaylarından kaçılamıyordu, doğanın gücünü göz ardı etmek günümüzde yapay olarak yaratıldı. Duyu organları teknoloji tarafından henüz yozlaştırılmamış ve bozulmamış insanlar kendilerini çevreleyen dünyayı kalplerinin derinliklerinden hissedebiliyorlardı. Doğadan korkma hissine eş zamanlı olarak gelişen doğaya yakınlık hissi, insanı doğanın kendisinden ne beklediğinin amacını ve insanı neden yarattığını anlamaya keşfetmeye sevk etti. Doğayı  anlamak insanlığın mümkün olabilecek en derin isteklerinden biyiydi.

4. Eski bilim insanları doğa hakkındaki bilgilerini paylaştılar. Kabalistler de bilgilerini bilim insanları ile paylaştılar. Kabala dünyaya hükmeden sistemi çalışır.  Kabalanın ana amacı yaradılışın nedeni ve amacının ifşasıdır.

Doğal olarak, günümüzde “Kabala” başlığı altında satılan ve popülerliği sermayeye dönüştürülen “Kabala”dan bahsetmiyorum. Otantik Kabala evrenin yapısını araştıran ciddi bir bilimdir. Bu araştırmalar bir çok bilim insanına temel bilgileri vermiştir. Kabalistler ve antik çağ filozafları arasındaki iletişim daha sonra bilimin kaynağını oluşturacak olan antik çağ felsefesinin gelişmesini sağladı. Bu sempozyomu düzenleyen organizatörleri onurlandırmak adına, Alman bilim insanları ve bilginlerinin sözlerini bu konu için seçtim.

5. Johann Reuchlin, De Arte Cabbalistica kitabında “Felsefenin babası ve benim öğretmenim Pisagor öğretilerini Kabalistlerden almıştır.  Çağdaşları tarafından bilinmese de Kabala kelimesini Yunanca’ya çeviren ilk kişidir,  Kabala hayatlarımızı kıymetsiz/değersiz bir şekilde yaşamamıza müsade etmez fakat akıllarımızı bilginin yüksekliğine eriştirir.” der.

Yüzyıllardır, Kabalanın gizli bilgeliği, gizli bir öğreti olarak var olması  efsane ve yanlış bilgilerin doğmasına mahal vererek aktüel/çağdaş insanların gerçek kaynakları açığa çıkarmasına engel olmuştur

Özellikle, büyük matematikçi ve felsefeci  Leibnitz, kitabı Leibniz’in Felsefesi- Metafizik üzerine Konuşma’da “ İnsanların gizli olana erişmek için doğru anahtarları olmadığı için, bilgiye olan açlıkları hızlı bir şekilde batıl inançlara ve ıvır zıvıra doğru yöneldi. Bu yönelim kadim Kabala ile çok az ortak yanı olan ‘avam Kabala’nın ortaya atılmasına ortam hazırlarken kitapları büyü adı altında farklı fantaziler ile dolduruldu.

6. Felsefe, Kabala’yı asimile ederek başka bir yöne çekmiştir. Materyal dünyayı araştıran ve beş duyu organımızla algıladığımız yasaların fenomenleri çervesinde modern bilimin gelişmesini sağlamıştır.

Bu arada, Kabala da dahil olmak üzere eski öğretiler, araştırmacıların ilgi alanları dışında kaldı. Bilimin anlayamadığı her ne ise idrak edilemez kaldı bu nedenle Kabala din dünyasında, ritüellerinde ve geleneklerinde yer aldı. Kadim öğretiler zamanla unutuldu.

7- İnsanlık dünyayı incelerken birbirine paralel olan din ve bilim yollarını izleyerek insanın doğadaki yerini ve olanaklarını anlamaya çalışarak varoluşun amacı ve anlamını tanımlamaya çalıştı. Fakat her iki yol da insanlığı üst dünyanın idrakından ve iletişiminden ayrı koydu. İnsanlığın doğayı araştırma amacı onun ne istediğini öğrenerek kendini bu yönde değiştirmek değildi tersine  insanın egosu uğruna doğayı değiştirmek ve fethetmek amacındaydı.

8- İnsan aktivitelerinde bilimden tutun da kişisel ikilemlere kadar ortaya çıkan her kriz aynı ebedi sorunu ortaya çıkarır, hayatın amacı ve anlamı nedir? Varoluşun nedeni, amacı, sürecin yönetimi ve doğa hakkında hiç bir şey bilmediğimiz giderek daha da kesinlik kazanıyor.

Sıkıntılar, doğadaki Büyük Bilgeliğe ve Üst Plan’ın varlığını kabul etmemizde yol göstericisi oldu. Bilimin sorularımıza cevap verememesi doğaya yeni bir yaklaşım açısıyla bakmayı, dinde gerçekliği aramayı, inanışlar ve mistisizmi araştırmayı mecbur kıldı. Dışta yaşanan krizler, iç dünyadaki krizlere ışık tutu ve kendimizi bu dünyada kafası karışmış bulduk.

9- Yaşamımızın bilimsel yöntemlerle değil bir manada ‘tanrısal’ metotlarla açıklanması ve kadim öğretilere duyulan derin ilgi 30 yıldır süregeliyor şimdi ise gözlerimizin önünde giderek ortadan kalkıyor. İnsan yanılgıları dışında, insanlığın hala sınamak, reddetmek ve nihayetinde geri kalan birkaç inanç sisteminin unutması vardır.

Mistisizmi yoluyla insanlık gerçek kadim bilgelikleri yeniden keşfediyor.  Son yıllarda gün ışığına çıkan Kabala bilimi bu süreçte anahtar rol oynamalıdır. Diğer tüm kadim öğretiler gibi, Kabala da 5000 yıl önce medeniyetlerin beşiği  Mezopotamya’da görüldü. İnsanlığın kadim öğretileri Mezopotamya’da keşfetmesinin ardından günümüze kadar unutulmuştur. Şimdi ise yeniden keşfediliyor. Mezopotamya’nın bu konumu  tesadüf değildir, şimdi ise medeniyetler çatışmasının merkezi olması.

10. İnsanlık tarihinin tanımlanmasına, tasarımına insan egosu karar verir. Gelişen ego, yoğunlaşan egoistik arzuların farkedilmesi için insanlığın çevreyi incelemesini zorunlu kıldı. Dünyanın cansız, bitkisel, hayvansal formlarına rağmen insanlar ara vermeden gelişiyor ve her jenerasyon, her birey kendi kısa varoluşları esnasında bunu deneyimliyor.

İnsan egoizmi yoğunlaşması 5 farklı seviye ile gelişir. Eski zamanlarda, insan doğaya muhalefet edecek kadar egoistik değildi. Kendi etrafındaki herşeyi ve doğayı algılıyordu. İnsanın doğa ile iletişimi karşılıklı hissetmesiyleydi. Bir çok yönden, iletişim sessiz olabiliyordu, belirli spiritüel aşamalarda telepati ile olabiliyordu. Bu iletişim yöntemi günümüzde yerli insanlarda hala görülebilir.

Egoistik büyümenin ilk aşaması insanlıkta devrim yarattı. Doğayı, insanın kendi iyiliği için değiştirme isteği yarattı, insanın doğaya benzer yönde değişmesi yerine. Metaforik olarak doğaya hükmetme isteği gökyüzüne ulaşacak bir kulenin inşa edilmesi olarak örneklenebilir.

11. Artan egoizm insanı doğadan ayrı koydu. Doğayla olan karşıtlığın giderilmesinden ziyade, Yaradanın idrakını egoistik yollarla başarılacağının hayali kuruldu, egoizmi düzeltilmesinden ziyade herşeye hakim olma yoluyla.

Böylece, insan kendi “özünü” çevrenin tezatına yerleştirdi, doğanın ve toplumun karşısına. Çevreyi evimiz olarak, diğerlerini yakın ve benzer olarak algılamaktan ziyade insanlık çevreyi ve diğerlerini artık anlamaz oldu. Nefret sevginin yerini aldı, insanlar birbirinden uzaklaştı ve kadim dünyanın tek ulusunun iki gruba bölünmesi ile doğuya ve batıya sürüklendik.  Akabinde, oluşan gruplar kendi içlerinden bir çok ulusa bölündü ve bugün bir araya gelmeye ve tekrar tek bir ulus olarak bir arada olmaya şahit oluyoruz.

12. Kadim metinlerde mecazi olarak şu şekilde betimlenmiştir “Ve tüm dünya tek bir dil ve bir söylev. Ve sonunda oldu, onlar doğuya gittikçe, Shinar’da bir ova buldular ve oraya yerleştiler… Ve dedilerki: Gel, bize bir şehir kuralım ve tepesi cennete erişen bir kule dikelim ve kendimize bir isim verelim, dağılma korkusu ile dünyanın yüzeyine yayılalım. Ve Rab, çocukların ve adamların inşa ettiği şehri ve kuleyi görmek için indi. Ve Rab dediki: “Bakın, onlar bir insan ve bir tek dilleri var; ve bu onların yapmaya başladığı şey; şimdi onların yapmak istediği hiç bir şey onlardan alıkonulamaz. Gel inelim, onların dillerini bozalım ve biri diğerinin konuşmasını anlamasın.” Böylelikle Rab onları uzaklara, oradan bütün dünyanın her bir yerine saçtı, o şehri kurmak için ayrıldılar.

13. Nemrut’un, insanları Yaradan’a baş kaldırmaya teşvik ettiği Josephus Flavius tarafından yazılmıştır. O suların bile erişebileceğinden daha yüksek bir kule yapmalarını önerir, eğer Yaradan tufanı yeniden gönderirse, ölmüş atalarımızın öçleri böylelikle alınmış olacak. Gayret ve çabalarını esirgemeden, kuleyi inşa etmeye başladılar. Tufan tecrübesinden sonra, insanların kendilerini düzeltmediğini görmek, Yaradan onlara bir çok dil gönderdi. Artık birbirlerini anlamadılar ve dağıldılar. Kulenin inşa edildiği yer; eskiden olduğu gibi tek bir dilin var olmasından ziyade, yani dillerin (lisanların) karıştığı yer Babil olarak anılıyor.

14. 20. Yüzyılın başlarında, Alman Arkeolog, Robert Koldewey, Babil’de kulenin kalıntılarını buldu ve kalıntılar 90x90x90 metre büyüklüğündeydi. Buna ek olarak, Heredot, (484-425 MO) kuleyi 7 kat piramit olarak tanımlamış ve bulunan kalıntılarla aynı ölçüdür.

Tarihi kaynakların doğruladığına göre Babil’in merkezinde tapınak kenti Esagila vardı ve yakınlarında, yüce tanrı tapınağı, Marduk ve Babil Tapınağı vardı. Etemenanki diye adlandırılırken cennetin ve dünyanın temel taşı anlamına gelir.

O günlerde, Esagila tek tanrılı inanışa karşı dünyanın din merkezi konumundaydı. Astroloji, burç işaretleri, burçlar, kehanetler, numeroloji, spiritüellik, büyü, büyücülük, efsun, nazar, şeytanın ruhunu çağırma bunların hepsi Esagila’da gelişti. Bu inanışlar hala sürmektedir ve özellikle bugün nihai patlamalarına tanık oluyoruz.

15. O zamandan beri ve 5000 yıldan fazladır, insan doğa ile çelişiyor, mesela mutlak özgeciliğin niteliği örneklenebilir. Sürekli büyüyen egoizmin, özgecilik olarak düzeltilmesi yerine, doğayla benzer hale gelmek yerine, korunmak amacıyla insanlık yapay bir kalkan dikti. Bu korunmada yardımcı olması için insanlık son 5000 yıldır  bilim ve teknolojiyi geliştiriyor ve bu aslında Babil kulesinin dikilmesidir. Böylelikle kendimizi düzeltmek yerine, doğayı yönetmeyi istiyoruz.

16. İnsanlıkta egoizm giderek büyüyor ve bugün dorukta.  Sosyal ve teknolojik gelişmeler ile egosunu tatmin etmeye çalışan insanlık hayal kırıklığına uğradı. Bugün farkına varıyoruz ki Babil’de olan krizden beri yolumuzu beyhude arşınladık.

Özellikle bugün, gelişimin çıkmaz noktasını ve krizleri kabullendik, Denebilir ki, egoizmin Yaradan ile çatışması, Babil kulesinin asıl yıkılışıdır. Vaktiyle, Babil kulesi Üst Güç tarafından yıkıldı fakat bugün bizim kendi şuurumuz ile yıkıldı, biz yapmışız gibi. İnsanlık seçtiği yolu kabul etmeye hazır, doğaya karşı teknoloji ile egoistik karşıtlıkları telafi etmek için hazır, egoizmi, özgecilik olarak düzeltmek yerine, çıkmaz yola götürüyor.

17. Babil’de başlayan 2 gruba ayrılma süreci, coğrafik ve kültürel olarak ayrı düşürürken bugün giderek büyüyor. Geçmiş 5000 yıldan fazla süredir her bir grup birçok farklı insanın uygarlık gelişmesine katkı sağlamıştır. Bir grup, Batı uygarlığı diğer grup ise Doğu Uygarlığını içermekte.  Doğu Uygarlığı Hindistan, Çin ve İslam dünyasını içeriyor.

İnsanlığın sürdürülebilirliğini tehdit eden medeniyetlerin devasa çarpışmalarına bugün seyirci olmamız tesadüfi değil. Global krizin anahtar faktörlerinden biri de budur. Dahası bu çatışma Babil kulesinin düşüşü ile başlayan sürecin doruğunu yansıtır. Babil’de tek ulus bölünmüştür çünkü egoizm ulusun üyelerini ayrı koymuştur ve şimdi insanlığın tek ulusunun üyelerinin bir olarak, birleşmiş insanlar olarak bir araya gelmesinin vaktidir. Bugün Babil zamanında oluşan ayrılık noktasındayız, tek farkımız durumumuzun farkında olmamız.

Kabala Bilgeliğine göre, bu çarpışma, global krizler ve mistisizmin ortaya çıkışı ve batı inançlar insanlığın yeni birleşmiş medeniyet olmasının bağlantısının başlangıcı Babil kalesinin daha önceki durumuna benzerdir.

18. Babil şaşkınlığı zamanında, Kabala, insan egosunun aşama aşama büyümesinin nedeni hakkında bilgi organı olarak keşfedilmiştir. Kabala belirtir ki; var olan her şeyin doğasındaki egoistik arzular kendinin ifşası içindir.

Fakat, egoistik arzular, kendi doğal formlarında doldurulamaz çünkü arzuların yerine getirilmesi kendisini hükümsüz kılar ve sonuç olarak daha fazla hissedilmez. Benzer olarak açlık hissini yiyecekler azaltır ve bununla birlikte yemek yemekten alınan haz zamanla kaybolur

Fakat, haz almadan yaşayamayacağımızdan dolayı, sürekli ve zorunlu olarak yeni arzular üretiriz ki arzularımızı tatmin edelim. Aksi halde zevk hissetmeyeceğiz. Bu sonsuz tatmin kovalamacası tüm hayatımız boyunca devam eder, tatminin kendisine erişmek imkansız olsada. En nihayetinde, hayal kırıklığı ve boşluk depresyona neden olur ve ilaç kullanmaya götürür.

19. Eğer tatmin olmak hem isteği hem tatmini hükümsüz kılıyorsa hatta o zaman  kalıcı tatmin mümkün müdür?

Kadim bilgelikler mecazen anlatır ki insan tek bir varlık olarak yaratılmıştır.  Orijinalinde, bütün insanlar tek bir insan olarak bağlıdır. Tam olarak doğa bizimle bu şekilde ilişki kuruyor- tek bir insan olarak.

Bu kolektif prototipe (model) “Adam” denir, Dome (benzer) kelimesinden gelir. Babil’ın konuşma dili olan eski Aramik Dilinde “Yaradana benzer’ anlamına gelir. Orijinalinde bizler içten bağlı olan tek bir kişi olarak yaratıldık. Fakat bizim egoizmimiz büyüdükçe, birlik hissini zamanla kaybettik ve birbirimizden artan bir biçimde uzak hale geldik. Sonuç olarak çift taraflı nefret noktasına geldik.

20. Kabala bilgeliğine göre, doğanın planı biz durumumuzu ikrar edene kadar egoizmimizin gelişmesidir. Bugün, küreselleşme bize gösteriyorki, bir yandan herkes birbirnine bağlı, diğer bir yandan ise aşırı derecede şişirilmiş egoizmimiz bizi birbirimizden yabancılaştırıyor.

İlk başta tek bir insan olarak yaratılmamızın ardından da egoistik, ayrı, mesafeli kişiler olmamızın nedeni Yaradan’a olan tezatlığımızı anlayabileceğimiz tek yolun bu olmasıdır, sahip olduğumuz egoizmin niteliğini kabul edebilmek için. Bu durumda egonun küçüklüğünü, kısıtlı doğasını, umutsuzluğunu kabulleneceğiz. Bizi birbirimizden ve doğadan ayrı koyan, birlik olma isteğinin gelişmesinden uzak kalmamıza neden olan egoistik doğamızdan nefret eder duruma geleceğiz bu da doğamızı tersine dönüştürmemize özgecil doğaya olanak sağlayacaktır,  böylelikle kendimizi özgürce özgecilliğe dönüştürebileceğimiz ve tüm insanlık ile tek olarak, bütünleşmiş olacağımız yolu bulacağız.

21. Tek bir vücut da birleşmiş egoistik hücreler kendi bireysel egoizimlerini vücudun varlığı için hükümsüz kılarlar ve sonuç olarak, bütün vücudun yaşamını hisseder bundan dolayı aramızda böyle bir bağlantıya ulaşmamız gerekiyor. Sonra, birleşmemizin başarısına bağlı olarak, doğanın sonsuz varoluşunu hissedeceğiz, şu an hissettiğimiz fiziksel varoluşun yerine.

Kadim prensip “dostunu kendin gibi sev” bizi bunu yapmaya çağırıyor. Babil Kulesi inşa edilene kadar bu prensip etkiliydi ve sonra tüm dinlerin anonim esası olmuştur ve kadim Babil bilgeliğinden kaynağını almıştır, Babil Kulesinin yıkılmasından ve insanların milletler ve eyaletlere bölünmesinden sonra bu kuralı taşıyarak, her insan artık izole olmuş ve boş egoist kalmayacaktır fakat bütün bir organizmanın/oluşumun yaşamını hissedecektir, Adam, Yaradana benzer. Diğer bir deyişle, bu durumda sonsuzu hissederiz, doğanın mükemmel varoluşunu.

22. Özellikle şimdi, özgecilik insanın hayatta kalabilmesi için zorunlu hale geldi. Bunun nedeni bizim şuan tamamen birbirimize bağlı olmamızın açık olması. Bu netlik  özgeciliğin yeni tanımının ortaya çıkarıyor. Herhangi bir niyet veya hareket yardım etme arzusundan gelmez fakat insanlığın tek bir olarak birleşmesi gerekliliğinden gelmesi gerçek bir  özgecilliktir. Kabala bilgeliğine göre, insanlığın bir vücut olmasını hedeflemeyen bütün özgecil eylemler amaçsızlıklarını ortaya koyacaklardır. Buna ek olarak, gelecekte, açık olacaktır ki herhengi bir düzeltme eyleminde bulunmamıza veya icra etmemize gerek yoktur insan toplumunda, sadece bir vücut olarak birleşin.

23. Kişinin insanlara karşı olan davranışlarını egoistikten özgeciliğe doğru dönüştürmesi kişinin bakış açısını diğer bir dünyaya yükseltir. Duyu organlarımız ile algıladığımız dünyada  duyularımıza görünenleri hayatın hisleri olarak kabul ederiz. Şu an’da var olan egoistik bakış açısı bizim sadece çevreye olan etkilerimize olanak sağlıyor. Doğamızı düzeltmek içimizde, etrafımızda olanları yani bütün doğayı hissetmemize olanak sağlayacak

Böylelikle, kendi dışımızdakini algılayacağız, kendi içimizdekinden ziyade, kendimizi bizi çevreleyen tüm dünyayı algılamaya değiştiriyoruz, dünyadan parçalar algılamak yerine. En nihayetinde, biz keşfediyoruz ki bizi çevreleyen dünya doğanın tek bir özgecil gücüdür.

Onunla bir olduğumuzda, varoluşumuzu hissederiz doğanın varoluşu gibi, sonsuz ve mükemmel. Biz o his ile aynı duyguları paylaşıyoruz, bizi yönetiyor vücudumuz son bulduğunda dahi, varlığımızın ebedi doğada devam ettiğini hissederiz. Öyle bir durumda, fiziksel hayat ve ölüm varoluş hislerimizi etkilemez çünkü manevi egzotik algı, dış ve özgecil bakış açısının yerini almıştır.

24. Zohar Kitabı yaklaşık 2000 yıl önce yazılmıştı, kitapta 20. Yüzyılın sonuna doğru insanlığın maksimum egoizm seviyesine ulaşacağı ve aynı zamanda maksimum boşlukta olacağı yazılmıştır. Bu zamanda insanlık yaşamda kalma ve icra etme metotlarına ihtiyaç duyacak der kitapta. Yine Zohar Kitabı’nda belirtilir ki; Kabala’nın insanlığa ifşasının vakti gelecek yani doğaya benzerliğe ulaşmanın metodu.

25. İnsanoğlunu ve insanlığı düzeltmek, özgecil doğayla benzerliğe ulaşmak herkes için bir anda olan bir şey veya aynı an’da olan bir şey değildir. Aksine, düzeltme her bireyin ve tüm insanlığın küresel krizleri kabul ettiği ölçüde mümkün olacaktır.

Düzeltme, bir insanın egoistik doğasının kötülüğün kaynağı olduğunun farkına varması ile başlar.

Akabinde, kişi doğasını değiştirmeyi araştırır. Araştırma şu sonuca varır, yalnızca toplumun etkisi bu misyona yardımcı olabilir.  Bunun anlamı, eğer toplum değerlerini değiştirirse ve özgecil değerleri yüceltirse, sadece bu insanın düzeltilmesi ile olacaktır. Özgecillik ile karşılıklı yardımdan bahsetmiyorum, fakat tüm insanlığın Yaradan’a benzer olarak birleşmesi, dünyadaki tek değer olarak.

26. Toplum, insan bilincini ortak sorumluluğumuzu anlama aşamasına yükseltmeli. Bu nedenle Yaradan bizimle tek olarak ilgilidir, tek yaratılan insan – Adam. İnsan amaçlarını egoistik yollar ile başarmaya çalıştı fakat insanlık şimdi keşfediyor ki problemlerin çözümü kitlesel olarak, özgecillik ile mümkün. Egoizmin aşamalı ifşası bizleri Kadim Kabala yöntemini uygulamak için zorunlu bırakacak, Babil’de uygulamayı başaramadığımız yöntem.

27. Dünyada meydana gelen tüm çilenin nedeni insanın doğaya karşı olmasından kaynaklanıyor. Doğanın diğer bütün parçaları, cisim, bitki ve hayvanlar doğanın emirlerini sezgisel ve eksiksiz olarak takip ederler. Sadece insanın davranışı kendisini cisim, bitki ve hayvan doğasının karşısına koymuştur.

İnsan doğanın yaradılışının tepesinde olduğu için, doğanın diğer parçaları (cansız, bitki ve hayvan) insana bağlıdır. İnsanın düzeltilmesi ile doğanın diğer parçaları da, tüm evren en mükemmel haline ulaşacaktır, Yaradan ile birlikte tam birlik.

28. Yaradan’ın planına göre, tüm evren, bu duruma erişmek zorundadır, bu düzeltmeye ayrılmış zaman kısıtlıdır. Zohar kitabında belirtilirki düzeltme 21. Yüzyılın başlarında yerine getirilmiş olmalı der. Şimdiden başlayarak, yoğun acılar ile insanlık düzelmeye teşvik edilecektir.

Yaradılışın hedefinin tanınması ve düzeltme metodunun bilgisi bizlerin hedefimiz doğrultusunda bilinçli ve acı çekmekten daha hızlı ilerlememizi sağlayacaktır yoksa arkadan bizi yakalardı. Böylelikle acı çekmek yerine, doygunluk ve ilham hissedeceğiz, hala düzelme yolunda olmamıza rağmen.

Herşey bizim krizlerin nedenlerini topluma açıklarkenki eforumuza bağlı ve çözümleme yöntemimize bağlı. Mutlaka açıklamamız gerekiyorki en güzel, sonsuz ve mükemmel aşamaya ulaşmayı başarabilmemiz için krizler gereklidir. Bu amacı açıklamak kolay bir görev değildir fakat tırmanan krizler bizim süreci algılamamızı zorunlu ve amaçlı hale getiriyor. Zamanımızı özel yapan şey ise tırmanan krizler ile birlikte değişim için açılan olanak penceresi bulunuyor. Krizleri idrak etmenin, yeninin yaradılışı ve düzeltilmiş medeniyetin optimum aşaması olarak açıklama yetisine sahibiz ve dahası zorunluyuz.

Tartışma | Share Feedback | Ask a question




"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed

Önceki yazı:

Sonraki yazı: