Monthly Archives: Nisan 2012

Sabah Dersi’nin Anlamı

Soru: Kongre’den bu yana, benim için şimdilik sabah dersine konsantre olmamız gerektiği hissi, birlik hissi oluştu. Yoksa daha fazla dağıtım mı yapmalıyız? Bir şey bana tam net değil yani bugüne kadar yaptığımız her şey yeterli değil gibi geliyor; bizlerin bir şeyler daha eklemesi gerek.

Cevap: Eklememiz gerekenin sabah dersinde yapılması lazım! Sabah dersinin dışında ilerleme sağlamak mümkün değildir! Onsuz hareket olamaz! Sabah dersi her şeydir-alfa (başlangıç) ve omega (bitiş) -başka söylenecek bir şey yoktur.

Fakat sabah dersinin yanı sıra, yaptığımız her şeyin bütünsellik ruhu içinde yapılması gerekir, nitekim bizler sürekli sabah dersinde bu ruhu uyandırıyoruz.

Güne ders ile başlamak ana husustur. Bunu bir nedenden dolayı yapamazsanız bile, yine de uyanma zamanınız ne olursa olsun gününüzü ders ile başlatın: Derse en azından yarım saatinizi adayın, eğer yapmazsanız, tüm günün kalanı düşüştür, bir kayıp ve bunu karşılamak için çok uzun bir zaman harcamanız gerekecektir.

Sanal Ders’ten 26.2.2012
Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 20 Nisan 2012’de, saat 09:24’te yayınlanmıştır.

Çıkış Yolunu Bulmalıyız

Grup içerisinde bağ kurarak ve bunun vasıtasıyla üst realiteyi edinmenin metodu 5000 yıldan daha fazla bir zamandır  var olmasına rağmen, bu durum kaynakların hiçbirisinde tarif edilmemiştir. İnsanların bugüne kadar buna ihtiyaçları olmamıştır ta ki ego kendi içimizden kendimiz için bir değişim talep etmek için yeterince  gelişene kadar. Egoizm kendi acizliğini kendisi keşfetmeliydi; kendi gelişiminin ölüm noktasına ulaşmış olduğunun farkına kendisi varmalıydı öyle ki artık bizler tüm gezegende küresel ve birarada bu hayatı bu şekilde sürdürmenin imkansız olduğunu hissetmeye başladık.

Bu gerçeğin yanısıra birçok insan ve toplumlar halen bizlerin bir geleceğe doğru istek içinde olduğumuza ve gelişimimiz içerisinde birşeyleri edinmeye arzumuz olduğuna inanıyorlar, hiç kimse bu durum hakkında ciddi olarak düşünmüyor. Bu esnada durgunluk devam ediyor. Hükümetler ve ekonomistler çaresizler ancak yine de herşeyin yakında iyileşeceğini ve hayatın yine eskisi gibi tekrar normalleşeceğini savunuyorlar. Fakat işin aslı, herkes biliyor ki hiç bir çıkış yok.

Bu çıkış yolunu bulmalıyız, bu çıkışı realize etmeliyiz ve herkes için örnek olmalıyız. Çünkü günümüzde buna çok büyük ihtiyaç var, günümüze kadar her nesilde bireyler vasıtasıyla sadece hocadan öğrenciye aktarılmış olan metot da ifşa oluyor. Öyle ki tarihte makalelerinde grup hakkında yazan ilk kişi hocamdı. Ondan önce grup içinde çalışma hakkında yazan hiç kimse olmadı. 300, 500 ve hatta 1000 yıl öncesinin otantik kaynaklarının çok az bölüm ve paragraflarında bunu bulmak mümkündür, ancak çok kısa yorumlardır ve daha fazla değil.

Hocam Rabaş, grup içinde sistematik çalışmayı, üst konumu hisseden bir organ yaratmak için kendi aramızda nasıl bağ kuracağımıza açıklık getiren ilk kişidir. Herşey bir sigara paketindeki gümüş folyo kağıdına yazmış olduğu o meşhur ilk makalesiyle başlar: ‘Bizler Baal HaSulam’ın metodunu ve yolunu takip etmek isteyenler için bir toplum oluşturmak için bir araya geldik, bu şekilde insan seviyesine yükselmek için ve bir hayvan olarak kalmamak için…’ . Ve işte bizim yaptığımız budur.

Vilnus Kongresinin 23.03.2012 tarihli 2. dersinden

Öfke ve Nefret Benim Yardımcılarımdır

Soru: Olumsuz düşünceler, öfke veya nefret bizler bağ kurmaya başladığımızda içimizde belirir. Bunlar ile beraber doğru şekilde çalışmak nasıl olur?

Cevap: Bizler dünyayı iki parçaya bölmeliyiz: Bana göründüğü şekilde, bencilliğime göre ve gerçekte aslında nasıl olduğu şeklinde. Gerçekte dünya neye benzer?

Bizler ortak arzumuza göre bunu ifşa edersek, bizler dünyanın Işık ile dolu olduğunu ve tamamıyla mükemmel olduğunu görürüz. İçinde düzeltmemiz gereken bir şey yoktur. Başka bir deyişle, bizler sadece kendimizi ıslah etmeliyiz, sadece dünyaya karşı kişisel bakış açımızı, davranış açımızı, kişisel algılamamızı düzeltmeliyiz.

İşte bu nedenle, dünyayı dikkatle bencillik prizması içinden hem bize göründüğü şekil ile ayırmalıyız ve hem de aslında dışımızda var olan bir dünya şeklinde de ayırabilmeliyiz. Basitçe, üstteki Işık tam istirahat durumundadır ve tümüyle ihsan etme ve sevgi şeklinde bir özelliği vardır.

Bu nedenledir ki, bizlerin içimizdeki bu iki hissiyatı ayırt etmeye ihtiyacımız vardır. Bir hissiyat gerçek öfke hissiyatı ve itirazlardır, bunlar bir amaç sebebiyle belirir ve öyle ki bizler onların üzerine yükselelim ve grubu tam ve mükemmel bir şekilde algılayalım; bu grup yani dünyadaki tüm muhteşem dostların içinde bulunduğu ve tamamıyla ıslah edilmiş olan dostlar şeklinde. Ben, yalnız, kendimi bu dostlara dahil etmeliyim ve annenin içerisindeki embriyo misali gibi olmalıyım.

Gerçekte ne söyledikleri ve bana olan etkileri de benim için fark etmez. Bir sebepten dolayı bana bu zorluklar verilmiştir ve böylece ben bu zorlukların içinden geçmeyi başararak ve dostlarımın içinde var olarak onların tamamıyla mükemmel olduklarını zihnimde canlandırır, benimle birlikte tam istirahat halinde, ben de onların içinde var olduğumu hissederim.

23.3.2012 tarihli Vilna Kongresi’nden, 2. Ders

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 16 Nisan 2012 tarihinde, saat 12:51’de yayınlanmıştır.

Manevi Merdivenin Kuruluşu

Soru: Eğer bağ sadece manevi seviyede oluşursa, neden kongreye gelmek ihtiyacını duyuyoruz ve yüzyüze buluşmalıyız?

Cevap: Sizler herhalde internetten tamamıyla kopmanın mümkün olamayacağını ve ders yerine gözlerinizi kapatıp bizlerle içsel kanallar vasıtası ile bağ kurmak istiyorsunuz, değil mi? Anlaşılan sizler bu tarz bir içsel bağa hazırlıklı değilsiniz ve hayal kurar ve meditasyon yaparsınız.

Bizler buluştuğumuzda birbirimizi daha iyi anlarız. En azından bir kere buluşmak ve ne olduğunu görmek gereklidir. Bizler dünya hakkında izlenimleri beş duyumuz ile algılayarak ediniyoruz ve bu nedenle bizler birbirimizi malum duyularımız yolu ile hissedebilmeliyiz. Bizler hayvanız,  melek değiliz.

Beynimiz kokuları algılayan büyük hücrelerden oluşur ve onlar denizin dibini saran yosunlar gibi çoğalır. Bizlerin bütün modern sanal ağlarına karşın, bizler bu dünyada kendi hayvansal içgüdülerimize göre hareket ederiz. İşte bu sebepten dolayı bizlerin birebir yüzyüze irtibat kurmaya ihtiyacımız vardır; aksi takdirde, bilinçaltı seviyemizde daha yüksek bağ kurabilmemiz için ihtiyaç olan veri hacminde büyük bir eksiklik oluşur.

Bizlerin buluşmasına ihtiyaç var çünkü bizler bu dünyada yaşıyoruz ve bizler merdiven basamakları doğrultusunda maneviyata yükselişe bu dünyadan başlıyoruz.

9.4.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 2. Bölümü’nden, ”Brezilya Kongresi ile ilgili sorular ve cevaplar”
Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 15 Nisan 2012 tarihinde, saat 11:52’de yayınlanmıştır.

Üst Bilgiyi Almanın Koşulları

Kabala kitaplarında ne yazıldığını bilmek demek, ‘‘Ve Adem Havva’yı bilirdi’’ sözü ile bağ kurmaktır. Bizler üst derecelere yükselerek ve bunlarla bağ kurarak bilgiyi ediniriz. Bu durum  manevi dolumu, bilgiyi alabileceğimiz yere bizleri bağlayan aramızdaki bağlantı vasıtasıyla sadece mümkündür.

Bu yüzden Kabala kitaplarında ne yazıldığını özlemlesek bile kendimizi üst bilgiyi bunun vasıtasıyla alabileceğimiz yer, koşullardan koparmamalıyız. Bağ kurduğumuz yer ifşanın olduğu yerdir. Aksi halde üst dünya ile ilgili olan bilgiyi kendi hayvani, dünyevi aklın vasıtasıyla istiyor olacaksın ki bu da mümkün değildir.

Maneviyat sadece bağlantıda çalışır ve bağın yoğunluğunda temel alır. Daha sonra herşey tek bir noktada bir araya gelir ve tüm yaratılışın başlamış olduğu kıvılcıma döner. Eğer bizler doğru yönde amaca yönelemezsek Kabala kitaplarında yazılanları asla anlamayacak, sonu gelmeyen yorumlara yakınlaşacak fakat gerçeğe bu şekilde gelmeyeceğiz.

08.04.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. Bölümünden, Zohar

Toplumdan Kaçmayın

Zohar, “BeŞalakh bölümü (Firavun, insanlara gitmeleri için izin verdiği zaman)” madde 11: “ Ve O dedi: “ Ben, halkımın içinde yaşayacağım”.  Bu ne demektir? Dünyanın üzerine yargılama geldiğinde, insan kendisini toplumdan ayırmamalıdır ve Yukarıdan fark edilmemelidir ve ayrılmış bilinmemelidir.

Çünkü yargılama dünya üzerine çöktüğünde, doğru insan olsalar bile, ayrılmış olarak bilinenler ilk olarak yakalanırlar. Yani birisi kendisini asla toplumdan ayırmamalıdır. Çünkü Yaratan’ın merhameti birlikte olan halkın tamamıyladır. Ve bundan dolayı dedi ki: “Halkımın içinde yaşayacağım ve bugüne dek yaptığım gibi, onlardan ayrılmak istemiyorum.”

Bunun, hem dışsal dünyevi algıyla ve hem de içsel manevi olanla alakası vardır. Sonrakiyle başlayalım.

Birleşik tek ruh, birçok parçalara ayrıldı. “Halkımın içinde” demek, birinin diğeriyle bağlantı kurduğu kopuk parçaların kombinasyonundan yaratılmış olan müştereklik içinde demektir. Onlar, birini diğerinden ve “Yaratan’ın Halkı”nın formundan ayrı tutan kişisel egoyla baş ederler. Hepsinden sonra da, bu parçalar Yaratan’a benzedikleri koşul olan ihsan etme amacının niyetini paylaşırlar. İşte bu yüzden, onlara: “Halkım” denir. Bu, aynı zamanda Yaratan’ın niteliği olan ihsan etme amacıyla olan niyetin toplandığı, kırılmış kapların, bireysel toplanması olarak adlandırılır.

Bu bölümler, ihsan etmenin genel niteliği olan yaratanın ifşası için olan kaba destek olmak amacıyla, ihsan etme amacının niyetiyle birbirleriyle bağ kurarlar. Ve tabii ki bu olağanüstü şey, bu birleşimde ifşa edilmiş olan “gel ve gör” anlamına gelen Yaratan (Bo-Re) olarak adlandırılır. Bu, kırılmış kapların içinde yaratanın ifşası için olan formüldür: “Halkımın içinde yaşayacağım.”

Dünyevi düzlemde, bu, harekete geçmek üzere düzenlenen, genel hazırlığın kontrolündeki geniş halk kitleleri anlamına gelir.

Daha sonra, Zohar, dünyaya bağlı olan yargılamadan bahseder. “Dünya”, genel müşterek egonun ifşa olunduğu egoistik bir bağ, “gizlilik” anlamına gelir. Ve birisi, kendisini toplumdan izole etmemelidir. Neden diye sorabiliriz. Egonun niteliği, yargılamanın insanlar arasında ifşa edilmesiyse, neden ondan kaçmamam gerekir?

Konunun önemi şu ki, maneviyatın prizmasından baktığımda, tamamıyla değişik bir resim görüyorum. Benim için hayali “dış dünya”yı betimleyen tüm arzularımı görüyorum. Eğer onların içindeki yargılamanın niteliğini keşfedersem, onları ihsan etmenin niteliğiyle düzeltmek ve bu kuralı ihsan etme amacının niteliğine doğru yönetmek zorundayım. Bu, “İsrail Misyonu”dur: Kolektiften kaçmak yerine, onu düzeltmek için içinde yer almalıyım.

Zohar devam eder: “yargılama dünya üzerine çöktüğünde, doğru insan olsalar bile, ayrılmış olarak bilinenler ilk olarak yakalanırlar.” Neden? Çünkü, birinin kesin niteliği ihsan etmenin içinde hedeflenirse, o önce yakalanır ve Işık kaynağının onun içinde özellikle yalan söylemesi anlamındaki almak arzusu çalışmaya başlar.  Bu bizim dünyamızda da böyledir, Zohar Kitabına Giriş’in sonunda Baal HaSulam’ın söylediği gibi yargılama, en iyi olanımızı vurur. Bu nedenle, zirveye ulaşan insanlar acı içinde yaşarlar.

Yaratan’ın merhameti daima birlikte yaşayan insanlarladır; zira burası düzeltmenin yerine getirileceği yerdir. Yani eğer düzeltilmek ve ilerlemek istiyorsak, kendimizi toplumdan ayırmamalıyız. Hoş olmasa bile elimizden geldiğinde onun içinde yer almak onu hissetmek için insanlara bilgileri, algıları tanıtmak için, onların ilerlediklerinden emin olmak için mümkün olan her şeyi yapmalıyız. Onlar, Yaratan’ın gerçek hedefidir ve alma arzusunun içindeki kıvılcım misali O sadece ve sadece insanlarla kurduğumuz iletişimde ifşa olur.

Bu nedenle denir ki: “Ben halkımın içinde yaşayacağım ve bugüne dek olduğu gibi halkımdan ayrılmak istemiyorum.”

Engeller Yolumuzda Bizlere Rehberlik Eder

Engeller çoğunlukla iki yönden gelir. İhsan etme arzusunda olduğum an, aşina olduğumuz sorular hemen akla gelir: Buna ne için ihtiyacım vardır, bu çalışma ne içindir ve Yaratan kimdir ki ben O’nu dinlemeliyim? Fakat ben eğer kendim için işlersem, egom ne yapmak istersem onu yapmama izin verir. Beni hep destekler ve benim başarılı olmamı sağlar.

Bu demektir ki, eğer doğru yolda ilerlerseniz, sizler başarıya ulaşamazsınız fakat sadece yol üzerinde engellere ve zorluklara maruz kalırsınız. Halbuki yalanların olduğu yolu takip ederseniz, problemler yoktur ve yaptığınız herşeyde başarılı olursunuz. Böylece ortaya çıkan durum, engellerin ve duraklamalar beni her taraftan sarar ve her yönümü değiştirir: Hem iyi de hem de kötüde – ödül veya ceza ile.

Bütün bu engeller faydalıdır çünkü bize rehberlik ederek egomuzu terk etmemize yardımcı olur. Aslında, onlar gerçekte karışıklık değildir fakat yönümüzü doğrultabilmemize yarayan bir yöntemdir. Her attığımız adımda, bizler, nasıl doğru yönü amaç edineceğimizi, kendi alma arzularımızı ve ihsan etme arzumuzu Yaratan’a göre ve bunu kendimizin önemli olmadığı şekilde ve Yaratan’ın yüceliğini de dikkate alarak öğrenmeliyiz. Bu nedenle, bizler daima iki kaynaktan işaretler ve sinyaller alırız, egomuzdan ve Yaratan’dan. Bu işaretlere istinaden, kendimizi amaca odaklamalıyız.

Bundan dolayıdır ki, bizler tüm bu hoş olmayan durumları, zorlukları, anlaşmazlıkları, kalplerin sertleşmesini ve kızgınlıklarımızı bir ıslah olarak görmeliyiz ve bunlar bizi asıl amacımızla ilgili yolda terbiye eder, yani Yaratan’a giden yolda.

9.4.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 1. Bölümü’nden, Rabaş’ın Yazıları
Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 11 Nisan 2012, 18:53’te yayınlanmıştır.

Yüksek Bilgiye Ulaşmanın Şartları

Kabala kitaplarında ne yazdığını bilmek, yazılan ile bağ kurmak anlamına gelir; aynı ”Ve Adem Havva’yı bilirdi” yazısındaki gibi. Yüksek mertebeler ile bağ kurduğumuzda yükselerek ve bağ kurarak bilgiyi elde ederiz. Bu sadece aramızda kurulan bağ ile mümkün olup, manevi dolumu ve bilgiye eriştiğimiz yeri hayal etmemizi sağlar.

Bu nedenle, eğer ne yazıldığını bilmeyi arzularsak da, yüksek bilgiye ulaşabilmemize sebep olacak ortam ve şartlardan kendimizi kopartmamalıyız. İfşanın gerçekleştiği yer, bizlerin bağ kurduğu yerdir. Aksi halde, manevi dünyanız hakkındaki yüksek bilgiye hayvansal, bedeni aklınızla erişmek istersiniz, bu da mümkün değildir.

Maneviyat sadece bağ içinde işler ve bağ yoğunluğunu baz alır. Daha sonra, herşey bir noktada toplanır ve tüm yaratılışın başladığı o ilk kıvılcım haline geri döner. Bizler eğer doğru yöne yönelmezsek, Kabala kitaplarında ne yazıldığını hiç anlayamayacağız. Bizler sonsuz yorumlarda bulunacağız fakat bununla da gerçeğe yaklaşamayacağız.

8.4.2012 tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. bölümünden, Zohar
Bu makale 11 Nisan 2012 tarihinde Dr. Laitman’ın blogunda 13:38’de yayınlanmıştır.

“Ben Uyuyorum ama Kalbim Ayakta…”

Kişi neyi gündüz neyi gece sayacağına karar verir: Onun için ne iyidir ve ne kötüdür.

Bazen, ona uyanış verilir, ruhun yükselişi, büyük Işık ve haz almanın ve maneviyata daha fazla yaklaşmanın ne kadar mükemmel olduğunu anlar. Bunu gündüz olarak adlandırır ancak gerçekte egoistik arzusunda olan Işık’tır. Egoizm zevk alır ve bu manevi gelişim olarak adlandırılmaz.

Ya da belki de kendini karanlıkta hisseder, tükenmiş olarak, fakat aklı bu koşulun gelişimi için faydalı olduğunu anlar. Ve bununla beraber  zevk alma arzusunda, hoş olmayan hisler deneyimler, denir ki: “Ben uyuyorum ama kalbim ayakta.” Zevk alma arzusu karanlığı hisseder fakat kalpteki nokta – Işık. Kişi bu karanlığın kendisi için faydalı olduğunu anlar, düşüş yükselişin önünde gerçekleşir ve bunun için hatta daha büyük arzulara hazırlanması gereklidir. Ve arzu karanlıktan gelir.

Bu yüzden herşey kişinin neye değer verdiğine bağlıdır, neyi gündüz neyi gece saymaktadır – uyumakta olan egoistik kalbinde ya da kalbindeki noktada, ne yanmakta ve maneviyat için özlem duymaktadır.

Eğer kişi birini diğerinden ayırmaya başlarsa, kendini niyetlendirebilmesi ve tamamen hedefe yönlendirmesine göre o zaman zaten iki noktası vardır. Bir nokta egosudur. Ve egoizmin iyi hiçbir şey hissetmemesi iyidir. Egoizmimde ne kadar daha karanlık hissedersem o kadar daha büyük (Aviut) arzum , hedefin varlığını arayan noktamın üzerinde olacaktır.

Ana konu bu iki noktayı ayırmak ve her zaman için onları birbirlerine karşı tutarak, kendimi nasıl tarif ettiğimi keşfetmektir. Beni Yaratan’a götüren yönü seçiyor muyum, yolum karanlık içinde olsa de, bunu iyi olarak kabul ediyor muyum? Sonrasında, doğru hareket ettiğim konusunda emin olabilirim çünkü egoizmim oraya doğru acele etmemle alakalı değildir, tıpkı bir hırsız gibi, herkesin önünde koşarak bağırmak: “Hırsızı yakalayın!”

Egom karanlığı istemiyor  ve ben egomun üzerinde yükselirim ve ihsan etmenin almanın üzerinde olmasını isterim. Ve bu benim günüm ile Yaratan’ın gününün aynı gün olduğu iyi bir koşuldur.

Ve eğer kötü hissetmekten ve gelişmek için ilgim olmamasından acı çekersem, bu eğlenmek için olan arzumu, egomu takip ediyorum demektir. Egoistik kalbimin olduğu yere doğru koşarım fakat kalpteki noktam beni çağırmaz: İşte bu farktır.

Kendimizi iki parçaya ayırmayı denemeye ihtiyacımız var: Hedefe sadakatle bağlı olan kalpteki nokta, her koşulda ihsan eden, ne olduğu önemli değildir ve kalbin kendisi, her zaman almaya istekli olan. İştahı sürekli olarak büyümekte olan. Karanlık kalbimde hüküm sürer ve kalbin noktasında bir Işık huzmesi vardır ki bu da kendimi doğru yönlendiriyorum demektir. Ve ben bunu çevre, grup, dışsal kuvvetler üzerinden başarırım ki bunlar kalpteki noktayı egoistik kalbin içinden dışarı çıkarıp onu hedefe doğru yöneltmek için gerekli olanlardır.

8 Nisan 2012’de yayımlandı.

Mısır’daki Köleliğin Sonu Yakındır

Sadece onun içinde olduğumuzu anlamaya başladığımızda sürgünden çıkıp toplu göçe yaklaşmış oluyoruz.  Sürgün, önemsiz ve değersizliğine karşın arzularımın içindeki almak için aldığım her şeyin algısını sembolize eder. Egomun içindeki her şey Firavun’a aittir ve ben sadece gerekli olanları almak için izin verilirim.

Bu, kendimi çölde yaşayan bir keşiş gibi her şekilde sınırlamak zorunda olduğum anlamına gelmez. Ben basit şekilde, çok önemli addettiğim bir materyal görmüyorum ve bunu varoluşum için bir gereklilik olarak kabul ediyorum. Bütün hayatım, Yaratan için sevgiyi oluşturmaya, başkaları ile olan bağlantı üzerinden ihsan etmenin temel niteliğini edinmeye adanmıştır.

Eğer birisi bunun gibi bir içsel gerekliliğe sahipse ve bir gruba dahil olmuşsa, sadece zaruri olanla mutlu olmayı denemek suretiyle, kişisel egosu için almaktan nefret etmek anlamına gelen kendisini doğru biçimde düzeltmeye başlar. Firavun kişiyi aynı zamanda ayartır ve ona istediği her şeyi verir. Bu, kişinin Pithom ve Ramses’i; yani egosu için güzel şehirleri inşa etmesi anlamına gelir.

Kişi, kalbinde ve düşüncelerinde olmak istediği ihsan etmek amacının niyetiyle bağ içinde olduğunu hisseder; ancak  O, sürgündedir çünkü ihsan etmek için hiçbir gücü yoktur. Sonra kişi, ihsan etmesine izin vermemesi anlamına gelen sürgünden çıkmasına yardım etmediği için Yaratan’a doğru şikayetleri olduğunu hisseder.

Ancak bu arada kişinin arzuları çok küçüktür ve sürgünde 400 yıl geçirmek zorundadır. Bu, ihsan etmeyi gerçekten isteyene kadar kişinin arzularını yükseltmek zorunda olduğu anlamına gelir.

Mısır sürgünündeki bütün işimiz, herkesin güçlü şekilde büyüdüğü ve amacın yüceliği olan saf ihsan etmeyi diğerlerinden aldığı ve karşılıklı olarak ihsan etmeyi sağlamanın imkansız olduğu, Yaratan’ın önceden hazırladığı durumun anlamsızlığı ve kötülüğünün yer aldığı bir grupta bulunmaktır.  Ruhsal açıdan bakılırsa bu çok kötü bir şeydir.

Böylelikle kişi, sürgün deyimini gerçek anlamında sezinlemeye başlar; sürgün, ihsan etmeyi; ihsan etmek için yeterliliği kasteder ve kişi gerçekten de hisseder ki Mısır’daki sürgünde bulunuyor. Artık bu duruma daha fazla katlanamayacağı bir duruma erişene kadar. İşte o zaman “Mısır’ın on belası” başlar.

Bir felaket ya da bela, size sunulan değişik güzel maddi şeyleri sembolize eder ancak maneviyatta hiçbir şey edinmezsiniz ve kişi, bu durumu bir bela olarak hisseder.

Kişi, kalbinin sertleştiğini hisseder ve maddi arzuları büyümeye devam eder. Hiç seçimi yoktur. O, grup içindeki farklı açılımlarla, egoistik arzularının büyümeye ve onu değişik dünyevi amaçlara çekerek kafasını karıştırmaya devam edeceğini anlar öyle ki kişi bu dünyevi egoyu ancak dostlarıyla kuracağı bağ sayesinde aşacağını fark eder. O, yaratılışın hedefini, bu yola, Yaratan’ın Haşmetini ve dünyevi ihtiyaçların anlamsızlığının kavrayışını ancak dostlarından öğrenebilecektir.

Biri, bu değerleri sadece toplumdan, içinde bulunduğu çevreden alabilir. İşte o zaman sektelere ve zorluklara rağmen hislerinin ve zihninin üzerinde gruba bağlanır zira sadece grubun içinde kurtuluşu ve korunmayı bulur. Kişi, bununla birlikte kaybolduğunu anlar. O bunu egoistik arzularının üzerinden gördüğünde anlar çünkü egonun penceresinden çıktıktan sonraki durum mükemmel olabilir ve bilgiyi ve diğer faydaları getirebilir.

Kişi bütün durumu doğru olarak değerlendirdiği zaman Firavunla yüzleştiğini keşfeder. Bu, kişinin 400 senelik Mısır sürgününde toplamış olduğu değişik sebeplerden, niteliklerden ve girişimlerden kaynaklanmaktadır: Bu, “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılan alma arzusunun üzerindeki ihsan etmek için duyulan özlem seviyesine ulaştığı ana dek alma arzularının her birinin içinden geçmiş bulunduğu dört safhadır.

Bu dört safhadan geçmeye, “hazırlık zamanı” denir. İşte bu hal bitmek üzereyken, Mısır karanlığının on belası olarak adlandırılan, egoya doğru güçlü bir mukavemet ifşa edilir. Bunlar, kişinin egosuna olan köleliğinden çıkmasına gerçekten yardım eden son ifşalar ve arınmalardır.

Kişi, onlara teşekkür eder ve daha da güçlenir ve nihayet “Musa” olarak adlandırılan ona yol gösterecek bir nokta vasıtasıyla almak için alma arzusunun içinde hissettiği gecedeki karanlıkta kurtulmuş olur. Böylelikle egosunun üzerinde yükselir ve kurtulmayı başarır.