Daily Archives: Eylül 23, 2012

Yalnızlık Hissinden Nasıl Kaçınırız?

Soru: Bir Psikolog olarak, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde integral deneye katılan kadınlarla iletişim kurmak için bir fırsatım oldu. Bazıları zamanlarının çoğunu yalnız kalarak harcadıklarından ötürü şikayet ettiler: Kocaları bütün gün meşgul; çocuklar küçük ve tamamen çocukların ne yaptıkları ile ilgilenmeli; Onların kız arkadaşları ile görüşebilmesi için hiç zamanları yok. Hayatlarını nasıl organize edeceklerini anlamıyorlar. Onlar ne yapmalı?

Cevap: Bence bu kadınlar diğerlerinden uzaklaştığını hissetmeyecek eğer biz doğru bir hazırlık sunabilirsek, onlara bilgisayar kullanmayı öğretin ve televizyon ya da bilgisayar üzerinden sürekli sanal iletişim programları ile yeni oluşturulan topluluğun tüm haberlerini eğitim ile birleştirin. Buna ek olarak, kadınların Skype veya diğer programlar sayesinde etkileşim içinde olmaları, birbirlerini görmeleri ve iletişim kurmaları gerekir. Onların ortak bir sanal gerçekliğe sahip olmaları gerekir.

Biz kadınların iş yerinde ve evde meşgul olduğunu anlıyoruz ve bir kadın herhangi bir toplumda çalışmasa bile onlar erkeklerden çok daha fazla evde çalışıyorlar. Kadın “ev”dir. (Ev sahipliği yapmaktadır.) Kendi doğamızdan ne kadar ayrılmış olsakta bu hala onun amacıdır. Belki bunları duymak hoş değil, fakat bu doğanın temel parçasıdır, bu yüzden dikkate almak gerekir.

Bir kadının tüm güncel yükümlülükleri arasında kadına, ortak harekete katılması için fırsat verirsek o büyük bir toplumun parçası olduğunu hissedecek, büyük hareket ve bu yeterli olacak. O koruyacaktır. Kocasının faaliyetlerine hak verecektir. Bu topluluğa tamamen katılmak için bu ona yeterli olacaktır.

Eğer Gölge Yoksa O Zaman Güneş de Yoktur

Kutsal kitaplarda denir ki: Bir kadın bir erkeğin kaburgasından yaratılmıştır. Orijinal İbranice’de “kaburga” kelimesi hem kaburga ve hem de gölge anlamına gelir.

Şöyle ki bir kadın bir erkeğin yansıması olarak yaratılır ve bu sebepten dolayı kadın erkeğine yardım etmeli, onay ve buna göre tavsiye vermelidir. Aynı zamanda şöyle yazılıdır: “Kadını dinle”.

Bir kadın, bir anne, bir ev hanımı, sorumlu bir kadın olmalıdır. Evin içindeki işlerin kendisinin sorumluluğunda olduğunu hissetmelidir ve kocasının sorumluluğu ise evin dışındaki her şeydir.

Ev işleri ile ilgili olan tüm konularda erkek karısına mutlak bir şekilde güvenmelidir ve bunun dışında çözülmesi gereken konularda ise kadın erkeğine güvenmelidir. Onların birbirlerini desteklemeleri bu şekildedir; öyle ki “kadın kocasının gölgesi olarak var olur” denen kutsallık cümlesine denk gelebilsin.

Eğer gölge yok ise o zaman güneş de yoktur. Bu, psikolojik bir bakış açısından ilginç bir şekilde geliştirilebilen bir kinayedir. Bir erkek ve bir kadın bu şekilde birlikte var olurlarsa onların üzerine güneş yansır ve onlar gelişirler.

03.05.2012 Tarihli İntegral yetiştiriliş Üzerine Bir Konuşmadan

Melekler Yerine Islah Edilmiş Kişilere İhtiyacımız Var

Soru: Günah ile doğmuş birinin günah yapmaması mümkün müdür?

Cevap: Tabii ki değildir. Hepimiz gühah içinde doğmuşuz ve günah yapmaktan kaçamayız. Kimse bizden melek olmamızı beklemiyor. Bizden beklenen bunun farkında olmamız ve günahın gerçekte ne olduğunu anlamamızdır.

Günah, diğerleri ile bağ kurmaya karşı olan herhangi bir arzu, kırılan bağı düzeltmeye karşı olmaktır. Ortak ruh kırılmıştı ve nitekim şimdi her birimiz kırılmış bir sistem içinde, bencilliği ile yalnız başına varolmayı sürdürmektedir. Ben bu bencilliğim ile bir şekilde başkalarını kullanmak isterim, fakat bu kötü değildir, bu doğal bir arzudur.

Gerçek bencillik içimizde yükselir; bizim karşı koymamız gereken, buna karşı çalışma yapmamız gereken şey ise, diğerleri ile bağ kurmaya çalıştığım zaman bağ arzusu eksikliği ile ortaya çıkar. Sıradan insanlar, alışılagelmiş şekilde bu dünyada yaşamını sürdürenler, egoist değildirler. Onlar tek bir sisteme doğru bağ kurmaya çalışmıyorlar.

Bencillik kendini ancak, kişinin kırılmayı düzeltme niyetinde olduğu, bağ kurmayı planladığı koşulda, yani Yaradan’ı ifşa etmek için bağ kurma gayesinde olduğu zaman belli eder. Nitekim bunu  istememem bile mümkündür. Buna rağmen çaba gösterirsem, o zaman içimdeki kötü meyil veya kırılma gücü meydana çıkar. Bu gerçek bencilliktir.

Fakat sıradan bir kimse, yani bu şekilde çalışma yapmayanların bencilliği yoktur! Öncelikle, aramızda kırılmayı meydana getiren gücün keşfedilmesi gerekir. O zaman bunu düzeltebilir ve birlik gücüne dönüştürebiliriz. Bu şekilde kötü meyilin farkındalığına erişilir, bundan dua doğar ve ardından ıslah, iyilik gelir.

Tüm bu süreç ile yüzleşenler, yalnızca kırılan bağı düzeltmek gayesiyle bağ kurmak isteyenler ve Yaradan’ı  ifşa etmek isteyenler  yani  O’nu bu şekilde çalışarak memnun etmek için uğraşanlardır. Bizim için kesinlikle netlik kazanmış olması gereken ise, bu durumun yalnızca bu niyette iken gerçekleştiğidir. Bu sebeple, kötü meyili ifşa etmek için gereken hareketleri birleştirir, yardım talep eder ve ıslahı gerçekleştirebilmek için güç kazanırız; bu şekilde bizler ifşa seviyesine ulaşırız.

14.9.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 1. Bölümü’nden, Rabaş’ın yazıları

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 20 Eylül 2012 tarihinde, saat 11:17’de yayınlanmıştır.

Endişelenmeyiniz: Herşey Yaratılış Planına Göre İşler

Baal HaSulam’ın mektubundan (No:52): O yakınında iken O’nu talep et. Gerçek şu ki, Yaradan’a çağrıda bulunursanız bilin ki, O yakındadır. Bu demektir ki, şimdi sizin bir fırsatınız vardır; eğer dikkatinizi verirseniz, Yaradan’ın yakınınızda olduğunu hissedersiniz ve bu da Yaradan’ın yakın olduğunun işaretidir.

Şayet bir arzu kişinin içine doğar ise, bu demektir ki, Yaradan bunu kendisine iletti. Arzularımız; minnettarlık, talepler, şikayetler veya hoşnutsuzluklar olarak hissedilebilir. Kişi ne hissederse hissetsin, bu hep Yaradan’dan gelir. Bireyin fark etmesi gereken, kendi arzularını kendisinin meydana getirmediğidir. Kişinin Yaradan’ı içsel olarak kalbine yerleştirmesi için kullandığı sözler bile ona Yaradan tarafından gönderilir. Birey herhangi bir bağımsız hareketi, hiçbir zaman  uygulayamaz.  Işık, arzuları aydınlığa çıkarır ve onların reaksiyonlarını tamamıyla tanımlar.

Kişi Yaradan’ın, kendi dualarına karşılık verdiğini düşünür: fakat bu Işık’ın, yeni oluşmuş bir arzuya doğru, kişinin üzerinde çalışma yaptığı, Işık’ın reaksiyonunun tetiklendiği bir  durumdur. Böylece  bu, adım adım yaratılış planına göre ilerler; bizim hepimizin içinden geçmesi gereken bir süreçtir.

Herşeyin üzerinde olan ise, kişinin karşılaştığı şeyler sonucu, yapması gereken en temel şeyin farkındalık ve Yaradan’ın çalışmasına dahil olmuş olduğudur. Öyle bir süreç  ki, Işık kişinin üzerinde ve kabında/arzusunda  çalışmasını yapar. Kişinin kendisi ile gerçekleşen herşeyi kabul etmesi gerekir,  bununla barışık olmalıdır ve kendisine olacak şeyleri neredeyse kendisi hazırlayacak şekilde, bu sürece istekli başlamalıdır. Daha sonra bu Yaradan’a bağlı olduğu anlamına gelecektir.

23.8.2012 tarihli dersten, Baal HaSulam’ın yazıları

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 20 Eylül 2012 tarihinde, saat 09:32’de yayınlanmıştır.

Kıskançlık Bir Kusur Değildir

Soru: Kabalistler, kişinin bu dünyayı terk edip, manevi dünyaya adım atması konusunda kıskançlığın yardımcı bir özellik olduğunu atfeder. Tabii, neden diğerlerini kıskanmalıyım ki? Sonuçta, herkes özeldir ve her birimiz kendi yolunda ilerler. Niçin diğerinin eşsiz oluşu beni kıskandırmalıdır ve  neden yolumda ilerlerken buna müsaade etmeliyim ?

Cevap: Kıskançlığımı, nefsimi, bana saygı duyulması için oluşan arzumu bilerek uyandırdım. Bu, diğerlerinin başarılarını kıskananlar veya saygı arayan sıradan insanlar konusu değildir. Bu dünyada bizler  her türlü anlamsız ve saçma şeylere karşı kıskançlık duyarız. Ben ise aksine yaşam için gerekli temel olanı dikkate alıp, diğer şeylerle ilgilenmem. Temel gereksinimlerimi karşıladıktan sonra, kendimi manevi çalışma için inşa eder, kıskançlık gibi konuları da araç olarak kullanırım.

Nitekim başka türlü ilerleme sağlamak için başka bir şeyim olmaz. Kıskançlık, nefis ve saygı üç bencilce yaklaşım olup, içimde bu özellikler bulunmadan nasıl çalışmamı yaparım? Bu özelliklerin konusu beni bu dünyadan dışarıya çıkaracaktır; bu BYA dünyalarını terk edip, Atsilut (O’nun yeri, gelişimin başlangıç yeri)  dünyasına geçmek gibidir.

Manevi şekilde çalışma yapmak istersem, diğerlerinin çalışmalarına bakar ve onların önünde kendimi sıfırlarım. Daha sonra onları neslin en yüceleri olarak görürüm: Onlar daha mesafe sarfederek ilerlemişlerdir, onlar ıslahın son haline erişmişlerdir ve ben onları kıskanırım. Eğer kıskanmaz isem, gücüm olmaz ve ilerleyemem. Egoma karşı ilerleme sağlamak için tüm kuvveti kazanırım. Doğru ilerleme doğru niyet ile yani maddenin üzerine takınmış olduğu formu Işık bana sunar, nitekim yükselmeye çalıştığım konu ise başlı başına benim kendi egomdur.

Soru: Doğru niyetimi, kıskançlık özelliğinden nasıl koruyabilirim?

Cevap: Kıskançlık, nefis ve saygı arzusunun derecesine göre niyet inşa olur. Kıskançlık duygusunu, Yaradan’ı kıskanmaya, Yaradan’a saygı duymak için saygı arzusuna, O’nunla bir olma dürtüsü oluşacak şekildeki nefsinize dönüştürürsünüz. Böyle olmaz ise, neyin ıslahını yaparsınız ki? Ne inşa edersiniz ki, bulutlar arasında havalı bir şato mu ?

Soru: Fakat hala, kıskançlık  hissi duyarsam, onun ateşi beni tüketir.

Cevap: Hayır, kıskançlık hissinin uyanmasına izin veriniz, nefsiniz, saygı duyulması için arzunuzun belli sınırına kadar. Bu sınır aşıldıktan sonra, sizin için bunun önemi kalmadığı zaman, bunu anlamanız için ”çalışma sahasını” belirlemelisiniz. Herşey kontrol altında olmalıdır; nitekim böyle olmayacaksa, başlamamalısınız.

Kısaca, deneyiniz. Kıskançlık durumuna düşeceksiniz diye korkmayınız. Bunun üzerinde çalışınız. Dostlarınızı kıskanırsanız şanslısınız; bu iyidir. Sonuçta, ilerleme sağlayabilmek için başka kuvvetimiz yoktur. Eğer ben çevre olmaksızın yaşasaydım, hayvan gibi olurdum. Diğer yandan, eğer toplum devamlı dostlarımı bana örnek göstererek bendeki noksanlıkları ortaya çıkarır, beni  kışkırtır ve teşvik ederse, bu benim yaşamda ilerleme sağlamama yardımcı olur. Benim yalnızca iyi örnekler sunan, kıskanmamı sağlayacak, özel bir çevreye ihtiyacım vardır.

12.9.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 4. Bölümü’nden, ”Dünyada Barış”
Bu makale Dr Laitman’ın blogunda 16 Eylül 2012 tarihinde, saat 12:03’te yayınlanmıştır.

Gemimiz İçin Yakıta İhtiyacımız Var

Soru: Dostlar ile bağ arzusu talebim bile yoksa, olması talep edilenin zıttını hissediyorsam ne yapabilirim ?

Cevap: Bu kendinizi hazırlamadığınızın bir işaretidir. Önce gururunuzu alçaltmalısınız, çevreye razı olmalısınız ve dostların ilerleyen yüce kimseler olduğunu hissetmeye başlamalısınız. Çünkü tamamıyla yalnız kaldığınız zaman, geride kalmış gibisinizdir, sanki uyuyan bir bebeği arabada unutmuşsunuz gibi.

Herkes ileriye doğru uzun bir yol çoktan katetmiş ve siz, gururunuzdan dolayı, kendinizi o kadar ayrıcalıklı görürsünüz ki sanki kendi başınıza ilerleme sağlamış gibi. Aksine bu böyle değildir. İlerleme sağlayanlar onlardır ve siz arkada kalmışsınız. Öncelikle bunu kabul etmelisiniz. Çevre ile bağınızı koparmak, tüm hatalar için ilk sebeptir.

Sorun bir noksanınız olduğu değil, baskı olmadığıdır. Bu böyledir çünkü neyin önemli olduğunu açığa çıkarmıyorsunuzdur. Sizler devamlı bu şekilde çaba sarfetmelisiniz. Şayet ben eğer devamlı birşey hakkında düşünürsem, bu benim  için önemli birşey haline gelir ve çalışma esnasında da bunu aklımdan çıkarmam.

Bunun yanısıra, tüm gruplar bunun üzerinde çalışmalı ki, manevi gayenin önemi herkeste uyansın. Buna ”karşılıklı garantörlük” denir-bizlerin ihsan etmenin dışında önemli olabilecek başka bir şeyin olmadığı hususunda birbirimize ilham vermesi. Ama şayet herkes bir şekilde genel anestezi etkisi altında ise, bir kişi tüm grubun gücünün aksine ilerleyemez, böylece o da, uykuya dalar.

Buradaki sorun, diğerlerine destek sağlamak ve onlara yapmış olduğunuz yatırımın oranından çok daha fazla geri almanız yerine, başkasının yakıtını kullanmaya alışık olduğunuzdur. Grup, her bireysel arzunun tutkusunun bir genişleticisi gibi çalışmalıdır.

Fakat  gördüğüm şu ki, herkes, bu gemiyi benim baskım ve haykırışlarım ile zorlayarak yürütmemi bekliyor. Bu olmaz ise, gemi dalgalar ile boğuşur ve ileriye itilmesi için bekler durur. Baskı yapmayı bıraktığım anda, herkes hemen neden bıraktığım için bana bakar. Bu şekilde ilerleme sağlamak mümkün değildir.

Yaradan’ı Harflere Göre Okumayı Öğrenmek

Işık, ihsan etme niteliği, karanlığa, kaba doğru, bir arzu, alma niteliğine doğar. Daha sonra, Işık onu dört seviyede geliştirir-seviyeler, durumlar-birbiri ardına gelir, ta ki arzu varolduğunu hissetmeye karar verdiğinde ve sonunda Işık’ın, Yaradan’ın ondan ne beklediğini anlayana kadar.

Işık onunla bağ kurmak, tam bir olmayı ister, buna sonsuzluğun dünyası denir.  Fakat haz alma arzusu buna dayanamaz çünkü Işık’ın zıttını, Işık ile bir olamamayı (birleşememeyi) hisseder. Yaratılmış insan geliştiğinde, Işık’ın niteliğini anlamaya başladığında, sonra, bunun zıtlığı sayesinde kendisini anlamaya başlar. Kendisini Işık’ın niteliklerinden zıt olarak görmeye başlar. Yaradan bir olmak, sevgi ister. Bu şekilde Yaradan ile olan böyle bir bağa “sonsuzluğun dünyası” denir.

Bu, zengin bir adamın fakir arkadaşını evine çağırıp, tüm zenginliğini vermesi ve şunu sorması gibi: “Daha ne istersin?”, fakir adam der ki: “Ben  bu zenginliği kendi başıma kazanmak isterim”.  Nitekim zengin adam ona bunu veremez.

Daha sonra Yaradan, yaratılmış olana, arzusunu yerine getirmesi için yardım eder. Nitekim, yani bağımsız ol ve Yaradan’a benzer tutum ile kendince özgür irade ile bu sunulanı geriye öde. Bu sebeple, Yaradan kulunu ilk durumdan yani sonsuzluk dünyasından, dünyamızdaki en düşük seviyeye, herşeyin kişinin kendisine bağlı olduğu duruma getirir.

Şimdi yaratılmış kulun bu durumu düzeltmesi için, kendi başına o ilk seviyesine dönebilmesi, bu durumu mükemmelleştirmesi için, sonsuzluğun dünyasına geri dönmesi ve Yaradan ile bir olmaya ulaşabilmesi şeklinde kendisine olanak sunulmuştur. Nitekim yaratılmış olan mükemmel hale gelir ve Yaradan ile tam bütünlüğe ulaşır.

Yaradan kulunun işini kolaylaştırmak ister ve Işık’ın etkisini kapta ayrı ayrı seviyelere yani “22 harfe” ayırır. Böylece yaratılmış olan bu çalışmayı Işık’a istinaden uygular. Kul işine en alttan başlar, sanki zıt bir yöne doğruymuş gibi, Yaradan’a ihsan ederek ve “ihsan etmek için” niyetini inşa ederek; fakat seviyelere, 22 harfli çalışma olarak ayrılmıştır. Kul, geriye dönecek Işık’ın 10 sefirotunu (Yehuda Aşlag’ın Talmud Eser Sefirot -On Sefirot Çalışması) inşa eder, Yaradan’a olan tutumunu kul, direkt Işık’ın on sefirotundan öğrenir.

Yaradan kulunu “hiç yoktan bir şey” olarak yarattı, fakat yaratılmış olan bu seviyeden bile değil, daha da aşağı seviyeden başlamalıdır; fakat bu aşağı seviyeden, dünyalardan, Klipot (kaplar), Yaradan’ın zıttı olanın üzerine yükselmelidir. Yaradan, sıfırdan artı dizisindeki sonsuzluğa doğru çalışır nitekim kul  ise, eksiden başlayıp artıya doğru ilerlemelidir. Her seferinde, kendisi kendi başına bunu keşfedip daha büyük bir eksiyi düzeltir. Aynı zamanda kul kendi kabını Işık’a doğru, eksi sonsuzluktan artı sonsuzluğa doğru uyarlar.

Ortaya çıkan şey kulun Yaradan’dan aldığı herşey-kuvvet, arzular, kaplar (çalışmanın harfleri), önceden hazır oluşturulmuş merdivenin her seviyesi ve nitekim bunlar kulun hesabının parçası değildir -tüm bunlar şimdi kulun kişisel hesabının parçası haline gelir. O anda, tüm bunlar Yaradan’ın hazır sunduğu değil, yaratılmış olanın kendi hareketleri olarak algılanır.

Bütün bunlara göre, kişi, bilgeliğe ulaşan, bu hareketleri nasıl uygulayacağını, kaynaklarını nasıl kullanacağını bilen yaratılmış olandır. Kişi kendi başına, ihsan etme gücünün değil de,  kendi içindeki alma arzusunun aktif olduğunu keşfeder. Nitekim bu şekilde yaptıkları ile Yaradan ile eşdeğer hale gelir. Bunu yapabilmesi için, yaratılmış olanın, parçalanmış olandan başlaması gerekir ki, “çalışmanın harflerine” kendi başına zıt niteliklerdekilere ulaşsın.

Buna “konuşma”, “nefes” denir, haz alma arzusunun Masah (perde) ve geriye dönen Işık ile uyguladığı hareketlerdir. Sonuç olarak, Yaradan parçalanmış gibi gözükür ve haktan yana olanlar yeniden inşa eder ve düzeltir. Nitekim, konuşma kuvvetine şükrederiz ki, yaratılmış olan, Yaradan ile eşdeğer hale, yani “ağızdan ağza” bağ konumuna erişmiş hale gelir.

7.8.2012 tarihli Günlük Kabala Dersin’nin 1. Bölümü’nden, Baal HaSulam’ın Yazıları

İfşa Her Zaman, Beklenmedik Şekilde Olur

Soru: Işık bir kişiyi onun daha çok, neyi okuduğunu anladığında ya da tamamen aklı karışık olduğunda ve niyeti tutmak için çabaya başvurduğunda mı etkiler?

Cevap: Bunu bilmek imkânsızdır. Işık daima etkiler; fakat kişi bu etkiyi hemen hissedemez ancak zamanla hissedebilir. Muhtemelen iki haftada ya da hazır olmadığı bir anda bile aniden ifşa olur. İfşanın nasıl olacağını bilemezsin; çünkü sonuç olarak ifşaya götüren birden çok içsel ve dışsal koşullar vardır.

11/9/12 Tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 2.Kısmından Alıntı, Zohar

Grubun Kalbi

Soru: “Grubun kalbi” nedir?

Cevap: “Grubun kalbi”, birbirlerine karşılıklı ve sadık bir bağlantıda var olabilen ortak arzulardır. Onlar bir arada, her kişinin, üstesinden geldiği egoizmi kullanabilir ve bu arzuları özveriye getirebilirler. Şöyle ki onlar şimdi, Tapınakta, ortak evlerinde ve ortak arzularında çalışmaya ihtiyaçları vardır. Bu, birbirlerine bağlanmanın içerisinde Yaradan’a bağlanmayı keşfettikleri, arzudur.

Dostlar arasındaki birlik bir kaptır ve bütün bu bağlanmış arzuların sonucu Yaratan’a bağlanma olarak ifşa olur. Şöyle denir: “Seni yaptıklarından biliriz”. Işık, kabın içinde ifşa olur.

12.09.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 3.Bölümünden, On Sefirot Çalışması

Zaman, Dünyamızın Bir Kusurudur

Soru: Sorum, zamanla alakalıdır. Bizlerin belki de birliği başaramamamızın tek sebebi Yaradan’a eşzamanlı bir şekilde yönelemediğimizdendir. Unutmamalıyız ki, bireysel olarak hepimiz daha önceden zaten bu büyük bağlantıyı hissettik.

Cevap: Zaman, dünyamızın bir kusurudur. Eğer ben, mutlak güvende tamamen emniyetli hissetseydim,  benim mevcut durumumun her dakikasında ve gelecek yılda, yirmi yılda ya da binlerce yılda küçük bir fark ya da hiçbir fark olmayacaktı. Eğer ki değişiklikler benim durumlarımda var olmasaydı, daha sonra, zaman hiç olmayacaktı.

O zaman “var olmadı” ne demektir? Bu, hiçbir durumun, diğerinden daha iyi ya da daha kötü olmadığını ifade eder. Bu nasıl olabilir? Eğer ben, güven dolu Yaratıcıya sahip olursam, bu olabilir. Daha sonra, bir taraftan durumlar değişebilir; fakat diğer taraftan ben tamamıyla bu durumların nasıl değiştiğiyle ilgilenmem. Sonrasında zaman, kaybolur.

Kharkov Kongresi “Yükselmeyi Birleştirmek” 19/8/12, 7.Ders