Daily Archives: Mart 30, 2012

Geçiş Döneminde Yaşanan Zorluklar

Yeni gelişim düzeylerine geçişi hep küçük krizler teşvik etmiştir: Eğitim, sosyal, finansal ve diğer sistemler gittikçe bozulmaya başladı. Evlilikler ayrılıkla sonuçlanmaya, yavaşça fakat düzenli bir şekilde yayılan yasa dışı uyuşturucu madde kullanımı ise alkolizme baskın çıktı. Bir anda terörizm belirgin bir hale geldi.

İnsanlığın tedirginliği açığa çıkıyor. Bu, yaşamın tüm safhalarındaki acizlik ve aksaklıklar sonucu oluşan, bencil kurallara göre inşa edilmiş ve herkesin sadece kendisi ile meşgul olduğu durum yani : ”Bu senin, bu benim ve sakın bu sınırı geçme” anlamına gelir. Herkes kendi özgürlüğünü ve kişisel özel alanını savunur. Şimdi ise, doğa aramızdaki sınırları yok eder, duvarları yıkar ve bizi, bizim uzak kalmak istediğimiz, hazır olmadığımız toplu ve ortak yaşam biçimine doğru sürükler.

Egolarımızın derecesi çok küçük iken bizler herşeye açık idik. O zamanlar tek bir aile şeklinde bir köyde yaşayıp yaşamadığımız bizim için pek farketmezdi. İnsanlar kapılarını kilitlemek zorunda değillerdi ve birbirlerine karşı daha candan, daha naziktiler. Kocaman bir aile (ebeveynler, çocuklar ve torunlar) bir odayı paylaşabiliyorlardı ve birbirlerinden çekinmiyorlardı.

Şimdilerde ise bunlar farklı. Büyük bir bencillik ile bizler birbirimizden ayrıyız. Herkes kendine ait ayrı bir oda istiyor, ya bilgisayarın arkasına saklanmayı ya da telefonla meşgul olmaya gayret ederek diğerleri ile olan bağlantılarını mümkün olduğu kadar aza indirgiyor. İnsanlar artık aile olup birleşmiyorlar fakat daha çok cinsellik için beraber olup birbirlerinden uzaklaşıyorlar.

Fakat bir anda doğa bu ayrılıkları ortadan kaldırmaya başlıyor ve böyle yaparak bizim birbirimizden kopmamızı önlüyor. Şu anki yaşadığımız kriz, bugüne kadar yaşamış olduğumuz krizlerin en büyüğüdür. Bunu geciktirmek için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz, gerçeğe aykırı beyan veriyoruz. Fakat bu durum daha alçak seviyelerdeki, birbiri ile hala bağ içinde olan toplumda kendini gösteriyor.

Şu sıralarda aile krizi diye birşey pek yok çünkü ailelerin zaten birbiri ile bağları kopmuş. Ailelerin yarısından fazlası kendiliğinden aile sayılmaz ve hiçbir şekilde kendilerini yeniden düzenlemek ve canlandırmak arzusunda değillerdir. Evlenmek istemeyen kimselerin sayısı %70’e kadar ulaştı. Bugün üyelerinin birbirlerine karşı iyi, sevgi ve saygı ile davrandığı aile neredeyse bir eski zaman modeli durumuna düşmüştür.

Diğer ikinci bir temel sorun ise uyuşturucu sorunudur. Bizler bu çirkin hadiseye itaat ediyoruz; bununla savaşımız yumuşak ve ılımlıca. Fark ettiğimiz bunun mani olamadığımız korkunç birşey olduğu çünkü içinde yaşadığımız toplum ve bu yaşam bizi kaçış yapmaya doğru farklı yollar aramaya itiyor.

Bir sonraki problem ise gençliği nasıl yetiştireceğimiz. Şu sıralarda nüfus zayıf, insan sayısında artış pek yok ve insanlar çocuklarını nasıl yetiştireceklerini, nasıl bakacaklarını bilemiyorlar. Ebeveynler çocuklarını hem geceleri hem de gündüzleri hem de gün içerisinde bırakıp ilgilenmiyorlar. Çocuklar artık aileleri ile birlikte büyümüyorlar ve bağ olmadan, nesiller arası mesafenin arttığı bir dönemde yaşıyorlar. Gelecek nesli kaybetmek üzereyiz fakat kimse onlar hakkında pek endişe duymuyor. Bizler ortaya ”Çocuklarımızın yetiştirilme tarzının iyi veya kötü olmasının farkı ne olacak; değişen ne olacak ?” diyerek konuşuyoruz. İşte bu bizim düşünce tarzımız ve problemin özünü bile uzaktan yakından kavrayamıyoruz.

Anlaşıldığı üzere önceki yaşanmış tüm krizler bizler için yeteri kadar felaket değildi ve aynı zamanda kendimizin tüm yaşam ayrıntılarımız ile iflas etmiş bir zihniyet içinde olduğumuzun farkındalığına da bizi ulaştırmadı. Gelişim süreci daima küçük ve zayıftan büyük olanlara doğru etkili olur. Bu çocuklarımızı cezalandırmamıza benzer, yani önce onları başta ikna etmeye çalışırız sonra büyük bir kargaşa ortaya çıktığında ise onları tehdit ederiz. Bu noktada, hepimiz gayet ciddi bir süreçten geçiyoruz; bu ölümle kalım kadar mühim olan bir durum.

Doğa ve bizler arasındaki iki mühim çelişki dönemleri içinden geçiyoruz. Bütünsellik, bizim doğaya ve onun tüm sistemlerine karşı olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Demek istenilen; önceden bizlerin tamamiyle birbiri ile bağ içerisinde olması gerekiyor iken birlik içinde olmamak için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz.

Beraber bağ içinde olmamız gerektiğinin iyi olduğunu anlıyoruz fakat bu duruma nasıl erişebileceğimizi bilemiyoruz. Dünyadaki herkes, eğer insanların eğitim, teknik, pedagoji ve kültürel sebepler nedeniyle birleşmeleri gerçekleşirse tüm bu durumu daha da kolaylaştıracağını idrak ediyor. Fakat nasıl egolarımıza karşı zıt davranabiliriz? Bizler bunu yapma yeteneğine pek sahip değiliz!

Burada yatan problem şu: Eğer birleşmemiz mümkün olmazsa aç kalacağız. Çok basit! Yiyecek, güvenlik, konut, ısıtma, fiziksel sağlık gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumda olamayacağız. Hayatta kalabilmek için tatmin edilmesine ihtiyaç duyulan beş temel ihtiyaç vardır.

Bu zamanda doğa bizi o kadar sıkıştırıyor ki eğer doğanın koşullarını karşılayamazsak beş temel ihtiyacımızı tedarik etmemiz mümkün olamayacak. Çevrebilimi gibi bir kavram güvenlik koşulumuzun bir parçasıdır. Yiyecek temin etmek ve ekolojik bir çevreyi tutabilmek konusunda başarısızız; ikisi de birbirine bağımlıdır ve biri diğerini etkiler.

Endişe, korku ve kargaşa insanoğlunu muhtemelen şiddetli önlemler almaya zorlayacaktır. Eğer birşey yapmazsak, bizim doğaya karşı olan direnişimiz ve karşı koyuşumuz bizleri, ıstıraba, savaşlara, yıkıma ve silinmeye doğru götürecektir. Bir noktada bizler tekrar hayatta kalabilme şansımızı tekrar değerlendirip birleşmemiz gerektiği sonucuna varacağız ve gelişimin dördüncü seviyesine ulaşacağız : ”İnsan” seviyesine.

16.1.2012 tarihli ”Bütünsel Eğitim Konuşması”ndan

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda Mart 2012’de saat 09:34’te yayınlanmıştır.

İki Sistem Arasındaki Tutarsızlık

Gerçek şu ki, sürekli gelişerek , ego bizleri ileri itiyor. Her zaman yeni bir şey istedik ve her zaman birşeyleri takip ettik. Fakat bugün ego sabit hale geldi; maksimumuna ulaştı ve en önemlisi global hale geldi. Kendi kabuğunda istirahate çekildi.

Sonuç olarak, kendi aramızda kapalı ve tamamen birbirimize bağlı hale geldik. Aramızda herkesin diğerlerine çokça bağlı olduğu kapalı analog bir sistem oluşturduk ki dört tanıdık zinciri ile her birimiz dünyadaki herkese bağlıyız. Daha fazlası, bugün artık kavga etmeye gerek yok: Artık belli bir ülkeyi diğer ülkeler ile karşılıklı işbirliğinden ayırmak yeter ve bu ayrı tutulan ülke anında çökecektir çünkü kendi başına var olamaz.

Bu önceleri hiçbir zaman konu değildi. Bir ülke kendi izole edebilir ve bağımsız olabilirdi. Kendi başına hayatta kalabilirdi. Enerji, gıda ve toplumun ihtiyacı olan herşeyi üretmeye yeterli kaynakları olurdu ve hiçbir özel problem olmazdı.

Fakat bugün eğer onlarca başka ülkeler ile bağlantıda olmazsak hiçbir şey yapamayız. Sürekli almak, göndermek için satın almalı, satmalı ve karşılıklı gıda değişimleri yapmalı ve bu şekilde devam etmeliyiz. Global hale geldik, kapalı hale geldik. Aynı zamanda kendilerimizi değiştirseydik de bu bir problem olmayacaktı.

Böylece, dünya global ve kapalı hale gelirken bizler aynı bireysel egoistler olarak kaldık. Bu yüzden iki sistem arasında tutarsızlık vardır.

Bir yanda, her birimizin yalnız yaşamak istediği ayrık bir sistem var: “Bir aileye ihtiyacım yok. Çocuklara ihtiyacım yok. Kimseye ihtiyacım yok. Bağımsız olmak istiyorum ve kimseye bağımlı olmak istemiyorum.” Bu egomuzun bugünki konuşma şeklidir. Diğer yanda, doğa bize bunun zıttını göstermektedir. Herkes birbirine bağlıdır. Kendi başınıza var olamazsınız. Herkese bağlanmalısınız ve bu sadece siz değil aynı zamanda toplumunuz, ülkeniz ve tüm dünyadır.

Bu iki sistem arasındaki çelişkidir: İçinde olduğumuz genel sistem ve kendi kişisel, bireysel, içsel sistemimiz. Bu iki sistem birlikte çalışamadıklarından bir krizdir. İşte bu, bu konuda ne hissettiğimizdir.

Peki, bu problem o zaman nasıl çözülebilir?

26 Mart 2012’de yayımlandı.

Işık İçin Aralanan O Yer

Hedefimizin önemine dair hissiyat, Islah Eden Işıktan gelir ve kişinin kendisine kesinlikle bağlı değildir. Kişinin tek yapması gereken şey, Işığın kendi içinde ifşa olmasına izin vermektir; kişiye olacak olanlar ise, tamamen Işık tarafından halledilir.

Tüm bunları yaşayacaksın ve harika olacak, eğer yalnızca kendi içinde Işığa o yeri aralarsan. Bunun, kişide bulunan bazı özel nitelikler sayesinde gerçekleştiğini kesinlikle düşünmemeliyiz. Tek yapmamız gereken şey, öğretmeni önemseyip saymamızdır. Daha doğrusu, önemsenip sayılması gereken şey öğretmenin şahıs veya kişi olarak kendisi değildir; önemsenip sayılması gereken şey, öğretmenin paylaşıp ilettiği bilgidir. Öğretmen, bu sebepten dolayı önemsenmelidir; çünkü Işık, onun vasıtası ile iletilir. Buna ilaveten, grubu önemseyip saymalıyız; çünkü grup olmadan Işığı algılayabilmemiz, hissedebilmemiz, anlayabilmemiz ve kullanabilmemiz mümkün olmaz. Grup olmadan, Işığı içerisine alabileceğin hiçbir yerin olamaz.

Soru: “Işık için bir yer aralamak” ne anlama geliyor?

Cevap: Işığa, yani kaynağa ne kadar yapışırsan ve kendini sıfırlamak istersen, Gagalta ve Eyinayim‘inle o derecede üsttekinin AHaP‘ına dahil olmuş olursun.

Almanın kabı, Hohma Işığı ile dolu olan üsttekinin AHaP‘ıdır. Kendini sıfırlarsan, orada olabilirsin. O zaman, orada Bina‘nın sularında yüzer ve büyürsün. Herşeye sahip olursun; “bir ucundan diğerine” tüm dünyaya sahip olursun ve hepsi, sadece kendini ne kadar sıfırladığına bağlıdır.

Ancak, sen zaten bağımsız kaplarınla doğmuş bulunuyorsun. Kendini, Eyn Sof (Sonsuzluk) dünyasındayken bulunmuş olduğun koşul karşısında sıfırlamalısın. Bunun sebebi; üsttekinin, seninle kıyasla Sonsuzluk oluşudur. Bu sebepten dolayı; kendini, dış kısmında bir cenin olacak şekilde, kendi ölçüne göre eksiltmen gerekir.

Bu geçiş çok dardır, kendi “giysilerini” edindiğin doğum sancılarıdır; kendi formuna sahip olmadan ve sadece kendini sıfırlayarak üsttekinde kalmak yerine, artık kendi formunu edinirsin. Bunu dünyamızda görmeyiz; çünkü dünyamızda bir cenin, daha annesinin karnındayken bile bir forma sahiptir. Ancak maneviyatta bu farklıdır.

İçsel Kongreden, 3/3/12, Ders 2