Yeni Bir Dünya

Doğumun Mutlu Sancıları

İşsizliğin daha çok artacağı yeni bir döneme doğru yaklaşıyoruz. Halen dünyada iki milyon işsiz insan var. Gelecek yıl içerisinde bu sayı daha da artacak. Bu insanlar, hem kendileri hem de bütün olarak toplum ve hükümetler açısından depresyondan kanlı devrimlere ve savaşlara kadar, geniş bir yelpazede büyük sorunlara yol açacak.

Bu sebeple organizasyonumuz integral eğitim fırsatlarını araştırmakta ve işsiz olan insanları eğitecek bir kurs programı hazırlamaktadır. Bu kursun değişen dünyaya uyum sağlamalarında onlara yardım edeceğini ve arkadaşları, ailesi, toplum arasında, ülkesi ve çağdaş dünyada kendilerini daha iyi anlamaları ve hissetmelerine olanak vereceğini, umuyoruz.

Bu tarz konuşmaların gerekli olduğuna ve bunlar söylenmeden dünyanın hızla bir felakete doğru sürükleneceğine inanıyoruz. Hükümetleri ikna ettiğimizi ve tüm dünyanın zorunlu olarak bu dersleri öğretmeye başladığını düşünelim. Bazı ülkelerin, pratik faydaları sebebiyle bu projeyi uygun gördüğünü ve başka bir çıkış yolu olmadığını anladıklarını, farz edelim. Diyelim ki, hükümet bursu alarak bu dersleri çalışan, 30-40 yaş aralığında bir grup işsiz insan var. İlk toplantımızda etraflarında olup biten değişimleri anlamalarına yardım etmek için, onlara ne derim? Hayatlarını yeniden düzenlemeleri ve anlamaları için, onlara ne öğretirim? 

İlk olarak, şunu söylerdim, “Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Muhtemelen işsizliğinizi, olumsuzluklar sebebiyle ortaya çıkmış trajik bir durum olarak algılıyorsunuz ve belki de koşulların zorlaması olmasaydı buraya gelmeyecektiniz. Ancak bunun krizden çok, memnun edici bir durum olduğunu anlamalıyız.”

Buraya yaşadığınız zorlu tecrübeler nedeniyle değil de daha çok mutlu ve huzurlu yeni bir hayatın başlangıcında olduğumuz için, geldiğimizi düşünelim. Bunun için, kendi özelimizde ve genel olarak tüm dünyada neler olduğunu ve neden olduğunu, anlamamız gerek.

Geçirmekte olduğunuz bu süreç yaptığınız bazı talihsiz yanlışların sonucu mu? Belki de bu kaçamayacağınız doğal bir süreç. Doğanın kaçınılmaz yasaları sebebiyle mi tüm bunlardan geçiyoruz? Bizi büyük sonuçlara getiren, genel bir gelişim sürecinin sonuçları mı bunlar?

Bu duruma “kriz” diyoruz ancak tüm bunlar finans, bilim, kültür, eğitim, ekonomi ve materyalist insan yaşamının tüm katmanlarında yaşadığımız, genel, integral, ve küresel sıkıntıların bir bölümüdür. Aslında “kriz” kelimesi negatif bir anlam taşımaz. Doğuma benzer yeni bir aşamayı tanımlar.

Hayat tecrübelerimizden şunu biliyoruz ki, bir aşamadan diğerine doğru değişim zordur, çünkü iş ya da özel yaşamımızın bir safhasını değiştirerek kendi güvenlik alanımızı terk etmek zorunda kalırız. Alışkanlıklarımız bizi bağlar. Sorunsuz çalışan bir sistemin içinde kalmak fazla çaba harcamamızı gerektirmez, bu da bizi memnun eder çünkü yapısal olarak değişime direnç gösteririz.

Egomuz, güvenli ve istikrarlı bir düzeni aramamız için bizi iter. Yeni olan bir şeye doğru dönüşüm her zaman sıkıntılıdır. Aslında, bu dönüşüm kesinlikle daha mutlu bir geleceğe ulaşacağımıza emin oldukça, mümkün olur. Ancak bu zor ve sıkıntılı bir süreçtir, gelecek belirsizdir ve öngörülemez, bu yüzden de trajik bir durumdur.

Öyleyse, durumumuzun gerçekten kötü ve trajik olup olmadığına, büyük sorunların, şiddetli sellerin, depremlerin, tsunamilerin, volkanik patlamaların, savaşların, kargaşaların, darbelerin, kanlı sokak saldırılarının- yani kaosun, tüm bunlara sebep olup olmadığına ya da sadece yeni bir düzen ve henüz algılayamadığımız yeni bir aşamanın doğumu mu, olduğuna bir bakalım. Etrafımızda bizi zorlayan tüm bu etkenleri yeni bir aşamaya geçmek için ter dökmek ve çaba harcamak olarak kabul edebilir miyiz?

Tıpkı doğum sürecindeki bir bebek gibi, zor koşullardan geçiyoruz.

Doğumdan önce bebek, korunmalı ve güvenli olan annesinin rahminde huzur içinde büyümektedir. Derken “hoş olmayan” bir süreçle doğum başlar. Anne yoğun bir acı ve kasılma yaşamaya başlar. Bebek de büyük baskı hisseder. Beraber kalmaya daha fazla tahammülleri kalmamış gibi, birbirlerini itmeye başlarlar.

Bebek annesinin rahminden çıkmak zorunda olduğunu hisseder. Eğer bunu hislerle anlatacak olursak, şunu söyleyebiliriz ki, ne bebek daha fazla annesinin içinde kalmaya tahammül eder, ne de anne onu daha fazla içerde tutmak ister. Bu karşılıklı tepkinin sonucu olarak, doğum süreci başlar ve bebek onu büyük bir sevgiyle karşılayan harika bir dünyaya doğar. Böylece yeni bir hayata başlar ve varlığının yeni bir aşamasına gelir.

Birkaç gram ağırlığındaki bir parça et yerine, başka bir insan organizması içinde yaşayan bir canlı olmaktan çıkar ve bir insana dönüşür! Çok küçük olmasının ve neler olup bittiğini anlamamasının bir önemi yoktur; önemli olan yeni bir yaşama doğmuş olmasıdır. Bu zamanda bize olan şeyde buna benzerdir. Şimdiki durumumuz yeni bir dünyanın doğum sancılarıdır.

Küresel Devrim

Her ne kadar “doğum” diyemeyeceğimiz kadar radikal ve trajik olmasalar da tarihteki dönemlere benzer bir süreçten geçiyoruz. Biz o dönemleri insanlık tarihinin gelişim aşamaları olarak tanımladık.

Ancak, şimdiki durumumuz öncekilerden daha farklı. Bu zamana kadar, yeni bir aşamayı oluşturmak ve ona erişmek için çabaladık; sosyal, sivil ya da teknolojik yapıya ait yaşamı değiştiren devrim niteliğindeki koşulları önceden sezinledik. Değişimler yeni keşiflerin sonucu olarak gerçekleşti: yeni kıtaların keşfi, çığır açan silahların icadı ve aramızda bağ kuran internet gibi yeni teknolojilerin uygulanması.

Bununla beraber, bunlar insanlığın tüm katmanlarına hitap eden küresel gelişmeler olmadı. Tüm ülkelere, her aileye ve her insana kadar yayılmadı, fakat bugün her şey evrenseldir.

Şimdilerde yeni bir doğuma yaklaşıyoruz ve ona yaklaştığımızı görmemize rağmen, bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini tam olarak söyleyemiyoruz. Geçirmekte olduğumuz kriz, doğum öncesine çok benzemektedir. Bizi her geçen gün hem bireysel, hem de kolektif olarak daha fazla baskılamaktadır.

Etrafımızda, aileleriyle artık bir arada yaşayamayan, boşanan, evlenmekten kaçan, birbirlerine tahammül edemeyen, çocukları nasıl yetiştireceklerini ve işsizlik ve ekonomik sorunlarla nasıl baş edeceklerini bilemeyen insanlar görüyoruz.

Varlığımızın her safhasında, anlayış ve organizasyon eksikliği nedeniyle acı çekiyoruz. Bu durumu, toplumun ayrı bir kesiminin yaşadığı bir şey olarak değil, daha ziyade küresel, integral seviyede gerçekleştiği ve herkesi ilgilendirdiği için tam bir devrim ve insanlığın evrensel doğumu olarak nitelendirebiliriz. Böyle bir durum daha önce hiç olmadı. En kötüsü de geleceği göremiyoruz.

Eskiden, ortaya konan sosyal ve ekonomik programlar, öncekilere göre daha gelişmiş gibi görünüyordu. Örneğin kölelik sona erdiğinde daha ileri bir toplum düzeni onu takip etti. Güçlü değişimler devrimleri, din ve sivil savaşlarını başlatmasına rağmen, insanlar her zaman daha parlak bir geleceğin olacağına inandılar.

Bazı toplumlar gelecekte karşılarına çıkacak olanı kabul etti, bazıları etmedi. Bazı ülkeler değişimden geçerken, bazıları aynı kaldı. Şimdilerde hepimiz daha önce hiç olmamış bir küresel süreçten geçiyoruz.

Dahası, bu zamanda ekolojik ve iklimsel değişimlere tanık oluyoruz. Büyük iklim değişiklikleri (küresel ısınma ve buzul çağı dönemi gibi küresel soğuma)  her zaman insanlık için muazzam değişikliklere yol açmıştır.

Küresel soğuma, Sibirya ve Asya gibi kuzey ülkelerini, güney Avrupa’ya göçe zorlamıştır. Geçmişte tüm devrimler iklim değişiklikleri, yeni teknolojiler ya da halkın yöneticilere daha fazla katlanamamaları durumuna göre gerçekleşti.

Şimdilerde tüm değişimler, hiçbir şeyle huzuru bulamayan insanın iç doğası ve dünyayla ahenk içinde yaşayamaması sebebiyle çevresel ve ekolojik faktörlerle eşzamanlı olarak gerçekleşmektedir.

Yiyecek endüstrisi, iş piyasası, aile, eğitim ve güvenlik gibi sistemler ve nesilden nesle yaşamın devamı için gerekli olan her şey, işlevsizdir.

Tüm katmanlarda hiçbir şeyin doğru düzgün işlemediği genel bir düzene sahibiz. En önemlisi de yola nasıl devam edeceğimizi bilemiyoruz.

Yeni aşamayı görebilmek, ona anlayış ve farkındalıkla yaklaşmak, mümkün mü? Meraklı gözlerle bakan insanlar gibi davranabilir miyiz? İleriye bakıp, seçtiğimiz yolun doğru olduğundan emin olabilir miyiz? Geleceğimizi daha önceden bilebilir miyiz?

Eğer cevap evet ise, o zaman gelişimimizi çabuklaştırabiliriz ve karanlıkta dolaşmaktan kaçınabiliriz; aksi halde daima yanlışlar yapıp, yeni sorunlara sebep olacağız.

Eğer küresel yanlışlar yaparak kör gibi davranmaya devam edersek, her şey daha da kötü olacaktır. Artık daha fazla hata yapmaya ve sonuçsuz girişimlerde bulunmaya devam edemeyiz.

İşte bu sebeplerle bu eğitim kursunu başlattık. Kursun amacı insanların gözlerini açmak ve hepimizin içinde olduğu bu durumu, daha da önemlisi geleceğimizi onlara göstermek ve bugünden geleceğe doğru değişimin nasıl olacağını öğretmektir.

Doğum Öncesi Dönem

Değişen modern dünyayı anlamak için, şunları bilmemiz gerek: Geçirmemiz gereken değişimler nelerdir ve neden bu değişimleri yapmak zorundayız? Yaptığımız her şeyde başarısız olmamızın sebebi nedir? Yeni aşamaya geçmemizde bize yardım edecek şey nedir?

Gelecek aşamamızı, doğanın doğum yapan bir anne gibi hem içsel hem de dışsal olarak bizi baskıladığı ve zorladığı doğum öncesi dönemi olarak algılayabilir miyiz?

Bu süreç insanlığın gelişimi için gerekli midir? Eğer bunu önceden bilirsek, bu süreci bekleyebiliriz.

Kölelik döneminde yaşayan insanlar, onlara bazı özgürlükler verecek olan toplumdan ne beklediklerini bilmiyorlardı. Kendileriyle ilgilenmek zorunda olmadıklarından, köleliğin kendileri için en uygun durum olduğunu düşünüyorlardı. Başka hiçbir şeye ihtiyacım olmadığından, bir başkasının benim yiyeceğimi ve barınağımı temin edeceğini bildiğimde, çalışmak için istekli olurum.

Bir insanın köleyken düşündüğü şey budur. Sahibinin onunla ilgilenmesini bekler, karşılığında da o çalışmaya hazırdır. Köle sahibi, köleye verdiğinden daha fazlasını kazandığından, ona yiyecek, barınak, normal yaşam koşulları ve sağlık hizmeti sağlar ve bu şekilde karşılıklı yarar sağlayan koşullarda varlıklarını sürdürürler.

Fakat şu ortaya çıktı ki, bir köle getirdiği kardan daha fazla yatırım gerektirdiği için artık sahibine faydalı olmuyor. Eğer ona özgürlüğünü verirsem ve o da benim için çalışmaya devam ederse, o zaman çalışmasının karşılığında kazanç elde ederim: Bu onun bakımını sağlamayı düşünmekten çok daha iyi.

Bu şekilde toplum yeni bir dereceye ilerledi. Bugün de yeni bir aşamaya doğru bir ilerleme sürecindeyiz. Peki neden gelecek aşamayı öngörüp, planlayamıyoruz?

Tüm insanlık tarihinin geniş bir tecrübesine ve büyük beyinlere sahibiz: bilimimiz, bilim adamlarımız ve çok gelişmiş teknolojilerimiz var. Uluslar arası komiteler ve kurumlar, araştırma enstitüleri ve üniversiteler, psikolog ve sosyolog orduları, ekonomistler ve finans uzmanları olmasına rağmen, neden birdenbire küçük, zavallı, kör ve hiçbir şeyi yapamaz bir hale geldik?

Tüm bunlarla yapacak bir şeyimiz yok. O zaman bilim adamları neden bir çözüm bulmaktan yoksunlar? Bu öyle umutsuz bir durum ki, siz ve ben çözümü bulmak için bu kursu alıyoruz. Daha fazla tecrübelerimize güvenemeyiz, yaklaşmakta olan geleceği yapay olarak çalışmak zorundayız.

Toplumu Yeniden Kurmada İnsanın Sorumluluğu

Geçmiş dönemlerde, insanlar her şeyi yeteri kadar yaptığını ve bir devrim yapma zamanın geldiğini hissetti: çevreyi ve toplumu değiştirmek. Fakat şimdilerde durum böyle değil. Her şeyi değiştirmek zorunda olduğumuzu biliyoruz, fakat nereden başlayacağımızı bilmiyoruz. Yöntemi ya da hedefi bilmiyoruz, tamamen çaresiziz.

Öyleyse ilk olarak, toplumda evrim dediğimiz ülkelerin, ailenin, ekonominin, çocuk yetiştirmenin, geçinmenin, kültürün, teknolojinin ve bilimin gelişimiyle ilgili olarak konuşarak, başlayalım.

İnsanlar yüz binlerce yıldır toplum içinde yaşar. En azından geçen on bin yıldır insan sosyal bir yaşam sürüyor, çünkü gereksinimi olan şeyleri kendi başına sağlayamıyor. Hayvanlar gibi küçük kabileler halinde yaşayamayız. Hayvansal seviyeden gelmemize rağmen, doğamız bizi kişisel gelişime, çevremizin gelişimine, hayatı öğrenmeye ve onu geliştirecek yollar bulmaya doğru itmektedir.

Bu insanın içsel arzusudur, bu egoist bir arzudur, çünkü herkes kendisi için daha iyi, daha güvenli ve daha huzurlu bir hayat ister. Herkes diğerlerinden daha başarılı olmak ister. Kıskançlık, özenme ve hırs insanları yönetir ve bu niteliklerin tüm eski kültürde geliştiğini ve büyüdüğünü görebiliriz. Bunlar bizi gelişime itmiştir.

Bu sebeple insan bir toplum içinde yaşamak ihtiyacındadır. Ormanda yaşamını sürdürebilirdi, ama o zaman da bir hayvan gibi olurdu. Ormanda kaybolan ve orada hayvanlar gibi yaşayan çocuk hikâyelerini biliyoruz. Hayvanlar onları benimsiyor ve o kişide artık toplumuna dönemeyecek derecede insan niteliğini kaybetmiş oluyor.

Bu sebeple tüm nesiller boyunca gelişimimiz topluma ve çevreye yönelik oldu. Ve daha da ilerledikçe insanın kendi başına bir şeyleri değiştiremeyeceğini anladık. Önemli değişimler toplum içinde olur ve tüm gelişme buna bağlıdır.

Kişi toplumu geliştirir ve kendi kişisel yaşamı da toplum vasıtasıyla değişir. Biri diğerine bağlıdır. Bugün ben dünyada binlerce insana bağlıyım, çünkü işime, ne giydiğime, yediğime, evimin neyden yapıldığına, ne ile ısındığıma baktığımda, sahip olduğum her şeyi sağlamamış tek bir ülke bile bulamam.

Bu direkt olmadığı zaman, başka ülkeler aracılığı ile gerçekleşir: bir ülke ham maddeyi temin ederken, bir diğeri örneğin kıyafetlerimi diken makine parçalarını üretir. Çalışmalar göstermiştir ki dünyadaki herkes herkese bağlıdır.

Dünya daha fazla olarak herkesin işinin birbirine bağlandığı ve diğer insanlarla ahenk içinde çalıştığı bir döneme doğru gittikçe, kendimiz için daha fazla ürün almak isteriz.

Geçmiş yüzyıllarda, insan kendisi için bir parça ekmek, sirke, şarap ve et temin ediyordu ve hepsi bu kadardı. Sonra daha fazla yiyecek, kıyafet, ayakkabı istedi. Sonra onu arabalar takip etti. Ve bununla beraber ekonomide, ziraatta ve mühendislikte daha çok uzman gelişti. Kültür, edebiyat, müzik ve şarkılar yaratıldı.

Tüm endüstri, yaşamak için gerekli olmayan ama onlarsız da yaşayamayacağımız her şey, insan içindir. Bir müzisyen sahneye çıkar ve bir gecede ona bir memurun zorlu bir çalışma karşılığı bir ayda ya da bir yılda kazandığından daha fazla ödeyen binlerce kişinin önünde konser verir. Diğer bir deyişle, bizim için gerekli olmayan şeylere değer veririz: spor, turizm gibi.

Eğer gereksinimlerimiz için neyi, ne kadar ürettiğimize bakacak olursak, %90’ının gereksiz olduğunu görürüz. Fakat yine de onlara ihtiyaç duyarız. Tüm bunların insan seviyesine ait olduğunu biliriz.

Elbette başka bir şansımız olmasa bir mağarada da yaşayabiliriz, fakat evrim bizi tüm bu şeyleri üretmeye zorlamıştır.

İnsanların toplumdan uzaklaşıp sıkıcı bir yaşam sürmeye zorlandığı bir döneme geldik. İnsan, en fazla açlıktan ölmeyecek kadar kendi temel ihtiyaçlarını sağlayabiliyor. Eğer medeniyetin getirdiği her türlü şeyi elde etmek isterse, topluma karışmalı, üretmeli ve sonra da mümkün olduğu ölçüde toplumdan istediğini alabilmelidir.

Esasen topluma bağlıyız. Bu kaçınılmazdır. Eğer toplum içindeyken kriz yaşıyorsak, nerede yanlış yaptık? Bu kriz bizi iyi hissettirmiyor; yaşadığımız şey henüz gerçek bir doğum değil ama onun sancıları ve bu sebeple neyin yanlış olduğunu açığa çıkarmalıyız.

İnsan Gelişiminin Sonu mu yoksa Başlangıcı mı?

İnsan gelişimini incelediğimizde şu netleşir ki, her şey arzumuzdan doğdu. Zaman geçtikçe insan daha fazlasını istedi. Uzun zaman önce birkaç inek, yiyecek yetiştireceğimiz bir parça toprak, eş ve çocuklarımızla sade bir köy sakini olmak gibi, basit isteklerimiz vardı ve bunlar bizim için yeterliydi. Arzumuz küçüktü.

Sonra arzu büyümeye başladı. Ürünlerimizi şehirde ve pazar yerinde satmaya başlamamız için bizi zorladı. Karşılığında güzel giysiler ve daha önce sahip olmadığımız bazı ürünler almaya başladık. İnsan şehre geldi, toprağı süren makineleri gördü ve onları elde etmek için daha çok çalıştı. Ya da makineyi ilk alan olmak için başkasından para aldı ve makine sebebiyle fazlalaşan hasatının satışıyla, borcunu ödedi. Gittikçe aramızda daha sıkı bağlar kuruldu. Egomuz büyüdü ve bizi gelişime itti.

Tamamen gelişim arzusuna bağlı olan insanlığın hikayesi budur: Her zaman daha fazlasını istedik, fakat neden? Arzumuz büyür. Neden büyüdüğünü bilmem ama her geçen gün daha fazlasını istediğimi hissederim. Başkalarına bakarım ve herkesin bir şeyler arzuladığını görürüm. Onları izlerim çünkü içimde kıskançlık, hırs ve yönetme arzusu vardır. Onlardan bana faydalı olacak bir şeyler almak ve onların aşağısında kalmak istemem. Hepsinden önemlisi egom var ve kaybediyormuş gibi görünmek istemem. Kazanmak isterim!

İnsan gelişimine bu açıdan baktığımızda, bizi ileriye iten şeyin bu olduğunu görürüz. Her zaman etrafımıza bakar, başkalarından öğreniriz. Aramızda teknolojiyi, ekonomiyi, ilacı ve insanlığın faydasına olan her şeyi yaratan ve icat eden, hayal gücü yüksek birçok insan var. Bu şekilde gelişiriz.

Zamanı geldiğinde savaşları başlatıp, yeni alanlar, ülkeler fethettik. Sonra yeni kıtalar keşfedip, teknoloji ve ticareti geliştirdik. Sonra da uzaya çıkıp, sona geldiğimizi fark edene kadar gelişmeye devam ettik. 50-60 yıl önce insanlığın hissettiği şey buydu.

1960’lardan başlayarak entelektüel insanlar çevreyi, toplumu ve insanlığın gitmekte olduğu süreci incelemeye başladılar ve sona geldiğimizle ilgili olarak bizi uyardılar ve aynı yerde dönüp durduğumuzu söylediler. Bize bir şeyler olmuştu ve nereye doğru gideceğimizi bilmiyorduk.

O zamanki uzay programı bize bunu bir şekilde unutturdu. Fakat o bile çabucak sona erdi. Dünyayı bir kez daha dönsek ya da aya tekrar uçsak ne değişirdi, bunları zaten yapmıştık, sonraki şey neydi? Bunun bize yardım etmediğini gördük; tüm bunlar bitkisel, hayvansal seviyede bile değil, cansız seviyededir. Tüm umutlarımız ve başka bir yerde gelişmiş bir yaşam bulma rüyaları sona erdi.

İşte burada boşluğa düştük. Gidecek yerimizin olmadığı bir noktaya geldik, hiçbir gelecek proje yok. İçsel doğamız ve dışsal doğamız yani etrafımızdaki dünya bize artık kendini açmadı. Ne elde ettiysek o, daha fazlası değil. Sosyologlar ve filozoflar (Fukuyamaand ve diğerleri) bizi uyarmaya ve insanlığın sonuyla ilgili birçok kitap yazmaya başladılar. Diğer yandan, bazı bilim adamları dünyanın dairesel olarak geliştiğini iddia ettiler.

Nesiller Arasındaki Kopuk Bağ

İnsanın egoist gelişiminin sınırsız olduğunun göstergesi olarak, muhteşem makineler icat etmeye devam edeceğiz, herkesin kendi uçağı olacak ve iletişim kurmak için bezersiz yollar bulacağız. Fakat en sonunda tüm bunları tüketen insan, aslında bunların hiçbirini istemediğini anlayacak ve kendine tüm bunlar ne için, diyecek. Her şeyde bir haz eksikliği ve boşluk hissedecek.

Neden tüm bunlar onu tatmin etmeyecek? Sorun şu ki, tüm gelişim gittikçe büyüyen arzular vasıtasıyla gerçekleşir. Fakat artık bu arzular büyümüyor! Tersine, birçok arzumuzun gerilediğini hissediyoruz.

Bir zamanlar insan, büyük bir aile, birçok çocuk ve hatta birkaç eş istedi. Sonra bu gereksiz bir hale geldi; bir eş ve iki çocuk hatta bir tanesi yeterli geldi. Bugün insanlar bunu bile istemiyor. Hayat gittikçe zorlaşıp, karmaşıklaşıyor ve gelişmiş ülkelerde insanlar 30-40 yaşına kadar ebeveynlerinin evinden ayrılmak istemiyorlar.

Kişi kendisi için çalışıyor ve kazanıyor; neden bir çocuğa ve eşe ihtiyaç duysun ki? Seyahat edebilir, dinlenebilir, eğlenebilir ve kendini özgür hissedebilir. Annesi onunla ilgilenir ve o da mutlu olur.

O kadar gelişmiş bir toplum yaratık ki marketlerden hazır yemek alıp, sadece mikrodalga fırında birkaç dakika ısıtıp yiyoruz. Bir evi kimseyle paylaşmamıza gerek yok, herkes kendi başına yaşıyor ve kendini özgür hissediyor. Yaşlandığımızda da bir bakım evine gidiyoruz, sosyal sigortadan yararlanıyor ve bir mezar yeri ediniyoruz, bizim için başka ne olabilir ki? Tüm bunlar hayatımızı çok çalışarak geçirmemize değer mi?

Egomuz öyle büyüyor ki, başkalarıyla bağ kurmayı, enerjimizi onlara harcamayı, onlarla ilgilenmeyi başaramıyoruz. İnsanlarla bağ kurabileceğimizi hissedemiyoruz.

Ya da karşılıklı fayda koşulu altında bağ kuruyoruz, eşim ve ben iki arkadaş, ortak gibi yaşıyoruz. Yaşantımız olması gerektiği gibi gerçek bir aileden çok, iki kişinin bir arada yaşamasına benziyor. Bende, o da çalışıyoruz. O evle ilgileniyor, ben de ilgileniyorum. O ödüyor, ben de ödüyorum.

Her şeyde eşit olarak yer alıyoruz. Bu bir zamanlar kocanın evin patronu olduğu bir aile gibi değil; kadın çocuklara bakarken, erkek evin geçimini sağlardı. Şimdi her ikisi de evden çıkıyor, çocukları okula bırakıyor, akşamda alıp eve geliyor. Evde ne kadar zaman geçiriyorlar? Birbirlerini bile yeteri kadar görmüyorlar. Erkek ya televizyon seyrediyor ya da bilgisayarda vakit geçiriyor, kadın da çabucak biraz toz alıp, bulaşıkları yıkıyor, çamaşırları makineye atıyor ve işte hepsi bu, bir gün böyle bitiyor.

Şimdi her ikisi de eşit olduğundan, eskiden olduğu gibi birisi daha baskın, birisi daha geride değil. Diğer bir deyişle aile önceki yapısını kaybetti ve sadece bir ortaklığa dönüştü. Eğer bu ortaklık anlaşmasından başka bir şey değilse, o zaman daima benim için neyin faydalı olup olmadığına bakarım. Eğer benim için faydalıysa bu ortaklığa girerim ve eğer değilse de bırakıp giderim. İşte bu sebeple insanlar boşanıp, bağ kurmak bile istemiyorlar.

Asıl mesele bu ve bizler bunun sebeplerini anlamak istiyoruz. Egomuz o kadar büyüdü ki, bize evlilik denen böyle bir ortaklık içine girmememizi söylüyor.

Kişinin egosu, ruhunun parçaları olan çocuklarının, ona yakın olduğunu hissetmemesine bile sebep oluyor. Artık çocukların kendi hayatı var; bizden uzakta yaşıyorlar. Nesiller arasındaki fark o kadar büyüdü ki, çocuklar ailelerinden tamamen kopuk yaşamaya başladılar. Farklı eğitimleri, ilgi alanları var ve bizden o kadar uzaktalar ki, onların ne konuştuğunu, ne yaptığını ve neyle ilgilendiklerini bilmiyoruz.

Nesiler arasındaki bağ yok oldu. Öyleyse neden bir çocuğa ihtiyaç duyayım ki? Onlara sahip olmanın zevki nerede? Benden sadece onlara para vermemi ve susmamı istiyorlar. Küçükken onlarla mutluyduk, ama 12 yaşından sonra onlarla aramızdaki bağı kaybediyoruz.

Eski güzel günlerde, insan çocuklarını yetiştirir ve sonra da torunlarına yardım ederdi, bu şekilde mutluydu. Bugün ise bu yok, çünkü çocuklarımız evlenmek istemiyor.

İnsan bu tip hesapları bilinçli olarak yapmaz ancak bir aile kurma arzusundaki eksiklik, gelişen egoizme bağlı olarak gerçekleşir.

Nüfus olarak çok hızlı bir şekilde katlanarak, gelişiyorduk ve şimdilerde gelişimimiz dengelenmeye başladı. . İnsan gelişimi için tahminde bulunan nüfus uzmanları, yakın bir zamanda dünyada nüfusun keskin bir düşüşe geçeceğini belirtiyorlar. Ancak, gelenekler ve dini kurallar sebebiyle çoğunlukla Arap ülkelerinde, nüfus artmaya devam etmektedir.

Fakat gelişmiş Arap ülkelerinde şimdilerde aileler 10-15 çocuk yerine, 2-3 çocuğa sahip. Onların da dünya trendlerini yakaladığını böylece görebiliyoruz.

Tüm Dünyadan Boşanmak

Yeni bir durumla karşı karşıyayız: toplum bütünselleşti. Bu sadece dünyadaki bankaların ve işletmelerin ortaklık kurması, ham madde değiş-tokuşu ve ticareti değil. Bugün dünyanın kültür ve eğitim sistemi tek, evrensel bir birleşmeye doğru gidiyor. Tüm bu unsurlar birbiri içine geçmiş ve birbirine bağlanmıştır.

Modern medyanın dünyada olup biten her şeyi takip etmeyi mümkün kılması bir tesadüf değildir. Özünde bilgi bir şey ifade etmez, fakat bizi birbirimize bağlı kılar. Eğer bu bir aile içindeyse o zaman bağ, güven ve haz verdiği için herkesin yararınadır. Fakat iyi bir bağ değilse, aile birliği çöker.

Sorun şu ki, birbirimizden ayrılamayız, çünkü küresel alanda birbirimize bağlıyız. Birbirimizden nefret edip, birbirimize tahammül edemeyebiliriz, ama aslında tamamen birbirimize bağlıyız. Doğa bizi yer kabuğuna hapsetti ve kaçacak başka bir yerimiz yok.

Her geçen gün, birbirimizle olan bağımız daha da güçleniyor. Geçmişte ülkeler ve insanlar çatışma içinde olduklarında yaptıkları en kötü şey birbirlerini öldürmekti. Bugün ise eğer çatışmaya başlarsak, modern silahlar tüm yaşayan canlıları yok edecek güçte olduğundan, tüm dünyayı kendimizle beraber alaşağı edebiliriz. Şu gerçektir ki, her alanda iyide ve kötüde herkese bağlıyız.

Bu büyük bir sorun çünkü egomuzun korkusu yok ve hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmıyor. Ego büyüyor ve gelişiyor, fakat anlayışımız onunla beraber gelişmiyor. Silahlarımız daha yıkıcı bir hale geldikçe, kıskançlıkla doluyor, güce ve zulme özlem duyuyoruz. Karşılıklı nefret zihnimizi bulandırıyor ve bu şekilde devam ederse her şeyi kolaylıkla yok edebiliriz.

Görüyoruz ki, doğa bizi boşanamayan bir aile gibi beraber hareket etmeye ve daha güçlü bir bağa doğru getiriyor.  Öyleyse bununla ilgili ne yapacağız? Bir çözüm bulmak zorundayız. Çözüm kesin ve net: tüm ülkeler ve insanlar arasında, “ailede” ve evimizde huzuru temin etmek. Bu saldırı yoluyla değil, herkesin kendi üstüne düşeni doğrulukla yerine getirmesiyle gerçekleşecektir.

Bu çözümü yaşamsal alanda hayata geçirerek, dünyadaki pek çok şeyi ve aramızdaki ilişkileri tek bir toplum olarak nasıl organize edeceğimizi öğreneceğiz. Herkesin birbirini tamamlamak zorunda olduğunu anlayacağız. Daha iyi, huzurlu sıcak bir dünyada yaşamalarını sağlamak için gelecek nesilleri, çocukları ve kendimizi nasıl eğiteceğimizi öğreneceğiz. Hiç kimsenin insanlığı kendisi için kullanmayacağından, emin olacağız.

Birçok bilim adamının söylediğine göre birbirimize olan bağımızdan dolayı dünya daha yuvarlak bir hale geldi, bu sebeple birbirimizden kaçamayız ve bu bağlılık her geçen gün daha da büyüyor. Ayrıca bilim adamları ulusları birbirinden ayırmak için uygulanan korumacı ve soyutlamacı politikaları savunmanın tehlikeleriyle ilgili olarak da bizi uyarıyorlar.

Bu tarz yaklaşımlar insanlığa adım attığımız ilk günden bugüne kadar gitmekte olan sürece karşı olan yaklaşımlardır. İnsanlık tarihine baktığımızda, doğanın yasalarına karşı gelen bu yaklaşımların hiçbir zaman başarılı olmadığını görürüz.

Bu davranış biçimi fizik kurallarını bilip ama onları tam olarak idrak etmemekle eş değerdir; bunun sonucunda kendimize zarar veririz. Sahip olduğumuz tüm teknoloji, bilim ve akıl doğanın yasalarını izlemeyi öğrenmemizi ister. Çok daha fazla doğa yasasını kendi yararımız için kullanmak için, kullandığımız araçları daha da arttırmalıyız.

Başka bir şansımızın olmadığını kendimize anlatmak zorundayız; küresel alanda görüşmeler yapıp, ortak bir anlayışa gelmeliyiz. Yapmamız gereken ilk şey bu.

Soru:  İnsan ve sosyal psikolojisiyle ilgili doğa yasalarının varlığından ve eğer bunları izlersek iyi bir hayatımızın olacağından, bahsettiniz. Bu ne demek? Ben sadece yer çekimi yasasını biliyorum.

Cevap: Aynı zamanda insanın içsel doğasının yasalarından bahsediyoruz: insanın, toplumun, ailenin psikolojisi, ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişki. Hayvan doğasına sahip tüm insan ilişkilerinin psikolojisini, büyük ve küçük, ebeveyn ve çocuklar, yaşlı ve genç tüm insan seviyelerini, her açıdan bilmek gerekir. Eğer insan doğasını ve aramızdaki ilişkiyi düzeltmenin yolunu bilirsem, herkesin mutlu ve rahat olduğu bir toplum oluşturabilirim.

Herkes uzlaşmalıdır. Her şeyden önce hepimiz kral olmak ve diğerleri tarafından önemsenmek istiyoruz. Diğer yandan eğer bir insanı başkalarıyla eşit düzeyde fayda elde edeceği, saygı, destek ve yardım alacağı şekilde eğitirseniz, o zaman uzlaşmayı memnuniyetle kabul eder. Herkesin birbirine bağlı olduğu bir sistemde başka bir yolun olmadığını görecektir. İnsanları ikna ederek bunu başarmak zorundayız.

Şu açıktır ki, insan egosu sürekli olarak mücadele etmeyi ve başkalarına hükmetmeyi ister. Fakat diğer yandan halkın düşüncesi de önemlidir. Kişi üzerinde çevresi güçlü bir etkiye sahiptir ve onu eğitir. Eğer toplum isterse kişiyi bir çerçevenin içinde tutup, egosunu ortaya çıkarmasından onu koruyabilir. Eğer insan, egosunu iyi kullanırsa çevresi tarafından takdir görür.

Halkın düşüncesi ve toplumun etkisi baskın ve bağlayıcı bir etkendir.

Yeni Dünyaya Geçişte Yanımda Ne Götürmeliyim?  

Soru: Doğanın hangi yasalarından bahsediyorsunuz?

Cevap: Doğa yasalarını incelerken yapılması gereken ilk şey, insanı, onun çevresini ve birbirlerine olan etkilerini anlamaktır.

Doğanın bir parçası olduğumuzdan bunu yapmak gereklidir. Öyleyse önce insanı çalışmalıyız. Her insan hem kendisi hem de toplum için, başkalarıyla nasıl beraber varolacağını bilmek ve sonuçlarını düşünmeden hareket etmekten kaçınmak için, psikolog olmak zorundadır.

Önce insanın kim olduğunu, neden bu şekilde geliştiğimizi ve krizin ilerlemesine direnç gösterme yetimizin olup olmadığını, anlamak zorundayız. Krizi durdurmak bizim yararımıza mıdır? Belki de doğa bizi yeni olana, daha iyi olana doğru yönlendiriyordur? Basitçe bizi iten şeyi anlamak ve hedefe doğru istekle ilerlememiz gerekir.

Neden gelecekteki resmi şimdiden göremediğimizi anlamak zorundayız. Daima geleceği görmeye alıştık ve yeni bir şeyler ortaya çıkarma dürtüsüne göre geliştik ve ilerledik. Fakat bugün her şey tersine döndü, hayal kırıklığı ve sıkışmışlık içindeyiz; artık daha fazla şey istemiyoruz.

Hali hazırdaki durumu bırakmak ve yepyeni bir aşamaya yükselmek zorundayız. Bu sebeple şimdiki durumumuzda bu kadar hayal kırıklığı, bıkkınlık ve acizlik hissindeyiz, bu şekilde devam etmek ve bu noktada kalmak istemiyoruz.

Gelecekteki aşama çok farklı olmak zorunda. Bu sanki geçmişi arkada bırakıp bizi arındıracak olan bir havuza girip, temizlenmek, yeni kıyafetler giyip yeni bir dünyaya doğmak gibi olacaktır! Artık daha fazla bu dünyaya bağlı kalmak istemiyoruz, onu yeteri kadar kirlettik; kendimize ve başkalarına, yakınımızdakilere ve uzağımızdakilere zarar verdik.

Dünyaya eleştirel anlamda bakacak olursak, buradan yenidünyaya yanımızda götüreceğimiz hiçbir şey yok. Mükemmel bir dünya beni beklerken, yanıma ne almak isterim ki? Yanıma alabileceğim bir ailem var mı? Hayır. Çocuklar, arkadaşlar, iş: hayır, hayır ve yine hayır. Öyleyse mükemmel bir yaşama doğru giderken yanıma ne alacağım?

Bu sebeple tüm hayatımızı yeniden değerlendirdiğimizde hayal kırıklığından başka bir şey bulamıyoruz. Belki de bu tamamen farklı bir aşamaya doğru bir çeşit geçiş sürecidir. Henüz bunu göremiyoruz ve diğer yandan şu anda sahip olduklarımızdan memnun değiliz ve onları artık istemiyoruz.

Şu anki durum için bir çözüm bulamıyoruz. Bu tüm dünyada olmakta: her geçen gün daha fazla insan, şu prensibi benimseyerek, geleceğini planlamadan gününü yaşıyor: Yaşamak için yaşıyoruz.

Bu özel bir durum; bu sebeple geçmiş yaşantımızı terk edip yeni bir boyuta, varolmanın yeni bir seviyesine geçiyormuşuz gibi olduğumuz bir süreç. Yeni bir dereceye doğru ilerliyor, yeni bir dünyaya doğuyoruz.

Dünyada işleyen başka integral yasalar da var; herkesin birbirine bağlı olduğu, kenetlenmiş bir aile gibi kapalı yuvarlak, eşit ve bağ içindeki bir dünyayı, doğa bize göstermeye başladı. Şimdilerde olmakta olan şey bu.

Test edeceğimiz şey şu: Bu sadece bir rüya mı yoksa insanlık gerçekten ileriye doğru ilerliyor mu; bu sonuca ya bilinçli olarak ya da bizi zorlayan güçler vasıtasıyla geleceğiz.

Doğal olarak, bir aşamadan diğerine en uygun şekilde nasıl geçeceğimizi bilmek için, tüm bu yasaları çalışmak bizim yararımızadır. Şimdiye kadar doğanın bizi arkadan itmesiyle ve yeni arzular edinerek geliştik.

Fakat bugün sona geldik ve bir sonraki adımımızı kendimiz bulmak zorundayız: sebebini, neden gerekli olduğunu ve ona nasıl ulaşacağımızı.

Bir aşamadan diğer bir aşamaya ve içgüdüsel olarak gerçekleşmiş bir sosyal biçimden bir diğerine geçişte, geçmiş nesillerin tersine bugün bizler bilinçli olarak gelişmeliyiz. İşimiz doğayı ve onun yasalarını anlamaktır ve kendimizi ve toplumu öğrenerek bu yasaları uyguladığımızda yeni bir aşamaya ulaşırız. Bu sanki kendimizi doğurmak gibidir.

Bu sefer tepede durup, kendimize yukarıdan bakmalıyız. Bu daha önce hiç olmamıştı. Daima hayatın akışına göre yol aldık: yeni bir devrim, yeni bir araba ve yeni bir fırsat. Fakat bugün bilinçli olarak bu yaşamın üstüne çıkıp tüm gezegeni ve toplumu küresel bir bakış açısıyla görmeli, olaylara yukarıdan bakıp ilerlemeliyiz.

İlk kez olarak, doğa istisnasız her birey ve hepimizden, varolduğumuz bu dünyada kim olduğumuzun anlayışına gelmemizi, talep ediyor. Yine ilk kez olarak yaşamın özünü bilen ve idrak eden bir insan olmamız isteniyor.

Bu sebeple bu kurs sadece vakit geçirmek için değildir, aksine hayatımızı tamamen değiştirmemize yardım etmeli ve bizi mükemmelliğe doğru ilerletmelidir.

İnsanoğlunun Gelişim Dinamikleri

İnsan psikolojisini çalışarak yasaları ve doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin resmi içindeki insanın yerini, öğreniyoruz; bizler yasalara göre ilerlemeliyiz. Doğanın gelişiminin bir parçasıyız ve onun dışında değiliz.

Psikoloji insan davranışı bilimidir ve aynı zamanda doğa yasalarının bir parçasıdır. Sadece yüz yıldan beri mevcut olmasına rağmen, doğanın önemli bir parçasıdır. Şu bir gerçek ki, nereden geldiğimiz, kim olduğumuz ve başkalarına nasıl davrandığımız bilgisine ve bilinçli bireyler olarak gelişme yetisine sahip olduğumuzu yüz yıl önce hissetmeye başladık.

O vakte kadar romanlarda insan davranışından bahsedilirdi. Fakat yüz yıl önce, neden insanın belli bir şekilde davrandığını ve bu davranış biçiminin nereden kaynaklandığını araştırmaya başladık. Bunun için insanla ilgili olan yasaları çalıştık. Bu sebeple psikoloji çok önemlidir. Kim olduğumu, başkalarının kim olduğunu ve aramızda mutlu bir yaşamı nasıl kuracağımızı anlamamızda bize yardımcı olur.

Eğer dünya dediğimiz bir ailenin içinde yaşıyorsak ve birbirimize bağlıysak, o zaman başka bir şansımız yok; bir anlaşmaya gelmek zorundayız. Psikoloji ailede barışı kurmaya yardım eder. Bu doğanın yasalarını anlamamızı gerektirir.

Dahası, doğanın cansız seviyesi için fizik, bitkisel seviyesi için biyoloji ve botaniği, hayvansal seviyesi için de zoolojiyi öğreniyoruz. Tüm bunlar doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerindeki yasalardır.

Psikolojide öğrendiğimiz insan davranışları insan doğası bilimidir. Gelişimimize göre doğa bizden bunu talep eder. Çocukların büyümesine baktığımız zaman her yıl nasıl geliştiklerini görürüz. Gelişen şey nedir? Onların doğası. Her yıl insan anlayış, akıl, davranış açısından ve fiziksel, psikolojik, fizyolojik ve ruhsal olarak gelişir. Bu doğanın gelişim yasası olarak kabul edilir.

Bu bir yasadır, çünkü iki yaşında bir çocuk belli bir kiloya, boya ve özelliğe sahiptir. Bu özellikler üç yaşındaki bir çocuk için farklıdır. Üç yaşındaki bir çocuğun nasıl göründüğünü nereden biliyoruz? Gelişim yasasına, dinamiklere yani sürece aşinayız. Buna doğanın yasası denir. Burada farklı olarak yapabileceğimiz bir şey yok çünkü gelişim insanın içine yerleştirilmiştir.

Doğa yasalarını öğreniriz; onun bir parçasıyız. İçimizde bizi geliştiren bir motor var; yetmiş yıllık yaşantısı boyunca her insanı ve tarih boyunca hepimizi geliştiren bir motor. Şimdi geriye baktığımızda yıldan yıla, bir çağdan bir çağa neden bu şekilde geliştiğimizi analiz edebilir ve gelişimimiz arkasındaki itici gücü ve neler olduğunu anlayabiliriz.

İnsanoğlunun tarihiyle ilgili bir değerlendirme yapabiliriz. Ne zaman ve ne olduğundan çok, neden olduğunu, gerçekleşen olaylara neyin sebep olduğunu anlamak gereklidir. İnsanlık belli yasalara göre gelişen bir çocuk gibidir. Bir hayvanın yavrusu olduğunda, yavrunun nasıl gelişeceğini bilirim. Eğer bilmiyorsam da, bu konuda uzman olan birine, veterinere götürürüm. Tüm bunlar doğa yasalarının bilgisidir. İnsan toplumu da aynı yasalara sahiptir; buna sosyoloji denir. Her şey yasalara bağlıdır. Bizler bu tür bilimler çok yeni olduğundan, bunları tam olarak anlayamıyoruz. Fakat her şeyin, her yerde var olan yasalara ait olduğunu görebiliyoruz.

İnsanın içsel verileri nasıl gelişeceğini, toplumu ve kendini nasıl oluşturacağını, tayin eder. Bu içsel veriyi etkileyen zaman kavramı bizi belli bir şekilde geliştirir. Çocuğa yiyecek ve bakım verildiğinde, her yıl daha gelişir. Besin mi onu geliştiriyor? Hayır, besin sadece bir çocuğu yetişkine çeviren içsel genlerini geliştirmeye yardımcı olur.

Bir damla spermden başlayan çocuğun gelişiminde hiçbir şey tesadüf değildir. Biliyoruz ki, bir damla sperm gelişip bir bedene, insana dönüşecek. Tüm bunlar dışsal besin vasıtasıyla büyüyen içimizdeki bilgisel genlerden kaynaklanır. Hepsi yasalar gereğince gerçekleşir. Bu gelişimin aynısını insan toplumunda da görürüz.

Sonsuz Bilgelik Evreni

Soru: Bir çocuğun gelişimini anlıyorum. Fakat bir toplumda hangi genlerin var olduğunu kim bilebilir ki? Kimse onun nasıl geliştiğini ya hiç görmemiş ya da hiç kimse verileri toplayamaz ve ileriye doğru nasıl gelişeceğini kanıtlayamaz. İnsanlık bizim tek çocuğumuz ve o bu şekilde büyüyor.

Cevap: Geçmişi analiz edebilir, felsefedeki, psikolojideki ve sosyolojideki gelişmeleri çalışabiliriz, tüm bunlar  süreci ve bu sürecin devam etme sebeplerini araştırmaya bizi yöneltir. Gelecek olasılıkları net bir şekilde göremiyoruz, fakat mevcut durumuzu irdeleyerek bir sonuca varabiliriz. Her şeyde olduğu gibi geçmişten ders çıkarabiliriz.

Doğa bizden yasalarını anlamamızı talep ediyor. Doğa cansız, bitkisel, hayvansal ve insan gelişim seviyelerini içine alan genel bir organizmadır. Herkes bu gelişimden geçer. Önce yeryüzü vardı, onu bitki alemi, sonra hayvanlar ve en sonunda da insan takip etti.

Bu gelişme Big Bang’le başladı ve birleşme yoluyla devam etti. Birçok parçanın her an birleşimi hem kalitesel hem de sayısal olarak yaratılışı daha karmaşık ve eşsiz kılmaktadır.

Önceleri sadece cansız madde vardı, fakat sonra birdenbire parçacıklar kendi bireysel gelişimleri, bir çeşit hayat talebiyle büyümeye başladılar. Sonra hayvanların münferit olarak gelişimiyle, hayvansal seviye ortaya çıktı ve onu insan seviyesi takip etti. Bunlar Doğanın gelişiminin sonuçlarıdır.

Açıkçası, bu gelişimin geçmişe bakarak görebileceğimiz kendi kuralları vardır. Soru onları anlayıp, anlamadığımızdır. Öyle görünüyor ki, anlamıyoruz, fakat bu onların varolmadığı anlamına gelmez.

Bir bilim adamı olarak, doğayı ve onun gelişimini inceliyorum ve onun bir parçası olarak gelişiyorum. Aslında tüm bilimsel başarılara rağmen, insanoğlu hiçbir zaman doğanın üstünde olamaz.

“Evren” dediğimiz kapalı bir kürede yaşıyor, yaşadığımız yeri tanıyor ve bu alanda işleyen yasaları çalışıyoruz. Bu küre sonsuz, sınırsız ve sayısız bilgelikle dolu. Bizim tüm yaptığımız bu bilgeliğin önemsiz parçalarını toplamak: Tüm bilimin dayandığı şey budur.

Doğadan başka bir şey çalışmıyoruz ve bu yerküre içinde aynı zamanda kendimizle ilgili olanı da öğreniyoruz. Hayatlarımızı kontrol edemediğimizi görüyoruz, bu sebeple mutlak bir şekilde doğa yasalarını öğrenmemiz gerekiyor. Hoş olmayan sorunların bizi doğayı anlamaya doğru itmesi çok iyi; en azından, onun motivasyonu hayatlarımızı geliştiriyor.

İlk Dersin Sonuçları

Bunlar sadece başlangıç. İlk dersimizi sonuçlandırmak için, doğanın içinde var olduğumuzla ilgili hemfikir olmak zorundayız. Onu, içinde yaşadığımız kapalı bir küre, bir daire olarak düşünebiliriz. Bu kürenin içinde kesin yasalar işler ve bize hükmeder.

Bu yasaların bazılarını doğayı incelediğimizde keşfediyoruz ve buna bilim diyoruz. Fakat şüphesiz ki, bu yasaların %99,9’u bilinmiyor; henüz bunları ortaya çıkaramıyoruz.

Genellikle, doğanın yasalarını bilmek daha iyi bir yaşam elde etmemiz için bize yardım eder. Evinizdeki kullanışlı eşyalara bir bakın: televizyon, internet, çamaşır makinesi ve kurutucu. Hepsine sahipsiniz. Kıyasladığınızda, kuyudan su çekip, ateşte yemek pişiren ve teknede çamaşır yıkayan unutulmuş bir köydeki kişiye göre hayatınız ne kadar da konforlu.

Hiçbir çaba sarf etmeden tüm bu şeyleri saniyeler içerisinde yapıyoruz. Kuyu yerine musluğum var, çaba harcamadan bana yardımcı olan tüm bu konforlar. Bu şekilde önceki köy yaşamımda gerekli olan çabayı harcamadan yaşayabiliyorum.

Diğer bir deyişle, gelişimimiz insanı hayatın gerekliliklerinde farklı şeyler yapması için özgürleştiriyor. Fakat soru şu, neden böyle gelişmiş bir yaşamı elde ettikten sonra, yaşam bu kadar acı ve boş, neden bizi çaresizliğe sürüklüyor ve belirsizliklerle dolu?

Hayatımıza böyle harikalar katan sosyal ve teknolojik gelişmelerin yarattığı boş zamanlarda ne yaptık? Fiziksel olarak zor olsa da sakin, huzurlu köy yaşamı yerine, modern bir ormanın içine düştük.

Neden zamanımızı ve enerjimizi hayatımızı bu kadar karışık ve zor yapan teknolojinin gelişimi için harcadık? Belki de durmamızın vakti gelmiştir? Belki şimdi tamamen farklı bir yaşama kavuşmanın zamanı gelmiştir: sanki köyümüzü daha cazip olan yeni bir yaşam için terk etmek gibi.

Eskiden olduğu gibi yaşamamız için gerekli olan şeyleri sağlamak için sadece birkaç saate ihtiyacımız var, haydi geri kalan vaktimizi ruhumuza adayalım ve bunu yapmayı deneyelim. Belki bu şekilde hayatlarımızı iyileştirebiliriz?

İlk konuşmamızı bu soruyla kapatıyorum…

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed