Monthly Archives: Haziran 2012

Krizler Eğitim Üzerindeki Harcamaları Kamçılıyor

Euronews’in haberinde yer aldığı üzere: “Tüm dünyada ekonomik krizin eğitim üzerinde olumsuz etkisi var. Kamu harcamaları kamçılanıyor ve okullar bundan kaçınmıyor. Şu an öğrencilerin sokaklarda yer almasıyla beraber hükümetler eğitimi temel bir hak olarak sürdürmeye çabalıyorlar.”

Benim Görüşüm: Eğitim sistemi, yetiştirme sistemi ile bağlantılı olmadığından dolayı meyve veremez ve bu olmaksızın krizler toplumun tüm katmanlarında daha derinden hissedilir.

Artık işletmelerin bile çalışanlarını karşılıklı sorumluluk içinde tüm çalışanlarını bir ekipte birleştirmeksizin çalıştırabilmesinin mümkün olmadığı zaman gelecek.

Birleşmenin bir dokuma metodu tüm meslekler içinde her geçen gün daha belirgin hale geliyor.  Tüm eylemlerin başarı için gerekli bir şart olacağı, bireyselliğin yanı sıra bir grup olunacağı ve birliğin sağlanacağı bir zaman gelecek ve bu yöndeki eylemler öne çıkacak.

Böylece üst otorite insanlığı eylemlerden önce niyetleri öğrenmeleri için zorlayacak ve buna ulaşmada herkese yol gösterecektir.

Japonya’ya Ne olacak?

Bir Görüş (Takeshi Fujumaki, milyarder yatırımcı George Soros’ın eski danışmanı)

Dün yapılan bir röportajda Tokyo’da bulunan bir yatırım danışmanlığı şirketinin başkanı olan Takeshi Fujumaki, “Japonya, önümüzdeki beş yıl içerisinde muhtemelen Avrupa’dan önce yükümlülüklerini yerine getiremeyecek” dedi. Fujumaki, Japonların, ABD,  Avustralya ve Kanada Doları, İsviçre Frangı ve Sterlin cinsi döviz ürünlerini saklamaları gerektiğini belirtti.

Fujumaki’ye göre Japon hükümeti yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde Yen, Dolar karşısında 450-500 Yen civarı zayıflayabilir ve 10 yıllık gösterge tahvillerinin getirileri üzerinde yüzde seksenden fazla dalgalanma olabilir.

“Uluslar arası Para Fonu (İMF)’un gösterdiğine göre 1984’te yüzde 67.3 olan Japon halkının borçları 2014 yılında dünyanın en büyük borçlu toplumu olacak şekilde yüzde 245,6’ya fırlayacak…

“Japonya krizinden kaçış yok” diyen Fujumaki, Japonya için kalan tek seçeneğin bir başka yükümlülükten kaçınma veya hiper-enflasyona sebep olacak para basmak olduğunu ekledi.

Görüşüm: Bunun nedeninin yöneticilerin hiper egoizmi olduğunu anlarsak, düşmanlıktan kardeşliğe doğru bir dünya toplumuna dönüşmeye başlarsak ve gerçekçi bir yaklaşımla aşırı tüketim ekonomisinin altyapısını makul bir tüketim ekonomisine aktarmayı başlatırsak her ülke ve tüm dünya için krizden bir çıkış yolu mevcut. Aksi takdirde kriz bizi tüm altyapısıyla bir imhanın eşiğine getirecektir.

Karanlık Bir Geceye Doğan İnanç

Eğer Yaradan ifşa olursa veya en azından kişinin edindiği form eşitliğine göre kişinin biraz da olsa yakınına gelirse, kişi bu yükseliş esnasında kendisini bu hazza kaptırmamalı ve bu sarhoşluğa müsaade etmemelidir. Bilakis yükseliş zamanı, çalışmaya, gruba, kitaplara ve dağıtıma daha sıkı tutunmak için eklememiz gereken maksimum çaba açısından en uygun çalışma yeridir.

Bu zamanı maksimize etmeye çalışmalı ve bir sonraki an, bunun durmayacağının hiç bir garantisi olmadığını anlamalıyız. Bu yüzden, şimdi sahip olduğun tüm araçları kullanarak, kendini yükseliş durumuna öyle bir bağla ki bu iyi koşul, zıt bir duruma girse ve – bulanıklık, kafa karışıklığı, çaresizlik ve güçsüzlük –  gibi hoş olmayan karanlık bir durum haline gelse dahi; hatta tamamen umutsuzluğa düşsen bile yine de Yaradan’a bağlı kalmayı isteyebilesin.

Bu yakınlık, hoş durumları sürdürmeyecektir; bu hoş durumların yanında, alma arzunun içerisinde kötü hissedebilirsin; böyle durumlarda da Yaradan’a sadık olmayı ve O’na bağlı kalmayı dile. Böylelikle alma kaplarında doyum hissedip hissetmemene bağlı olmaksızın,  yükselişler ya da düşüşler seni etkilemeyecektir. Bilakis, hiçbir doyum olmadığı zamanlarda, kendin için herhangi bir ödül söz konusu olmaksızın ihsan etmek için çalışıyor olduğundan emin olabilirsin.

Bunu yapabilmen için bir ‘antlaşmaya’ ihtiyacın vardır. Eğer ihsan etmek için özlem duyarsan; Yaradan’la bu yönde bir antlaşmayı tutabileceğini keşfedersin. Öyle ki Yaradan’ın bu antlaşmayı tutacağından emin olabilirsin. Böylece düşüşler geldiğinde, kendini tamamen boşlukta hissettiğinde ve ihsan etmeyi beceremediğinde, daha önce gerçekleştirdiğin çalışma sayesinde, ‘karanlığın’ içerisinde dahi amaca bağlı kalabileceğine emin olabilirsin.

Aslında bizim tüm çalışmamız, ihsan etmenin ve inancın var olduğu ‘gece’ vaktinde olur. Denir ki: “Görkemini gündüzleri; inancını ise geceleri söyle”. Zira inancın ve ihsan etmenin ifşa olduğu yer ‘gece’dir.

17.06.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati 76

Sevgi: Nefretin Üzerinde Bir Köprü

Tüm realite üçe ayrılmıştır: Diğer realiteyi keşfetmek isteyen ben, benim sükûnete gelmeme izin vermeyen içimdeki kıvılcım ve beni saran dünya.

Çevremdeki dünya, cansız, bitkisel, hayvansal seviyeler ve bana yakın ve uzak olan insanlar olarak bölünmüştür. Oysa ki tüm bunların hepsinin arkasında daha yüksek bir güç bulunur. Ne var ki tüm bunların hepsi benim parçam olmasına rağmen hissiyatımda ve bilincimde oluşan ayrılıktan dolayı bunu algılamıyorum.

Bu durum, sanki koluma ağrı kesici bir iğne yapıldıktan sonra duyularımı tamamen kaybettiğimi sanmam ve kolumun bana olduğunu hissetmemem gibidir. Öylesine güçlü bir anestezi ki kolum kesilse bile hiç hissetmiyorum.

Tüm dünyayı algılayışım bu şekilde; yani sanki bana ait değilmiş gibi. Manevi çalışma ise bu anesteziye ve bu anestezinin verdiği bu hissiyata karşı savaşmaktır.

Bu niyetsel bir durumdur; şöyle ki eğer ben uyuşturulmuş olmamın sonucu olarak bu dünyanın bana ait olmadığını anlarsam, egoizmimden kurtulabilirim ve bu durumu bir diğerine karşı özgecil davranmayla ve ihsan etmeye ilişkilendirebilirim. Bunu sevmeyi öğrenebilirim.

Kendime yönelik sevgiyi geliştirmeye ihtiyacım yok; zaten kendimi egoistik olarak seviyorum. Ancak şimdi, bu anestezi ve yanılsama sebebiyle uyuşturulmuş olmamın sonucu olarak benden ayrılmış olarak gördüğüm diğerlerini sevmeyi öğrenebilirim. Unutulmamalıdır ki, sevgi Yaradan’ın niteliğidir; yaratılanın değil.

Bu ayrılık sonucu Yaradan, bize ait olmayan ve doğal olarak bize uymayan bir niteliği alma fırsatını bize verir. Esas olarak sevginin ne olduğunu hiçbir şekilde anlamıyoruz. Fakat kendimi sevdiğim gibi dışımdakileri de sevmeyi öğrenmeye çaba sarf ettiğim zaman; yani dostuma kendim gibi yaklaştığım zaman, buna sevgi denir.

Bunun üzerinde egoma karşı çalışırım. Ego, içimde buna sürekli direnç gösteren özel bir güçtür. Böylece, iki farklı yönde hareket eden iki zıt güç bulunur. Arzu, hazzı kendisi için çeker ancak bu hazzı iten ve bunu yukarıya vermeye hazır olan ve bu hazzın üzerinde olan bir perde vardır.

İşte o zaman, bu iki güç arasındaki etkileşimden dolayı, kendi bedenimden, köpeğimden, çocuğumdan bir başkasını daha fazla sevmenin ne demek olduğunu gerçekten anlayabilirim.

Ben geliştikçe, dostlarıma olan nefretim de artar ancak bunun üzerinde sevginin gücünü geliştiririm. Nefretin üzerine çıkabildiğim sürece buna sevgi denir. Denildiği gibi: ‘Sevgi tüm günahları örter’. Bu iki zıt niteliğin çarpışması sonucu, yaratılan, Yaradan’ın niteliğini kazanır. Aksi halde, bunu sağlamak imkânsız olarak kalır ve yaratılmış olduğumuz biçimdeki doğamızın içerisinde kalmaya devam ederiz.

Hâlbuki eğer bizler, yani yaratılanlar (Nivraim) hem Yaradan’ın dışında bağımsız kişilikler olmak ve hem de O’nun niteliklerine ve bu yüksek koşula ulaşmak istiyorsak o zaman içimizde böylesi bir dirence sahip mekanizma inşa etmekle yükümlüyüz. Bunun içerisinde sürekli işleyen iki zıt güç olacaktır: Haz alma arzusu ve kendi egoizmimizin üzerinde, nefretimizin üzerinde inşa edeceğimiz sevgi; yani ihsan etme arzusu.

01.06.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Sözcükler Olmaksızın Belli Bir Durum

Soru: Baal HaSulam makalelerinde neden kitaplara ve yazarlara bağlı olmamız gerektiğinden ve gruba bağlılığın önemini kapsamadan bu konudan bahseder ?

Cevap: Gruba bağlılık konusunun öneminin bahsi geçmemiştir çünkü bu belli ve açık seçik bir vaziyettir. Birlik, diğerleri ile bağ, pratik açıdan çalışmaya başlanması mümkün olmayan kaptır. Bunun sayesinde egonuz üzerine çıkarsınız ve asgari bir ihsan etme arzusuna erişir, buradan da devam edersiniz.

Eğer bir çevresiniz yok ise; bu delikten çıkabilmenizi ve yükselmenizi sağlayıp yardımcı olan, egonuzdan o zaman konuşabileceğiniz kimse yoktur. Bu bir kişi hakkında, ego üzerinde yükselmemize sebep olan idrakımız hakkındadır ve bu yalnızca dostlar ile bağ içinde olma ile mümkündür. Ta ki bu hareketleri uygulayana kadar, sanki henüz doğmamışsınız gibi ve konuşacak bir kimsenin henüz olmaması durumundaki gibi. Bizler sperm damlası halinde ve henüz doğmamış bir kişinin ne yapması gerektiğinden bahsetmiyoruz.

Bahsi geçen durum zaten varolan bir kişi hakkındadır; kişinin içinde olan, uyandırılmış idrak anlamında olup, egosu üzerinde yükselen kişi demektir. Bu ancak çevre yardımı ile mümkündür. Çevresine olan bağ derecesine göre kişi egosunu terk eder ve onun üzerine yükselir. Onu oradan çıkaracak başka bir güç yoktur.

Daha sonra bizler zaten kişinin diğer manevi hareketleri hakkında, çevrenin gücü olmadan kendi başına hiç bir güce sahip olamayan birey hakkında konuşabiliriz. Kişi bir alma arzusudur ve bizler bunun hakkında hiç birşey söyleyemeyiz. Vurgulanması gereken kısım, ”dost”, egosunun üzerine yükselmiş bir kişi olup, bu sebeple böyle tanımlandırılmıştır.

Ebeveynlerin Kanatları Altında

Manevi öğretmen, beni inşa eden, ayaklarımın üzerine basmamı sağlayan, bana yol gösteren ve hedefime ulaşana kadar bana yol gösteren bir sistemdir. Manevi öğretmen, tıpkı çocuğuna göz kulak olan anne-baba gibidir; zira onlar olmasaydı çocuklar hayatta kalamazdı. Çocuk sadece ebeveynleri sayesinde var olabilir; çünkü onlara iç güdüsel olarak tutunur ve bu sayede gerekli tüm ilgiyi onlardan alır ve başarılı bir şekilde büyüyerek bir yetişkin olur.

Dünyadaki bu rolü gerçekleştiren fiziksel anne babamızken; manevi dünyada bu rolü sağlayan Aba ve İma (üstteki anne-baba) sistemi vardır; kişinin manevi öğretmeni olan En Yüksek Partzuf.

Stresin Yeni Bir Türü: İşten Bıkkınlık

Görüş: Central Lancashire Üniversitesi’nde uzman psikoloji okutmanı Dr. Sandi Mann şöyle diyor:  “Yapılan son araştırmalara göre iş ortamından bıkkınlık artıyor ve bu durum, üst düzey yöneticilerden tutun da en en alt seviyedeki çalışanlara kadar herkesi etkiliyor.”

“….bıkkınlık, işyerinde öfkeden sonra en fazla ifade edilen duygu…” diyor Dr. Mann.

Daha da ötesi, Dr. Mann, pratik bir bakış açısıyla, eski nesiller arasında çok daha az görülen bir şekilde, yaşamlarımızdaki tüm isteklerimizi gerçekleştirmeyi istediğimizden dolayı çok azımızın bıkkınlığa katlanmak konusunda istekli olduğumuza inanıyor.

Montclair Devlet Üniversitesi ve Güney Florida Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen “iş yerindeki davranış ve bıkkınlık arasındaki negatif korelasyon”a ait çalışmaya göre, sıkılmış çalışanların organizasyonlarına zarar verebileceklerine dair altı tür tanımlandı: Başkalarını rahatsız etmek, Verimlilikte sapma (görevinde kasten başarısız olmak), sabote etme, çekilme, hırsızlık ve uygunsuz şaka yapmalar. En fazla görüleni ise çekilme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cambride Judge Business School Üniversitesi’nden Mark de Rond’a göre ise profesyonellerin canlarını sıkan bir sıkıntı türü daha var: O da yeteri kadar yapacakları işin olmamasından ziyade yapmaya değecek işlerinin olmadığını hissetmeleri..

Benim görüşüm: Daha da fazla büyüyen egoizmin derecesi ve bunun bir çıkmaza girmesi sonucu, bu egoizm global olarak entegre hale ulaştığında, tüm negatif etkiler ve duygular daha fazla baş gösterecektir ve egoizmin kendisini düzeltmesi dışında hiçbir psikolojik çaba işe yaramayacaktır.

Islahı Yarına Kadar Ertelemeyiniz

Egomuz üzerine yükselme arzumuz, doğa ile uyumda olmak için; onun ihsan etme ve sevgi vasıfları için, bizlerin dikkatli olması gerekir ve ıslahımızı ”daha sonraya” ertelememeliyiz. Egomuz bizi buna iter, onun karşı koyması ile azalır. Kim ıslahını bugünden yarına ertelerse, ”bugün değişen şey, yarın sizin için değişir”, hatasını ve ilerleme noksanlığını çok seneler sonra keşfeder, ”ve yarına kadar bekleyen, seneler sonra kaybolur, Allah korusun.”

Böyle bir kayıbın nedeni, dost sevgisi ile alakalı çabalardaki, gerekli ve elverişli metotlarla egomuzun ıslahı ile ilgili ihmalkarlıktandır.

Grubun birliğinde ve her bir dostumuzda saklı olan büyük gücü idrak etmeliyiz. Sonuçta, dostlar veya bir grup ile değil ama doğanın büyük gücü ile alakadarız. Her birimiz onunla birlik içindeyiz; yalnızca bu dünyanın etrafımızdaki aldatıcı görüntüsü ve onun tüm bölümleri aklımızı karıştırır, yüce kuvvetlerin ve doğasal niteliklerin bizi ilgilendiren idare sistemini bizlerden gizler ki her birimiz ihsan etme ve sevgi vasıflarına erişelim.

Doğanın her bir temsilcisi ile gücümüzü birleştirirsek ve daha sonra dostlar toplantısında, sevgi ve dostluk içinde, birbirimize benzememize neden olan, bizi değiştiren kuvveti keşfederiz ve doğanın Üst Kuvveti ile eşdeğer hale geliriz.

Baal HaSulam’dan, Pri Hacham (Bilgenin meyvesi), 13. Mektup, 1925

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 30 Mayıs 2012 tarihinde, saat 11:26’da yayınlanmıştır.

Günlük Ders Bütün Gün İçin

Günlük çalışmamızın bilgi kazanmak için olmadığını, gelişim kazanmak için olduğunu anlamalıyız. Girdiğiniz her ders, bugün, dün veya dünden önceki gün, hepsi gelişiminiz için safhalardır.

Bu herhangi bir makale çalışması veya Talmud Eser Sefirot kitabı bölümlerinin çalışması değildir.  Bu kaynağı çalışarak içinde gelişim sağlayacağınız seviyeleri idrak edersiniz. Bu nedenle,  bunun devamında, günün dersinden sonra, derste çalışmasını yaptığınız konunun içinde kalmak çok önemlidir.

Saatlerin etrafında dönerek derste toplanacağımız zamana kadar günü bu şekilde geçirmelisiniz.  Ders üzerinde çalışma yapmak gerekir ve süreç içine sokmak, süreç içinden çıkmamayı çabalamak ve bloğumu (laitman.info.tr) okumanız  gerekir. Bu kaynaktan yeterince faydalanmalısınız. Bu şekilde bizler düşüncelerimizde bir oluruz ve kendimizi ortak ve belirli gelişim safhalarında buluruz. Bu çok önemlidir çünkü bu yöntem ile bizler bir ortak düşünce üretiriz.

Ben şunu gördüm ki, Rabaş da aynı çalışmayı yaptı: Günün dersinden sonra o sabah çalışmasını yaptığı aynı kaynağa tekrar geri dönerdi. Kendisi aynı sözcükleri kullandığından bahseder, okumuş olduğumuz makaleyi dile getirirdi. Bu iyidir çünkü bu demektir ki, kişi onu yaşar ve aklından kalbine doğru yönlendirir.

Her gün Rabaş ve ben gezinmeye çıkardık ve eğer ben birazcık erken geldiysem, onu otururken, okurken veya bir şey yazarken yani sabahki ders ile ilgili bir şey yaparken bulurdum. Daha sonra arabada giderken, bizler yalnızca makale hakkında konuşur veya derste üzerinde çalışma yaptığımız Talmud Eser Sefirot kitap bölümleri konusunda sohbet ederdik.

Eğer doktor randevusuna gitmesi gerekiyorduysa da yanına makaleleri veya Talmud Eser Sefirot kitabını alırdı ve bekleme odasında otururken biz onlar hakkında konuşur, çalışırdık. Genelde sabah dersinde üzerinde çalışmış olduğumuz kaynakların aynısı olurdu.

7.1.2011 tarihli Talmud Eser Sefirot dersinden

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 17 Ocak 2011, saat 11:13’te yayınlanmıştır.

Sadece İleri, Tek Bir Adım Bile Geriye Dönmek Yok

Soru: Yaradan’la yapmış olduğum anlaşma ile dostumla yapmış olduğum anlaşma arasında fark var mıdır?

Cevap: Hiçbir fark yoktur, ancak Yaradan’la olan anlaşma yalnızca gerçekçi ve sonsuz olma koşulunda mümkündür. Fakat bu durum bir dostla şimdilik bir oyun gibi olabilir. Bu bütünüyle zordur zira maneviyatta sadece kusursuz bir arzu kabul edilir, yani mutlak ve sonsuz ve kesinlikle geri adım atmayacağın bir arzu.

Eğer bir kişi bir sonraki dereceye yükselirse bu demektir ki bu kişinin talebi veya isteği bu durum için mükemmel kabul edilmiştir yani kişi gerçekten bunu istiyor.

Anlaşmamızı sürekli yeniliyoruz sanki yeni bir anlaşma yapıyor gibi. Ancak bir kişi anlaşmanın belli bir derecesine yükselirse o zaman artık bu kişi buradan düşmeyecektir. Bana düşüyormuşum gibi göründüğü zaman bu demektir ki daha zor şartlarda bir anlaşmayı, sanki yeni bir kontratı alıyorum. Ve bu kontratı devam ettirmek için olan yerde kayıbım.

Yaradan sürekli koşulları ağırlaştırırken bizler bu yeni koşullarda yenilenmiş kontrata adapte olmalıyız. Bununla beraber eğer kişi grubu, çalışmayı ve dağıtımı doğru bir şekilde kullanırsa o zaman bu kişi yeni güçler ve arzular bulur, kişi bu yeni koşula daha yüce bir durum olarak değer verir ve böylece zorlukların üstesinden gelir.

Hayatta olan her şeye bu noktadan bakmalıyız. Tüm en kötü ve en salakça olan durumlar bize bir amaç için gelir: Bizlere bir şeyler öğretmek ve ileriye doğru ilerlemek.

29.05.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları