Gelişimimizin Dönüm Noktası

Gelişimimizin Dönüm Noktası

Değişim sürecinde nesilden nesle değişiyoruz ve binlerce yıl sonra yetenek ve bilginin hükmettiği küresel, bütünsel bir toplum olarak yaşadığımız bu dünyada özel bir aşamaya geldik. Gelişimimiz süresince daha önce sahip olmadığımız güç, akıl, algılama yeteneği ve hissini edindik.

Geçirdiğimiz tüm bu aşamalar hoş olmasa bile bizi yolun sonundaki mükemmel aşamaya kesinlikle getirecektir. Halen daha gelişim sürecinin içinde olduğumuzdan sonucu tam olarak göremiyoruz, umalım ki kısa bir zaman sonra bu aşamaları hissetmeyi başarırız.

Bizi parlak geleceğe, güvenliğe, refaha ve mutlu bir yaşama götürecek olan, gelişim sürecimizi rahat, huzurlu ve kolay kılabilmek için, yapılması gerekenleri yapmayı öğrenmek zorundayız.

Gelişim sürecinde çeşitli aşamalardan geçerken, onları kontrol edemediğimizi görürüz. Hayatımızı kesinlikle daha rahat kılmaya çabalarız ve bunun için çabalarken de toplumu, aile yapısını, çocukları yetiştirme biçimimizi, kültürü ve ilişkilerimizi değiştiririz. Hayattan sürekli haz almak istediğimizden özellikle bunun için çabalarız ve ne pahasına olursa olsun bu hazları elde etmek isteriz. Bu süreç aşamalı olarak gerçekleşir ve her seferinde o sırada bize uygun gelen yöntemleri kullanırız.

Hayatımızı ne zaman değiştirmek istesek, bilimsel başarılara dayanırız. Doğadan daha başka neler alacağımızı görmek için çabalarız ve her şeyin ötesinde kendimizi korumak için kullanacağımız doğa yasalarını, yani hayatımızı organize etmek için hangi yolları benimseyeceğimizi bilmek isteriz. Örneğin, hava durumunu, her mevsim bizi bekleyen koşulları öğrenmek bizim için yararlıdır. Sağlığımızı korumak, tedavi yöntemlerini öğrenmek,  çamaşır makinesi, robot gibi ev işlerini kolaylaştıran teknolojileri geliştirmek için insan doğasını çalışmak zorundayız.

Diğer bir deyişle, varlığımızı korumada gerekli olan koşulları sağlamaya çalışırız. Mümkün olduğunca hem kişisel hem de küresel acılardan kaçıp, her aşamada haz almak da isteriz. Bu insanın doğasıdır ve tüm çabamız doğal ihtiyaçlarımızı karşılamaya yöneliktir.

İçsel dürtülerimiz vasıtasıyla gelişiriz. Her dakika her aşamada her birimizin içinde yeni arzular uyanır ve bu arzuları doyurmak isteriz. Eğer kendimize dışarıdan bakacak olursak, her an arzuları değişen küçük çocuklara benzer davrandığımızı görürüz. Şimdi yemek istiyorum, şimdi içmek istiyorum, sonra uyumak ve ondan sonrada televizyonda ilginç bir şey seyretmek istiyorum. Ve hepsinin üzerinde işe gitmeye de mecburum…

Diğer bir deyişle, sürekli olarak yeni güçlerin etkisiyle gelişiyorum. Bir tanesi beni arkadan itiyor: Çalışmak ve kendi ihtiyaçlarımı karşılamak zorundayım, çünkü hiçbir şey sihirli bir değnekle gerçekleşmiyor ve arzuladığım haz bana kendiliğinden gelmiyor. Bu ancak cennette olur, gerçek hayatta değil.

Burada şu soru akla geliyor: Arzularımız nereden kaynaklanıyor? Bazıları bedenin fizyolojisinden kaynaklanıyor, yemek, dinlenmek ve uyku gibi. Elbette beden tüm bunların arasında daha ilginç şeylerden de haz almak istiyor.

Bütün arzularımızı yiyecek, seks ve aile arzusuna paylaştırıyoruz. Bunlar olmadan var olamayız, tıpkı hayvanların dünyasında olduğu gibi. Bu hayvansal yaşamın yanında, insan olmanın gerektirdiği ilgi alanlarına da sahip olmayı arzu ederiz. Buna para, güç, şeref, bilgi, kültür, din gibi birçok şey dahildir ki onlarla gelişir ve yiyecek, seks ve aile arzularından daha azını istemeyiz. Bazı zamanlar yiyecek, seks ve aileden, daha iyi eğitim almak, bilimsel keşifler yapmak, kültürel hayatımızı zenginleştirmek için vazgeçmeye hazırızdır. Bazı insanlar vardır ki, onlar zengin, ünlü olmak ve güç kazanmak için bunlardan vazgeçmeye hazırdır. Böylece yiyecek, seks ve aile onlar için artık önemini yitirir; buna dikkat bile etmezler.

Tüm bu arzular içimizde birbirine karışmıştır ve herkes bunları kendi yapısına göre idrak eder. Fakat tüm insanlarda tüm bu arzular mevcuttur ve bunları idrak etmeye hazır olması kişinin yetişmesine ve çevresine bağlıdır.

Kişinin Eğilimleri Nasıl Gelişir?

Hangi eğilimlerinin kişide (hayvansal bedene ya da insan seviyesine ilişkin) daha gelişmiş olduğunu, onları nasıl kullanacağımızı ve hangisinin bizi daha yüksek veya daha aşağı bir dereceye getireceğini belirleyen şey, çevredir.

Eğer aile çocuğunu diyelim ki bilimin her şeyden üstün tutulduğu bir çevreye getirirse, çocuğun bilimin önemini hissetmesi şaşırtıcı olmaz ve çevresi bu yöne olan eğiliminin önemli ve gurur verici bir uğraş olduğunu anlamasında ona yardımcı olur. O zamana kadar, bilime yönelik eğilimi yoksa ve hayatla ilgili ilginç şeyler öğrenmeye istekli değilse, bu çevrenin (ortak paylaşılan bir arzuysa) etkisiyle, bilim yeteneği çocuğun içinde özel bir şekilde gelişir.

Diğer bir deyişle, çevre içimdeki eğilimlerin dengesini değiştirir ve bazılarını diğerlerinden daha fazla geliştirir.

Bunu ben kendimde yaşadım. Ailem yeteneklerimi mümkün olduğunca sonuna kadar geliştirmemi istedi ve bu sebeple beni birçok spor kulübüne yazdırdı. 500 metre koşan bir atlettim. Daha sonra beni müzik okuluna gönderdiler ve klasik müzikle tanışıklığım o şekilde başladı ki bugün hala klasik müziğe değer verir, sever ve diğer müzik türlerinden daha fazla klasik müziği anlarım.

Ailem örneğin tiyatroya özel bir önem vermedi dolayısıyla ben de bu yönde gelişmedim. Fakat bilim ve teknoloji hem benim hem de ailem için önemliydi. İçimde bilimle ilgilenmemi gerektiren doğal bir dürtü vardı. Fizik, astronomi ve diğer bilim çalışmalarına çok önem verilen çocuk kulüplerine katıldığımı hatırlıyorum. Tüm gücümü ve bilgimi buna adadım.

Bir çocuk çevresinin, ailesinin, yaşadığı yerin ve ona sunulan fırsatların etkisiyle gelişir. Sonuç olarak tüm bunlar kişide türlü şekillerde bir araya gelir; dahası eğilimlerin bir kısmı tamamen baskılanarak gelişirken, bir kısmı daha çok, bir kısmı daha az gelişir.

Kişinin doğduğu çevre ve çocukluğu boyunca aldığı eğitim onun özgür seçimini biçimlendirir. Kişi yaşamına bu şekilde devam eder. Burada özgür seçimimizin olduğunu söyleyemem bile. Belki biraz vardır, fakat sahip olduğumuz şeyleri çevremizden alırız. Bu, kişinin sanki tesadüfen yanında olan arkadaşları, bir moda meselesidir ve belli değerler kişinin içine bu şekilde yerleşir.

Bununla beraber, sözde reenkarnasyon denilen önceki yaşantımızdan biriktirdiğimiz tecrübelerden gelen bilgisel genlerin (Reşimot) önemini de anlamak zorundayız. Reenkarnasyondan bir diğerine geçerken, kişi edindiği tüm gelişimi kendisiyle beraber taşır. Diğer bir deyişle, kişi doğduktan sonra sadece toplumun artan etkisiyle değil, fakat bilgisel gen dediğimiz nesilden nesle insanın içinde oluşan yeni eğilimler sebebiyle gelişir. Bunu özellikle bu günlerde hissetmekteyiz.

Çocuklara baktığımızda, onların bizlerden daha çabuk bir şekilde yenilikleri kavradığını görürüz; sanki onlar buna hazır olarak, modern dünyayı algılamalarında onlara yardımcı olacak niteliklere sahip olarak doğmuşlar. Bilgisayar, mobil telefonlar ve diğer yenilikleri nasıl beceriyle kullandıklarına bir bakın! Fakat bizim için her şey çok farklı. Yeni bir teknolojiyi kullanmak istediğimde, çocuklarıma güvenirim. Bu sanki onların önceden aşina oldukları bir durum, bu yeni şeylerin doğasını hissetme ve nasıl çalıştıklarını anlama yeteneğine tamamen doğal bir şekilde sahiplermiş gibi görünüyorlar. Onlar sanki “indigo çocuklar” ya da diğer gezegenlerden gelen uzaylılar!

Bu çocukları örnek aldığımızda, kesin olarak görürüz ki, onlarda nesilden nesle geçen ve gelişen bilgisel gen var. Biz bu sürece reenkarnasyon diyoruz fakat aslında bunda mistik bir şey yoktur.

Bugün keşfettiğimiz gibi, hepimiz birbirimize bağlıyız ve aramızda elektromanyetik ya da yer çekimine benzer belli bir ortak alan var. Bizi birbirimize bağlayan bu düşünce ve arzular alanı, zamanın ve mesafenin ötesindedir. Biz bu alanın içindeyiz ve bu şekilde edindiğimiz bilgiyi nesilden nesle, birimizden diğerine geçiriyoruz. Dolayısıyla, bu alanın içinde varlığını sürdüren fiziksel bedenlerimizin yeni bilgileri ortaya çıkarması şaşırtıcı değildir ve yeni nesil bu şekilde yeni bir çağa başlamaya hazır halde olur.

Kendini Kime Adarsın?

Tüm gelişim sürecimiz çevre vasıtasıyladır. Eğer beni saran bir çevre yoksa içimdeki bilgisel gene rağmen gelişemem. Ormana tek edilen çocukların bir zaman sonra hayvanlar gibi geliştiğini görürüz. Bu çocuklar hayvanların özelliklerine göre gelişir, aynı hastalıklarla boğuşur, onlar gibi düşünüp, onların istediğini ister ve aynı yaşamı yaşarlar.

Bu demektir ki hayvanlardan etkilendiği ölçüde bedenleri onlarla yaşamaya alışır, eğer çocuk 6 ya da 9 yaşında bulunursa (böyle birçok örnek vardır) daha sonra iyi koşullarda yaşamasına rağmen beraber yaşadığı hayvanlarla aynı uzunlukta bir ömür sürer.  En fazla 12 ya da 20 yıl yaşarlar.

Diğer bir deyişle, bedenimiz büyük ölçüde içinde yaşadığımız topluma bağlıdır ve bu bakımdan insan çok değişkendir. Örneğin insanlarla beraber uzun süre yaşayan bir köpek ya da kediyi ele aldığımızda görürüz ki insanlara çok az alışırlar. Elbette farklı yaratılışları olduğundan ormandaki vahşi köpek ve kediler gibi yaşamazlar. Kendi yavrularına da aynı davranış biçimini geçirirler ama yine de değişken değildirler. Diğer taraftan insan, belli bir çevreyle ilişkilendiğinde, ondan güçlü bir şekilde hatta kaçınılmaz bir şekilde etkilenir. İnsanlarla yaşamaya alışkın olan hayvanlara kıyasla insan daha fazla olarak çevresinden etkilenir ve hayvanların yaşamına alışır.

Bu demektir ki, hepimiz çevremize bağlıyız. Dolayısıyla, eğitim söz konusu olduğunda, insanın gelişimini etkileyen bir unsur olduğu için çevreye dikkat etmeliyiz. Bir insanın tüm hayatı buna bağlıdır. Eğer çevremizi değiştirirsek, kişiliğimizi, arzularımızı, düşüncelerimizi ve yaşam felsefemizi de değiştiririz. Dolayısıyla girdiğimiz çevreye dikkat etmek, onu kontrol etmek, vaktimizi geçirdiğimiz ortamı ve kendimizi kime adadığımızı göz önünde bulundurmak, çok önemlidir.

İnsanlara çevrenin önemini, buna göre yaşamını nasıl yönlendireceğini açıklamalı ve etrafındaki şeyleri anlamayı öğretmeliyiz.

Hepimiz için Doğru Çevre

Tüm deliller, insanın çevresinin bir sonucu olduğunu gösteriyorsa, tüm insanlık için doğru ve iyi bir toplum modeli oluşturmak çok önemlidir. Her insan, kendi eğilimleri, kişiliği ya da arkadaşlarının ve ailesinin tavsiyeleri doğrultusunda, böyle bir topluma bağlanma, mümkün olduğunca en etkin biçimde kendini geliştirme ve mükemmel bir insan olma şansına sahiptir. Dolayısıyla, verdiğimiz eğitimde böyle gruplar kurmaya ve insanların bağ kurabileceği fırsatlar yaratmaya odaklanmalıyız.

Eğer bu konuyu daha ileriye götürürsek, kişinin içsel niteliklerinin, doğuştan gelen genlerinin, erken yaşlarda ailesinin yanındayken edindiği eğilimlerin ve toplumun etkisiyle biçimlendiğini görürüz.

Dolayısıyla anaokullarına ve küçük çocukların içinde bulunduğu ortamlara ve daha sonra okullara ve kulüplere odaklanmalıyız. Her bireyin potansiyelini ortaya çıkaracak ve iyi yetişmiş bir birey olmasını sağlayacak, geniş olanaklara sahip olduğundan emin olmalıyız.

Bu nitelikler, bireyde güçlü ya da umut verici olmasa bile, içsel dünyasını zenginleştireceğinden, en azından müziği, edebiyatı, tiyatroyu, sanatı ve kültürü takdir etmeyi öğretecek şekilde, geliştirilmelidir. Tüm bunlar kişinin çevresine bağlıdır.

İnsanlar bir aile sahibi olmalı ve çocuk yetiştirmelidir; eşine, arkadaşlarına, yabancılara ve iş arkadaşlarına karşı nasıl doğru davranacağını öğrenmek zorundadır. Nasıl davranacağını ve kelimenin tam anlamıyla başarıya ve refaha kendisini ulaştıracak olan toplumda nasıl takdir edileceğini, ona örnekler vererek öğretmek zorundayız.

Bu zamana kadar, her dakika beni yönlendiren iki unsur oldu: kendi doğal niteliklerim ve çevrenin onların üstündeki etkisi. Tüm becerim, beni sürekli olarak doğru yönde geliştirecek, iyiye yaklaştıracak ve güven, rahatlık hissini verecek bir çevre seçmemde yatar.

Önümüzdeki görevi anlamak, çocuklarımızın iyi bir hayatı ve gelecek neslin daha huzurlu ve güvenli olacağından emin olmak zorundayız.

Bu ancak, çocuklarımızı doğru öğretmenlerle çevreleyerek ve iyi niteliklerini güçlendirerek onları etkileyecek ve baskılamak yerine olumsuz niteliklerini olumluya çevirecek, doğru bir çevre yaratarak gerçekleştirilebiliriz.

Dünyayla İlgilenmeyi Öğretmek

Hepimizin etrafımızdaki hoş olmayan şeylere karşı tepki verme eğilimimiz vardır. Kendimizle ve toplumla ilgili olarak yanlışı ve doğruyu ayırabiliriz.

Doğal olarak, kendisine fiziksel olarak zarar vermemesini insana öğretebiliriz, çünkü içimizde hem kendini koruma mekanizması hem de zarar verme dürtüsü vardır.

Aynı şekilde, çevremize ilgi ve alâka göstermeliyiz. Çevre öncelikle içinde yaşadığımız ve korumamız gereken cansız, bitkisel, hayvansal doğadır. Tüm varlığımız iklime ve besine dayandığından ekolojiye karşı doğru bir tavır sergilemesini insanlara öğretmemiz gerekir. Doğanın içinde yaşıyoruz ve her şeyi onlardan aldığımız için onun bitkisel, hayvansal ve hatta cansız kısımları bizim için çok önemlidir. Bu sebeple her insana ekolojik çevresine önem vermeyi öğretmek zorundayız.

İkinci olarak, pozitif bir etki yaratması için toplumla doğru bir ilişki içinde olmasını insana öğretmemiz gerek, çünkü sonunda yaptığı eylemler ona geri döner ve olumlu bir hava yaratır.

İnsanın toplumla ve toplumun insanla ilişkisi en önemli konudur. Diğer her şey, başkalarına yararlı olması ve kendisine onurlu bir yaşam kurabilmesi için kişiye vermemiz gereken profesyonel becerilerdir.

Gelişimimizde eksik olan şey ağırlıklı olarak gençlere, hatta kendimize ve yetişkinlere durumumuzu değiştirmeyi sağlayacak bir eğitim, yeni bir bakış açısı sağlama becerisidir.

Daha önce söylediğimiz gibi, insan hayatını kendi başına geliştiremez. Bu sadece bizi zorlayan, destekleyen, değer sistemimizi ve önceliklerimizi değiştirecek bir çevre vasıtasıyla gerçekleşir. Bu şekilde, içimde yeni arzular belirir ve kendim için yeni amaçlar edinirim.

Bu sebeple birbirine tamamen bağlamış küresel ve bütünsel olan bu nesilde, kişinin geleceği sadece çevre seçimine bağlıdır. Dünyadaki herkes birbirini etkiler. Eğer bir ülke bir diğerine kötü davranmaya başlarsa, o ülkenin tüm yaşamı değişir, kendini korumak ve güvenliğini sağlamak zorunda kalır.

Bu karşılıklı bağlılık, küresel kültür sistemini şekillendirmemiz ve kurmamamız için bizi zorlar. Hepsinden önemlisi geleceğimizin tamamen çevremize bağlı olduğunu kendimize ve başkalarına öğretmek zorundayız.

Burada şu soru akla gelir, kişinin hiç özgür seçimi ve seçeneği var mı? Gerçekten her şeyi istediğimiz gibi sonuçlandırabilir miyiz? İnsanın bunda başarılı olamadığını görürüz.

Eğer şimdiye kadar yapısal özelliklerim, doğuştan gelen genlerim ve beni şekillendiren çevrem (aile, anaokulu ve okul) sayesinde geliştiysem, daha sonra bir yetişkin olarak bunları değiştirmeyi seçebilirim. Fakat değişimin gerçekleşmesi, öncelik sırasını oluşturmama ve belli bir toplum etkisi altında olmanın önemli olup olmadığı kararına bağlı olarak, toplumun yardımıyla gerçekleşir. Bu sebeple özgür seçimim vardır, fakat bunu sadece çevre seçiminde tecrübe edebilirim.

Kendini Yabancılaştırma

Eğer yeni nesil ve yaşadığımız yeniçağla ilgili konuşacak olursak, çok önemli sonuçlara ulaşırız. Bu gezegende yaşayan herkes birbirine sıkıca bağlanmıştır ve herkes herkese muhtaçtır öyle ki etrafımızı saran çevre hepimiz için birdir ve bu sebeple iklim ve ekolojiyi etkilemekteyiz. Bir yerde olan bir şey, bir başka yerde deprem ve tsunamiye sebep olmakta, bir ülkedeki savaş bir diğer ülkeyi etkilemektedir.

Gördüğümüz gibi kendimizi sadece belli bir topluma veya gruba bağlamadan ortak, küresel ve bütünleyici bir kültür oluşturmak zorundayız.

Madem birbirimize bağlıyız o halde, çevremiz (gelişimimizin belirleyici unsuru)  sahip olduğu değerleri bize de geçirmelidir böylece bireyselliğimizi ve özgürlüğümüzü koruyarak, birbirimizi anlayabilelim. Her şeyden öte eğer birbirimize bu kadar bağlıysak, yakınlaşmak için birbirimizi anlamak ve hissetmek zorundayız.

Sorun şu ki, tıpkı herkesin herkesi yanlış anladığı ailelerde olduğu gibi birbirimiz anlamıyoruz. İnsanlar birbiriyle anlaşamaz, çünkü hepsinin farklı yaşam değerleri, zevkleri ve eğilimleri vardır.

Sevilen birini ya da bir yabancıyı anlamak için, onun yetişme şeklini bilmemiz gerekir. Diğer yandan, eğer günümüz kültürü, eğitimi, ekonomisi ve tüm mevcut yapıları bu kadar birbirine yakın ve birbirine bağlıysa, o zaman bu yabancı pek de yabancı sayılmaz.

Küresel, uluslar arası ve çok kültürlü bir eğitim sistemi oluşturmak gereklidir ve dünya çapındaki bu organizasyon, dünyadaki herkesin diğer insanların eğitiminde, kültür ve hayata bakış açısında ortak bir şeyi paylaştıklarını kabul etmelidir. İnsanlar birbirilerini nasıl kabul etmeleri gerektiğini öğrenecek ve sonunda fikirlerinde ve zevklerinde yakınlaşacaklardır, böylece hayatlarını daha güvenli kılıp, aralarında bir anlaşmaya geleceklerdir.

Ayrıca, bu sadece iki yabancı arasındaki ortak anlaşma olarak kalmayacak fakat uluslar arası antlaşmalarda, politik kararlarda, ekonomide, savunmada yani her şeyde bir etki yaratacaktır. Birbirimize yakınlaşmak zorundayız ve bu herkes için tek bir eğitim oluşturup oluşturmamıza bağlıdır.

Farklı olarak ele alırsak, çevreyi tüm sorunlarımıza çözüm olacak bir unsur olarak algılamalıyız. Bu zaten doğanın içinde vardır! Dolayısıyla insanları hapse atmak ve suç işleyenleri izole etmek yerine, mahkeme kararıyla onları özel bir çevreye yerleştirip, eğitip topluma yararlı bir insan haline getirebiliriz. Böyle bir insan üzerinde çevrenin etkisini gözlemlersek, ilerleme kaydetmesine göre onu normal toplum içine alabiliriz.

Aynı prensip çocuklar ve okullar içinde geçerlidir. Farklı tarzdaki öğretmenleri denetlememiz ve belirlememiz ve her sınıf ve yaş için uygun olana karar vermeliyiz. Buna bağlı olarak, insanların kişiliklerini ve özelliklerini dikkate alarak ve toplumun etkisinden faydalanarak, kişiye kendini en iyi şekilde ifade etme fırsatını verebiliriz.

Bu şekilde, farklı grupları ve kalabalıkları içine alan kapsamlı ve farklı yöntemlere sahip oluruz ve doğru ve uyumlu bir form kazanana kadar kişiye rehberlik edebiliriz.

Bu durum, olgunlaşmak için hem sıcağa hem soğuğa, gece ve gündüze, neme ve kuruluğa, ışığa ve farklı birleşimlerdeki minerallere ihtiyaç duyan bir meyveye benzer. Aynı şekilde insanın olgunlaşması, ham bir meyveden tatlı bir hale gelmesi için, toplum ona sadece bir yönden baskı yapmamalı fakat etkinin tüm olası farklı formlarını uygulamalıdır.

Bu sebeple, egoizmimizden kaynaklanan içimizdeki tüm kötülükleri düzeltmemizde çevre tek unsudur. Sadece bu unsuru ele alarak kültür, eğitim, ulus gelenekleri ve farklı medeniyetlerin özelliklerine karşılık verecek farklı tipte çevreler organize etmeliyiz ve bu şekilde toplumun her bir parçasına, her ülkeye ve her bireye yaklaşabiliriz.

İnsanlık İçin Bir Sera

Yakın gelecekte insanlık normal ve rasyonel bir yaşam için gerekli olanları sağlamanın dışında, her türlü gereksiz mesleği eleyecektir. Bir insan günde iki ya da üç saat çalışmak zorunda olacak ve geri kalan zamanda serbest olacaktır.

Bu saatlerde insanlar sadece boş zaman yaratmayacak fakat herkesi etkileyecek bir çevre oluşturacaklardır. Her biri diğerlerini etkileyecek ve gelişimini kolaylaştıracak değişik çevrelerin etkisi altında olacaktır.

Bu süreç seralarda yetişen meyve ve sebzelerin durumuna benzer. Farklı koşullar ve özel birleşimler başarıyla bir araya getirildiğinde, meyveler bereketli bir şekilde büyür ve bizler de onları zevkle tüketiriz. Aynı şeyi çocuklarımız ve kendimiz için de yapmalıyız. Bu çağda yaşayan bir insanın gerçek uğraşısı bu olmalıdır.

Şimdiki krizi bir trajedi olarak değil, fakat pozitif bir olgu, yeni bir toplumun doğuşu olarak ele almamızın sebebi, birliğimizin yeni aşamasına kendimizi hazırlamaya başladığımız ve sahip olduğumuz olanakları idrak ettiğimiz içindir.

Bu şekilde karşılıklı bağ ve insanlığın tüm parçalarının ahenkli bir şekilde birbirini tamamlayıp tek bir varlık olma anlayışına doğru gelişiyoruz.

Yarattığımız bu toplum içinde her birimizin bireysel iç hissi yerine, bütünün ortak algısında yaşadığımız hissini veren gücü, açığa çıkaracağız. Her insan kendi hayatını yaşar fakat aynı zamanda ona yakın olan diğer herkesi de anlar, hisseder ve onların içine dahil olur.

Öyle bir duruma gelinir ki, artık basit bir yaşam sürmem, tersine hayatım tüm insanlığın yaşamı ve nefes alışıyla iç içe geçmiş olur. Küçük zavallı bir birey olma aşamasından, doğadaki en yüce aşamaya doğru yükselmeye başlarım. İnsan seviyesine ait bu yeni “konuşan” seviyede, hayatı algılamam bu şekilde olur.

Psikolojimiz, hayata karşı tavrımız ve dünya görüşümüz egoist ve dar kişisel bakış açısından, geniş, küresel bir algıya doğru değişir. Sanki yeni gözlüklerin arkasından bakıyormuşum gibi tüm insanlığın prizmasından yepyeni bir dünya görmeye başlarım.

Artık daha farklı bakmaya başlar ve sadece bedenimin arzularına bağlı bir yaşam değil dünyadaki herkese bağlı bir yaşam sürerim. Sonra bedenimin ötesindeki yaşam hissine yükselirim. Psikolojik olarak yükselerek, özel bir aşamaya geliriz.

Tüm yaşadığımız süreç ikiye ayrılabilir. İlk kısım bu zamana kadar geldiğimiz yoldur. Tüm süreç boyunca çevremizden fazla yararlanmadan geliştik. Çevrenin yardımına başvursak bile bu çok nadir zamanlarda oldu.

Şimdilerde küresel ve bütünsel olarak adlandıracağımız bir krizin içindeyiz. Seçimimizin olmadığını hissediyoruz ve çevrenin yardımıyla tüm insanlığın tek kalp, tek adam olarak birbirine bağlanıp küresel ve bütünsel hareket ettiği yöne doğru gelişmek zorundayız. Bu ancak çevre yardımıyla başarılabilir.

Bu, şans eseri yaşadığımız hayvansal seviyeden çıktıktan sonra başlayacak olan “insan” derecesinin yaşamıdır. Serada yetişmiş harika meyvelerden almak için, gelişimimizin özel bir yöne doğru ilerlemesini sağlamalıyız.

Bu kurs çalışmasıyla çevremizi nasıl organize edeceğimizi ve onun yardımıyla kendimizi ve tüm insanlığı nasıl şekillendireceğimizi, öğreneceğiz. Bu sebeple bu çalışmada “Çevre, iyi bir gelecek için belirleyici bir faktördür” başlığı çok önemlidir ve kursun amacı budur. Dilerim ki, bu eğitim programı tüm dünyada kabul görür ve bizi iyi bir hayata doğru yönlendirir.

Çevre Prizmasından Dünya

Soru: Bedenin dışında bir yaşam derken ne demek istiyorsunuz?

Cevap: Şimdi bile bedenimizin dışında bir hayat yaşıyoruz. Çevreden aldığım hislerin, arzuların ve düşüncelerin içinde yaşıyorum. Onlar benim değil, etrafımdaki çevreden aldıklarım. Elbette içimde hepsi mevcut fakat ben onlara “bedenin dışında” diyorum, çünkü beni etkileyen ve yaşamaya değer şeyleri bana aşılayan, ne düşüneceğimi ve ne hissedeceğimi belirleyen diğer insanlardan edindiğim değerlere göre yaşıyorum.

Eğer bir ormanda yaşasaydım, dünya anlayışım şu anda sahip olduğumdan tamamen farklı olacaktı. Öyle ki çevre bana dünyayla ilgili farklı bir bakış açısı sunuyor ve onu öyle ya da böyle algılamam için beni zorluyor. Bu gerçekten büyük bir sorun.

Diyelim ki sizlerden farklı olarak benim bulunduğum çevre, kan emici ya da katil olmamın ya da onları kullanmamın normal bir şey olduğunu, düşünmeme sebep oluyor. Sizin ise hayvanlara, kendinize, dünyaya ve ailenize karşı tamamen farklı bir tavrınız var. Gelişim yoluyla toplumun bize aşıladığı algı modeli içinde yaşıyoruz ve buna göre dünyayı görüyoruz.

Farklı bir ülkeye seyahat ettiğim zaman, bazen oradaki insanların farklı düşünmesi ve tamamen farklı değerlere yönelmeleri beni gerçekten şaşırtıyor. Dolayısıyla onların farklı bakış açıları var ve benim gördüğümü görmüyorlar. İnsanları bizden farklı şekilde yargılıyorlar. Eğer tarih kitaplarına ya da diğer ülkelerin yasalarına bakarsak neden farklı olduklarını görürüz.

Kültürel farklılıklardan ya da mutfak tercihlerinden bahsetmiyorum bile. Ben insanın midesini neyle doldurduğundan çok onun dünya görüşüyle ilgileniyorum. Önemli olan insanın tarihsel olaylara, insan hayatına, kötülük ve iyiliğe, ödül ve cezaya olan tavrı, neyde başarılı olmak istediği ve nasıl bir yaşam kurmak istediğidir.

Bazı insanlar gece ve gündüz kart oynamaktan ve başkalarından hizmet almaktan hoşlanırken, bazıları da imkanı dâhilinde katkıda bulunmaya, bilimin başarılarıyla ilgilenmeye ve kendileri için yeni şeyler keşfetmeye önem verirler. Bakış açıları bir uçtan diğerine değişir.

Toplumun sorununun birbirimizi anlamamamız olduğunu görürüz. Hanımlar eşleriyle ilgili olarak en çok neden şikayet ederler? “Beni anlamıyorsun!” Durum bu şekildedir, çünkü aile içinde nasıl yaşayacağımızla ilgili gerçek anlamda bir eğitim almadık.

Gençliğimde kadınlarla ilgili konularda, eğitilmedim. Sadece yanımda yer alan bir varlık mı? Onun da kendine özgü özellikleri ve arzuları var mı? Bir erkeğin tersine kadının hayat görüşü ne? Bir kadın tamamen farklı bir dünyadır ve kimseye bağlı değildir. Onu anlıyor muyum? Anlamak istiyor muyum? Onu dikkate alıyor muyum? Bunu yapabilecek beceride miyim?

Bir kadının ne olduğu, nasıl düşündüğü ve dünyayı nasıl algıladığıyla ilgili olarak içsel bir modelimiz yok, onu dikkate alma becerimiz yok. Bir erkek kadını gerçekten anlamaz ve bu sebeple karşılıklı eylemlerle birbirleriyle iletim kurarlar. Bir şekilde bir araya gelmeye çalışsalar, birbirlerine dahil olmak isteseler bile yine birbirlerini anlama becerisinden yoksundurlar. Bu eğitimimizde büyük bir eksikliktir.

Boşanma oranı istatistikleri ve bir aile kurmaya duyulan isteksizlik bunun kanıtıdır. Çocukların eğitiminde de benzer bir durum yaşıyoruz. Çocuğa doğru bir şekilde nasıl yaklaşacağımızı bilmiyoruz. Çocuk tacizi konularında artış olduğunu biliyoruz ve tüm bunlar aileler çocuklarını anlamadıkları için oluyor.

Çocuklarımla ilgili olarak, onları anlamaktan ne kadar uzak olduğumu ve baba olmaya hazır olmadığımı hissediyorum. Her şeyden evvel bir baba, çocuğu hayata hazırlayan bir eğitimci, bir kreatördür. Fakat çocuklara ait şeylerin anlayışı ya da hissi içimde var olmasına rağmen, bunu yapamıyorum oysaki bunları öğrenmek kesinlikle gereklidir.

Bir Kadının Gözünden Dünyayı Görmek

Bugüne kadar binlerce yıldır, kaderin yönlendirmesi ile ilerledik ve pratikte çok az şey başardık. Psikoloji, insan doğası ve içsel dünyası sadece yüz yaşında. Ondan önce, davranışlarımızı çalışmak gerekmiyordu ve hayvanlar gibi şans eseri geliştik. Şimdi ise, insanla, toplumla, çevreyle, onu nasıl oluşturacağımızla ve hayatımızı doğru bir şekilde nasıl organize edeceğimizle ilgili bilgiye ihtiyacımız var.

“Bedenin dışında yaşam” kavramı mistik gibi görünebilir, fakat bununla bir ilgisi yoktur. İnsanın kendine dışarıdan bakma yeteneğinin gelişmesi, dünyayı başkasının gözünden görmek demektir. Böyle yaparak, birbirimizi anlama becerisini ediniriz. Bu kesinlikle yapabilmeyi öğrenmemiz gereken bir şeydir.

Bir erkeğin dünyaya kadının gözlerinden bakması hemen hemen imkansızdır. Herkes bir aile içinde yaşar ve aile kurma gerekliliğini anlar; aksi halde nesli tükenmiş dinozorlar gibi oluruz. Çocuk sahibi olup, onları yetiştirmeye mecburuz. Dolayısıyla, karşı cinsin psikolojisini anlamak,  doğru bir şekilde yaşamak ve aynı zamanda hayattan zevk almak önemlidir.

Birbirimize dahil olarak, dünyayla iletişim kurabiliriz. Biz böyle yaratılmışız. Buna “bedenin dışında hayat” denir; yani dışarıdan ek bir algı ediniriz. Şimdiye kadar, bedenimin içinde egoist olarak geliştim, arzularımı mümkün olduğunca doyurmaya çalıştım ve başkalarının bilgisini, fikirlerini ve görüşlerini pek az dikkate aldım. Bugün tüm dünyayı içine alan kriz, diğerler insanların bir parçası olmam, onların düşüncelerini, fikirlerini ve içsel dünyalarını anlamam için beni zorluyor. Sonra kendimden çıkıp diğer insanların bir parçası haline gelir, tüm insanlığın arzusunu ve düşüncesini edinebilirim.

Eski çağ yerini yenisine bırakıyor, realitenin tamamen farklı yeni anlayışı. Şimdi realiteyi dar anlayışımın içinde değil tüm insanlık tarafından biriktirilmiş kolektif his ve anlayış aracılığıyla, görme ve hissetme şansına sahibim.

Eğer diğer insanlara yakınlaşırsam ve tüm düşünce farklılıklarının temsil edildiği bir toplumda yetişirsem, kendi bireyselliğimin yerine hayata bütünün duyuları ve algısı çerçevesinden bakabilme yeteneğini edinirim.  Bu şekilde tüm insanlara dahil olmamdan dolayı, dünyanın renkleri daha da zenginleşir.

Küresel Zihne Dahil Olmak

Soru: “Dünyayı başkalarından hissetmek” becerisi ne demektir?

Cevap: Eğer başkalarına dahil isem, onlar ne hissediyorsa hisseder, ne düşünüyorsa düşünürüm, sonra net bir şekilde ortalama bir insanın birkaç kat fazlası özelliğe sahip olurum. Daha kapsamlı oldukça daha fazla şeyi içime dahil edebilirim. Herhangi bir olgudaki algımız, kavrayabildiğimiz parametrelerin sayısına ve düşüncelerimizin kararlılığına bağlıdır.

Parametrelerin sayısı bana dahil olan karşıt şeylerin sayısına bağlıdır. Aralarındaki zıtlığa rağmen bireysel kısımları ayırır ve tıpkı blokların üst üste inşası gibi onlardan birçok seçenek oluşturabilirim. Aynı zamanda bu inşaatın neyden yapıldığını ve birbirinden nasıl ayırt edildiğini anlarım.

Eğer başkalarından aldığım his ve aklı kendime katarsam, farklı ve karşıt niteliklerin sahibi olurum. Böylece dünyayı çok yönlü algılarım, böylece önceki yüzeysel algıdan sonra yeni bir boyuta girmiş gibi olurum.

Psikolojik olarak bu yeni bir algı, yeni bir dünyadır. Bu şekilde tüm insanlığa dahil olduğumdan, zaman, hareket ve uzayla bağlantılı bedenimin sınırlamalarının üstüne çıkarım. Ortak hissi ve aklı -bize doğadan gelen veri- edinirim.

Benim köküm olarak doğanın içinde mevcut olan akıl ve hisleri edinme şansını elde ederim. Dünyadaki tüm gelişmeler buradan gelir. Gelişimimde bu noktaya, doğanın içindeki -tüm yaratılış zinciri ondan gelişir; cansız, bitkisel, hayvansal ve insan (köküne ulaşan ve böylece gelişim çemberini tamamlayan)- aklın ve hissin köküne geri döndüğümü görürüm.

Doğanın bizi karşılıklı sorumluluk aşamasına doğru itmesinin bir tesadüf olmadığını belirtmek isterim öyle ki bireysel niteliklerimizi tam anlamıyla kaybedeceğiz. Aslında onları kaybetmeyeceğiz, ama onların üzerine çıkacağız, çünkü onlar maddeseldir ve hayvan seviyesine aittir.

İçimde bireysel olan her şey bedenle ilgidir böylece ona ayrılan zamanda mümkün olan en iyi şekilde yaşar. Fakat gelişimimiz bedene olan ilgiden, ortak ilgiye doğru yükselmelidir. Bu ortak ilgi bize tamamen farklı, bedensel olmayan özellikler bahşeder. Bunun sayesinde programı, yaratılış amacını ve hiçbir şeyin şans eseri gelişmediği doğanın -her şey bir programa göre ilerler- niyetini ifşa ederim. Bu programı idrak eder ve anlarım.

Bütünsel vizyona, diğer insanlarla bağa doğru kendini yönlendirir yönlendirmez, derhal bu bütünsel vizyonu edinir ve “gözlüklerimi” yuvarlak, bütünsel olanla değiştiririm. Doğayı, bedenimle bağlantılı dar bir kanaldan, bana faydalı ve zararlı olacak yiyecek, uyku, eğlence şekilde değil, tüm mükemmelliğiyle görürüm. Hayır, bu şekilde daha fazla yaşayamam! Bedenime bağlı bir seviyede yaşıyorum ve bedenlerin üstündeki doğaya bakıyorum. Sanki bedenimin içinde değilim artık: yargılıyorum ve evrensel insan aklını ve hislerini kontrol ediyorum. Bu aşama özünde bir öncekinden farklıdır.

Şimdi sadece belli sınırlar içinde gelişen bir hayvan değilim ve ilerleyişimin iyi ya da kötü yöne doğru olup olmadığı belirsizdir. Fakat küresel akla dahil olduğumda, yeni bir boyut edinirim. Kalitesel olarak içinde kendimi bulduğum dünya algısını değiştiririm. Artık beni faydalı olana çeken, zararlı olanı süpüren dar egoist aralığın arasından bakmadığımdan, bu gerçek olur çünkü bundan sıyrılır ve dünyada yaşarım. Ve burada egoist olmayan algım tamamen farklı olur.  İnsanın içindeki yeni boyut budur.

Duvardaki dar çatlağın arkasına baktığımda, bedenimin dışındaki parlak aşamanın içindeki aklı ve hissi açığa çıkarırım. Tüm süreci ve yaratılışın amacını idrak ederim.

Bunun gerçekten böyle olduğunu araştırmalarımız göstermiştir, ama bu bize algılanamaz ve ele geçirilemez gibi gelir. Artık bunu açıkça anlamaya başladık, böyle bir seviye vardır. Bunu kara maddeyle karşılaştırılabiliriz: vardır, fakat evrendeki tüm maddelerin %90’ını kapsamasına rağmen, onu algılayamayız.

Benzer şekilde evrende mevcut olan ortak hissi ve aklı da açığa çıkaramadık. Ancak, uzayı araştıran bilim adamları güçlü bir hissin ve aklın oradaki varlığından bahsediyorlar, tıpkı sadece belirli sesleri duyup, hala duyamadığımız seslerin var olması gibi. Bu olguyu açığa çıkaramıyoruz, çünkü bu bizim üzerimizdeki bir boyuta ait.

Nesil Zinciri

Soru: “Önceki reenkarnasyonlar” derken neyi kastediyorsunuz?

Cevap: Birbirimize bağlı olduğumuz alandan bahsediyorum. Reenkarnasyon demek bir nesilden diğerine geçen genetik bilgi demektir, fakat bizler sadece onun maddesel boyutunu ortaya çıkarıyoruz. Ancak bu genetik bilgi aynı zamanda, önceki nesillerin soyundan gelen dünya görüşlerinin rasyonel ve duyumsal bilgisini de taşır.

Bu sebeple yeni nesildeki her çocuk bir önceki neslin sonucudur ve tüm geçmiş nesillerin deneyimlerini içinde taşır. Dolayısıyla, insanoğlunun gelişimi nesiller zinciri şeklindedir. Teknolojinin, bilimin ve sanatın edinimlerini de duygusal ve entelektüel gelişimimiz gibi bir sonraki nesle geçiririz.

Bunu yeni doğanlarda gözlemleyebiliriz, bugün çocuklar bizim neslimize uygun bir algıya sahipler. Eğer bizden on nesil öncesine ait bir bebek dünyaya getirebilsek, şimdiki yeni doğanlardan güç ve gelişimsel beceri bakımından ne kadar farklı olduğunu görürüz.

Bu olguya reenkarnasyon denir, çünkü insan bir önceki hayatın bilgisini bir sonrakine taşır. Önceki hayat nedir? İnsana önceki nesilden geçen yaşamdır.

Yüzyıl önce insanların belli bir akıl ve his seviyesinde olduğunu farz edelim. Kendi nesilleri içinde gelişir ve ölürler. Fakat onların çocukları farklı bir gelişim seviyesine ait olurlar. Neden? Çünkü bir nesil bir sonrakine sadece anne ve babasından aldığı hücrelerden oluşmuş fiziksel formu değil, fakat içsel bir mesajı da geçirir. Nesillerin bu gelişimine reenkarnasyon diyoruz. 

Özet: Bütünsel Bağda Kendini Maksimum İfade Etmek

Her şey çevreye bağlıdır. Tüm insanlığın ve her bireyin ortak zorluğu, tüm insanlık için herkesin bireyselliğiyle uyumlu olacak şekilde birleşmiş ve çok yönlü bir çevre oluşturmaktır. Böylece her birey çevresinden, bütünsel sistem içindeki diğer bireylerle olan bağında, kendisini maksimum ifade etmesine izin veren bir eğitim alacaktır.

Toplumun amacı herkesi birleştirmektir öyle ki bu birleşmede herkes kendini tam olarak ifade edebilir.

Tartışma | Share Feedback | Ask a question




"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed