Monthly Archives: Ocak 2012

Ahlak Üzerine Düşünceler

Soru: Yetişkin bir kişi, bir yetiştirme sistemine girdiği zaman, ilgilendiği ilk şey ahlaki sorulardır. Ne iyidir ve ne kötüdür? Aynı zamanda biliyoruz ki, ahlak, kişinin gelişimini engeller.

Cevap: Biz kesin olarak ahlaka karşıyız. Sorun şudur ki, ahlak, kişinin ezberlemesi ve içine alması gereken aşırı sayıda türlü koşul varsayar ve böylece kişinin içsel “Ben”ini yaratır. Bu ona tüm olası ahlaki kısıtlamalar aracılığıyla yüklenmiştir. “Dar görüşlü”, sabit fikirli ve “paketlenmiş” hale gelir ve etrafında olanlarla görünürde düzgün ve doğru şekilde ilişki kurar. Doğal olarak, bu süreçte kendi imajını inşa eder – siyah, paketlenmiş, demir bir “çanta”.

Biz buna kesinlikle karşıyız. Bu özgürlük değildir. Kişi, bu şekilde uzun süre yaşayamaz ve eğer yaşarsa, o zaman algılamaya, hissetmeye, iyilik yapmaya ve karşılıklı anlayışa dair tüm duyarlılığını kaybeder. Ahlaki olarak doğru bir kişi, birisinin öldürülmesi gerektiğine karar verebilir ve onu kolaylıkla öldürebilir çünkü bu, onun çevresinde kabul edilen normlara uygundur ve o, bu normların ustası olmuştur. Esas itibariyle bu faşizmdir, Nazizmdir, azami aşırıcılığın tüm olası formlarıdır. Bu formlar anarşinin karşıtıdırlar.

Burada biz orta çizgiyi, ikisi arasındaki orta durumu sunuyoruz. Yani, kişi, ahlaki duruşlarının her birinin gerekliliğini anlamalıdır: Bu duruş doğaya uygun mu, bugünün toplumunda ve etrafında olanlarla ilişkilerinde kabul edilebilir mi? Bunu öyle şekilde düzenlememiz gerekir ki, toplumun menfaati her zaman bireyinkinin üzerinde olur ve ek olarak, tüm toplum çok büyük bir birleşmeye doğru hareket eder çünkü doğanın talep ettiği şey budur.

Bu nedenle, şüphesiz ki, bir ahlaki çerçeve gereklidir, fakat bu, sürekli gelişen ve esnek olan bir çerçeve olmalı, kişisel kontrol ve toplum kontrolü altında var olmalı, sözde “kutsal inekler” olmaksızın. Dolayısıyla, bu “Prusya eğitimi” yanlıları tarafından sunulan bir ahlak, “İçinize ne işlediysek, hayat boyu sizinle kalacak,” değildir.

“İntegral Eğitim üzerine Konuşma”,  13/12/2011

Her Kişi İçin Doğru Çevre

Eğer tüm kanıtlar insanın, çevresinin sonucu olduğunu gösteriyorsa, bundan çıkan sonuç şudur ki, tüm insanlık için iyi ve doğru bir topluma dair her çeşit modeli düzenlemek, kritik öneme sahiptir. Bu şekilde her kişi, eğilimlerine ve kişiliğine bağlı olarak veya dostlarının ve ailesinin önerilerini izleyerek, her zaman böyle bir toplumla bağ kurma, mümkün olan en etkin şekilde kendini geliştirme ve gerçekten kusursuz bir insan olma fırsatına sahip olacaktır. Dolayısıyla, bizim eğitimimizde, insanların birleşmesi için böyle gruplar ve diğer fırsatlar oluşturmaya da odaklanmalıyız.

Eğer bu konuyu daha fazla incelemeye devam edersek, kişinin, kendi içsel niteliklerinin etkisiyle, doğduğu genlerle, erken yaşlarda anne babasının evinde ve sonra toplumun etkisiyle edindiği çeşitli eğilimlerle oluştuğunu görürüz.

Dolayısıyla, çocuk yuvaları ve küçük çocuklar için çeşitli çevreler, sonra da okullar ve daha büyük çocuklar için çevreler üzerine odaklanmalıyız. Her kişinin, kendi potansiyelini açığa çıkarması ve çok yönlü bir birey olarak gelişmesi için, geniş bir fırsatlar yelpazesine sahip olmasını sağlamalıyız.

Bir bireyin özellikle güçlü olacak ve gelecek vaat edecek gibi görümeyen nitelikleri bile bir şekilde geliştirilmelidir, çünkü bu onun içsel dünyasını zenginleştirecektir, ona müziği, edebiyatı, tiyatroyu, sanatı ve kültürü takdir etmeyi öğretmenin onu zenginleştireceği gibi: Tüm bunlar aynı zamanda kişinin çevresine de bağlıdır.

İnsanlar, aile sahibi olmalılar ve çocuk yetiştirmeliler; eşine karşı, dostlarına karşı, yabancılar arasında ve işte nasıl doğru şekilde davranacağını öğrenmeli. Uygulanabilir örneklerle,  kişiye nasıl davranacağını ve kelimenin tam anlamıyla nasıl bir insan olacağını öğretmeliyiz ki, toplum tarafından takdir edilen biri olsun ve karşılığında kendi başına başarıya ve bolluğa ulaşmasına imkân olsun.

Bu amaçla, beni her dakika hedefleyen ve düzelten sadece iki faktör vardır: Benim kendi doğal niteliklerim ve çevrenin onlar üzerindeki etkisi. Benim becerim, beni sürekli doğru yönde geliştirecek ve daha büyük bir emniyet, güven ve rahatlık hissi veren, iyi ve ileri düzeydeki durumlara beni yaklaştıracak çevreyi seçmemde yatar. Biz bu şekilde gelişmeye devam ederiz.

Bundan, önümüzde bulunan görevi anlamamız gerekir, çocuklarımızın iyi bir hayatı olacağından ve bir sonraki neslin daha iyi durumda ve geleceğine güvenir olacağından emin olmak için ne yapmamız gerekiyor.

Bu ancak biz eğer çocuklarımızı bu tür öğretmenlerle çevrelemeyi ve onların iyi niteliklerini güçlendirmek ve olumsuz niteliklerini bastırmadan olumluya çevirmek üzere onları etkileyecek türden bir çevreyi yaratmayı becerirsek olabilir.

KabTV’de “Yeni Hayat” Programından, Bölüm 3, 29/12/2011

İki Katı Çalışmaktan Sevinç Duy

Bir kural vardır: “Eğer Beni bir gün bırakırsan, Ben seni iki gün bırakacağım”. Bu “bir parçayı ifşa etmek ve iki parçayı gizlemek” kuralına benzer… Bu, kabın inşası için başlangıç niteliğinde bir şarttır.

Kişiye bilerek başarısız olmak gibi bir opsiyon verilmiştir ki bu da “Eğer Beni bir gün bırakırsan” diye adlandırılır ve sonrasında kişinin kendini düzeltmesi için iki gün çalışması gerekir. Bunun anlamı şudur; kişi içinde bulunmuş olduğu seviyeyi bırakır, düşer ve günah işler. Fakat bundan daha da düşük bir seviyeye düşer: Ulaşmış olduğu ihsan etmenin seviyesinin tam tersi olan egoist seviyeye değil, daha da düşük bir seviyeye. Eksi bir (-1) seviyesine değil, eksi ikiye (-2). Ve daha sonra ikinci seviyeye, yani artı ikiye (+2) yükselmelidir. +2 seviyesine eriştiğinde, -3 seviyesine düşer ve daha sonra +3 seviyesine yükselmesi gerekmektedir. Bu şekilde ilerleme kat ediyoruz; tüm bu eylemler ilerleyişimize fayda sağlıyor. Düştüğümüzde iki katı yoğun çalışmalıyız. Esas olan, herhangi bir ödül elde etmediğini gördüğün için hareketsiz hale gelmemek ve sürekliliği kaybetmemektir. Her seferinde dünyevi hayatla bağlantısı olmayan daha büyük bir ödül bulmaya ihtiyacımız vardır. Ödülü herkesin iyiliğine ilişkin ölçmeyi öğrenmeliyiz: Ben ne ölçüde çalışabilirim ve diğerleri alabilir.

Kendime bir fayda sağlamak için değil, diğerlerine fayda sağlamak için çalışmam için gereken yakıtı gittikçe daha fazla aldığım bu yaklaşıma Islah Eden Işığın beni getirmesi için çaba sarf etmeliyim. İlerleyişim bununla ölçülür.

– 18.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin ilk bölümünden alıntıdır, Şamati.

Şeker Hastası için Çikolata

Kabala bilgeliğine göre “haktan yana olan” bir insan Yaratan’ı haklı çıkartan, içinde bulunduğu koşulun özünü ve sebeplerini anlayan ve içinde bulunduğu koşulu sebep sonuç ilişkisinin dilimlerine ayırabilen bir insandır.

Aynı zamanda Yaratan’dan çift gizlilik koşulunda olabilir. Bu nasıl mümkün olabilir? En önemli nokta, gizlilik ve ifşanın sadece kişinin, “iyi ve iyiliksever” olan Yaratan’a karşı tutumuna göre belirleniyor olmasıdır. İyi ya da kötü hissediyor olmam önemli değildir: önemli olan Yaratan’ın bana nasıl ifşa olduğudur. O’nu iyi ve iyiliksever olarak ifşa etmek benim için önemlidir, O’nun iyiliğinden egoist bir biçimde zevk almak değil. Çünkü bunlar birbirinden bütünüyle farklı iki şeydir.

Diyelim ki şeker hastasıyım ve sen bana bir çikolata veriyorsun. Tatlı şeylere olan doğal düşkünlüğüm açısından bu iyi bir durumdur. Fakat senin yaklaşımın açışından bu kötü bir durumdur. Yani her şey ona göre durumu değerlendirdiğim içsel bir kıstasa bağlıdır. Egoizm için tatlı olan bir şey, yaklaşımına baktığımızda acı bir şey olabilir. Bu nedenle çift gizliliği keşfetmek tüm bu muhakemeleri hissetmektir: alma arzumun üzerine çıkıyorum ve ona yandan bakıyorum. Daha sonra onun içinde, kendini iyi hisseden egoist bir niyet olduğunu görürken, ihsan etme arzusunda, yani ihsan etmek için olan niyette ise kendimi kötü hissediyorum. Bu Yaratan’ın çift gizliliğidir.

– 17.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin üçüncü bölümünden alıntıdır, “On Sefirot’un Çalışılması”

Yeni Dünya Hakkında Dersler: Kendini Kime Verirsin?

Bizim tüm evrim sürecimiz çevre aracılığıyladır. Eğer hiçbir çevre olmasaydı, bendeki Reşimot’a (hatıralar) rağmen ben gelişemezdim. Görüyoruz ki, eğer çocuklar bir ormana bırakılır ve ancak bir süre sonra bulunursa, ormanda onlara bakan hayvanlar gibi gelişirler. O hayvanların özelliklerine göre gelişirler, onlarla aynı hastalıklardan acı çekerler, hayvanlarla aynı şeyleri yapmayı isterler ve düşünürler ve hatta hayvanlarla aynı yaşam süresi kadar yaşarlar.

Bu demektir ki, bedenleri, hayvanlardan etkilendikleri ölçüde onlarla yaşamaya alışmıştır, öyle ki eğer çocuk 6 veya 9 yaşlarında bulunduysa (ki böyle birkaç vaka olmuştur), o zaman daha sonra yaşadıkları iyi koşullara ve bakıma rağmen, beraber yaşadıkları hayvanlarla aynı seneler süresince yaşadılar. En fazla 12-20 sene yaşadılar.

Diğer bir deyişle, bedenimiz, içinde geliştiğimiz topluma çok bağlıdır ve bu anlamda kişi çok esnektir. Eğer yıllarca insanlarla yaşayan bir köpeği veya kediyi örnek olarak alırsak,onlar insanlara sadece biraz alışmışlardır. Tabii ki, vahşi köpekler ve kediler gibi ormanda yaşayamazlar, çünkü onların farklı bir karakteri vardır. Ayrıca, insana ve çevreye dair yavrularına farklı bir yaklaşım geçirirler. Yine de o kadar esnek değildirler. Diğer yandan ise insan, belirli bir çevreye dahil olduğunda, o çevreden çok güçlü şekilde etkilenir, hatta ölümcül olacak ölçüde. İnsanlarla yaşamaya alışmış bir hayvanla kıyaslandığında, insan çok daha güçlü olarak etkilenir ve hayvanların yaşamlarına alışmış hale gelir.

Bu demektir ki, hepimiz çevremize bağlıyız. Dolayısıyla, eğitimde de, kişinin gelişimini belirleyen unsur olarak önce çevreye dikkat etmeliyiz. Kişinin tüm geleceği buna bağlıdır. Eğer çevreyi değiştirirsek, kişiliğimizi, arzumuzu, bakış açımızı ve yaşam paradigmamızı değiştiririz. Bu yüzden, girdiğimiz yeri, zamanımızı geçirdiğimiz dostları, sosyal çevreleri ve kendimizi kime verdiğimizi düşünmek, kontrol etmek ve bu konuda dikkatli olmak çok önemlidir.

Kişiye, onu neyin çevrelediğini bilmeyi ve öğrenmeyi öğretmeliyiz ve çevreye ne kadar bağımlı olduğunu, çevre sayesinde hayatını nasıl idare edebileceğini ona açıklamalıyız.

“Yeni Dünya Hakkında Dersler”, #3, 29/12/2011

Yetişkinleri Yeniden Eğitmek

Soru: İntegral eğitimin yapısı ne olmalıdır? Yetişkin bir kişinin eğitimine nasıl başlamalıyız?

Cevap: Tabii ki yetişkinlerin eğitimi ile ilgilenmeliyiz, fakat yine de maksimum ilgiyi çocukların eğitimine vermeliyiz çünkü yetişkinleri değiştirmek çok zordur. Bir yandan, içinde yaşadıkları toplumun tüm yozlaşmasını hissederler ve bunu değiştirmek isteyeceklerdir. Ancak, toplumu değiştirmek, kişiyi değiştirmek demektir. Bir kişiyi değiştirmek ise çok zordur. Çocuklarımıza dikkat ederek, özen göstererek (bizim için önemli bir şey), kendimizi de değiştiriyor olacağız.

Çoğumuz, birinin annesi ya da babasıyız.Çocuklarımız için tamamen farklı bir toplum kurmakla uğraştığımız zaman, söylendiği gibi, “Eğer bizim için değilse, o zaman çocuklarımız için.” Bir sonraki nesle dikkat ettiğimizde ve onu eğittiğimizde, biz de eş zamanlı olarak kendimizi yeniden eğitmeye başlayacağız.

Soru: Bu, yetişkinler için olan kurs, aynı zamanda çocuklar için eğitmen hazırlama kursunu da içermeli mi demek?

Cevap: Bu bir zorunluluk! Kurs, çocuk eğitiminin yanı sıra, eşler arasındaki etkileşim, kişinin toplumla, patronuyla, çalışanlarla ve çocuklarla olan etkileşimi gibi konuları da içermelidir. Kişi, herkesle integral şekilde ilişkide olmalıdır.

‘”İntegral Eğitim üzerine Konuşma”, # 5 , 13/12/2011

Dünyaya Nasıl Geliyoruz

Yaratan Kendisinden küçük bir parçayı (söz gelişi) alır diyelim ve bunu bencilliğin içerisine yerleştirir. Bu evrensel “bencillik” daha sonra daha küçük bencil parçalara ayrılır. Sonrada, bu parçalar aşamalı olarak tekrar kaynaşır ve bu kaynaşma Üst Dünyaların, Atzilut, Briya, Yetsira, Assiya oluşmasını sağlar. En “arı olan parçalar” en üst seviyedeki manevi dünyaların yaratılması için kullanılır. Arkasından daha bencil arzular gelir, yaratılışın merkez noktası, Eyn Sof dünyasının Malkut’u Adem’in ruhunun oluşturulmasını sağlar, ilk insan. Adem’in günahından sonra, tekrar Kutsal olan o parça, bencilliğin kıskacında bölünerek daha küçük parçalara ayrılır, bunlar ruhu oluşturur.

Yeni Kabala çalışmaya başlayan birisi dünyaların nasıl idare edildiğini algılayamaz. Davranışlarımızın kendimi seçimimize mi yoksa Yaratan’a mı bağlı olduğunu sorgularlar. Kişi herhangi bir girişimde bulunmadan önce yaptıklarının belli bir sonuca ulaşacağına ikna olmalıdır. Ancak başardıktan sonra, “paradoksal olarak”, her şeyin sadece Yaratan’a bağlı olduğunu anlamalıdır. Eğer böyle düşünürsek, doğru bir şekilde ilerleriz.

Bazı şeyler vardır, sadece hissedilebilir ve açıklanamaz. Maddenin içerisinde ruhaniyetin tekrar canlanmasını kelimelerle anlatmak zordur. Modern bilim kendisini doğrulayabilir, ancak bir dünyanın başka bir dünyanın şeklini alabileceği nasıl anlatılabilir? Kabalistik açıklamalar sadece Adem’in ruhunun parçalara ayrılmasına kadar anlatmaktadır. Bu Kabalistlerin daha fazla bilgi vermek istemediklerinden değil, ama yazılanlar insanın hisleri olduğu için anlatılamamaktadır.

Bencillik o kadar güçlü bir ruhani etkidir ki bundan kendimizi kurtarmak aklımızın ucundan bile geçmez. Kendimizi tanıyabilmemiz için kendimize dışarıdan bakmamız lazım, kendimizin dışında bir şeyler hissetmemiz gerekir, kendimizi dışımızda olan bir şeyle kıyaslamamız gerekir.

Etrafımızdaki cisimlerin algılanabilmesinin nedeni, cisimlerinde aynı bencillikten oluşmuş olmalarındandır. Yoksa görünmez olurlardı. Bencillik birçok form alır. En sınırlı formu sadece kendisini hissedebildiği koşuldur. Bu bizim dünyamızdaki insanın algıladıklarıdır. O kadar benciliz ki sadece kendimizi algılayabiliyoruz.

Biraz ”büyüdüğümüz” zaman, bencilliğimiz dünyamızın sınırlarının dışına taşar ve o zaman Yaratan’ı algılamaya başlarız. Bencilliğimiz ruhani olur. Arzularımız artık fiziksel veya dünyevi zevklerden değil ama Yaratan’ın yansımasından duyulan zevke döner.

İnsan sadece bilinçaltında ya da bilinçli arzularla hareket eder. Aklımız tüm arzularımızı hissetmek ve yerine getirmek için verilmiştir. Dolayısıyla insan arzularının üzerine çıkamaz. Arzuları ve duyguları tarafından motive edilir, önce hareketini yönlendirir ve ancak seçimden sonra erekbilimsel bilinç sahibi olur.
Nasıl insan gerçekleşen bir olayın bilinç sahibi olabilir? İnsanın davranışlarına karşılık olarak Yaratan kendisini aşamalarla, Kendisinin yüceliğini insanın hareketlerinin sonucunu algılayabilmesi için ifşa eder. Yaptıklarımızın sıralamasını hatırlamamız bile Yaratan’a bağlıdır. O yaptıklarımızın anlamını bizlere karşılık vererek öğretir, yaptıklarımızın iyi ya da kötülüğüne göre bize mutluluk veya ıstırap vererek.

Dolayısıyla eğitimimiz bir süreçtir ve her saniye daha fazla açıklık kazanır, ancak kendimizi hiçbir şekilde ıslah etmemize olanak sağlamaz. Sadece bencilliğimizin farkına varmamız ve onunla yüzleştiğimiz zaman ne kadar çaresiz kaldığımızın farkına varmalıyız. Yaratan bu bilince dahil olmayan her şeye kendi bakar. Kişi manevi yolda ilerledikçe, gururunu giderek törpüler ve gerçek doğasını daha yakından tanır. Yaratan Kendisini insana ifşa ettikçe, insan Yaratan’a kıyasla kendisinin ne olduğunu görür.

Bunun farkına vardığımız zaman, manevi yolda ilerlemeye başlarız. Bir insanın ıslahının %99’unu başardığını düşünün. Geriye ıslah olmamış kalan %1 geçirdiği %99’luk ıslahtan daha büyük gözükür. “Havva’da ki o küçük tahıl kabuğu” çok büyükmüş gibi gözükür.

Manevi çalışmamız ve yaptıklarımız hem Yaratan’ın hem de kendimizin farkına varmasını sağlar. İnsan önemsizliğinin boyutunun farkına varınca çaresiz kalır. Yaratan’ı görmez ve tüm dünya kendisine karanlık gözükür. Bu karanlık safhadayken eğer tüm olanların manevi kaynağının Yaratan’dan başkasının olmadığının farkında olursa ve O’na talepte bulunabileceğini hatırlarsa, zira her şey Yaratan’a bağlıdır, kişi o zaman Yaratan’la arasındaki ruhani bağı keşif eder. Çaresiz olmayı bırakır. Bu “sanki” olumsuz koşulların kendisine Yukarı’dan geçici olarak geldiğini ve önüne geçilemez olduğunu anlar.

Yaratan’la nasıl bağ kurduğumuz Yaratan için önemsizdir. En önemli şey insanın O’nun var olduğunu anlamasıdır. Yaratan bize arzular gönderir ve bu şekilde reaksiyon gösterebilir ve manen gelişebiliriz.

Bir Gram Arzu

Soru: Eğer doğamız sadece doldurulmayı isteyen alma arzusu ise ihsan etme arzusunu nasıl talep edebiliriz?

Cevap: Tüm işimiz tam olarak bu. Şunu anlamalıyız ki, doldurulma (tatmin) her zaman orada ve o hiçbir zaman değişmez. Yaratan tarafından herhangi bir eylem sebebiyle bize aktarılmaz. Hepsi halihazırda benim içimdedir ve ben sadece dolduruluşun ifşası için uygun arzuları keşfetmeliyim.

O doldurma, ihsan etmedir. Yaratan, O’nu nasıl dolduruyorsa bizi de aynı şekilde dolduracak olan ihsan etme niteliğini bize vermek istiyor.

Yaratan alma arzusunu “yoktan” var etti. Fakat bu sadece “bir gram”’lık bir arzudur. Bu bir gram dışında başka bir alma arzusu yok. Geri kalan her şey Işığın, yani ihsan etme gücünün etkisi altında onun içerisinde gelişiyor. Yaratılan varlık dolumu en son seviyesinde, yani gelişimin dördüncü safhasında hissettiğinde, Yaratan’ın kendisine karşı tutumu ile doldurulur. Bunun üzerine, utanç hissettiği için kendisini kısıtlar…

Yaratılan varlık alma arzusunun içindeki o bir gramdan daha çok dolum almaz. Bunun sebebi alma arzusunun içinde o bir gramdan başka hiçbir şey olmayışıdır. Onun içindeki diğer tüm şeyler ihsan etme niteliği sayesinde eklenir.

İhsan etme niteliği, kendini doldurmak isteyen alma arzusunu diğerlerini dolduran bir arzuya dönüştürür. Bu ihsan etme niteliği “yoktan var oluşa” yapılan tek ilavedir. Yani her şey ihsan etme niteliğine, Yaratan’a bağlıdır ve her şey ihsan etme niteliğine, Yaratan’a ilişkin olarak ölçülür.

– 15.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden alıntıdır, Rabaş’ın Yazıları.

Barış İçin Umut

Baal HaSulam, “Barış”: “Ve barış için umut etmek, umutsuz bir durumdur… Ve toplumda her zaman, onlara sunulan koşullardan tatmin olmayan büyük bir azınlığın olması bir gerekliliktir… Böylece bu azınlık her zaman, yeni kavgacı insanlar için ve onları daima takip edecek yeni barış sağlayıcılar için hazır ve gönüllü bir yakıt olarak kalacaktır.”

Görüyoruz ki, insan seviyesinde, en iyi niyetler üzerine dayanan bir yaklaşım bile, bizim gerçeğe ve barışa ulaşmamıza imkân vermeyecektir. Bu süreci rahatsız edecek kavgacı insanlar her zaman olacaktır.

Ne yapılabilir? Hiçbir şey. İnsan toplumu ve insan doğası kasten bu şekilde yapılmıştır ki, böylece hayatla anlaşarak geçinip gitmemize imkân verilmez. Bunun bizim gücümüz dahilinde olmadığı gerçeğini kabul edebiliriz, fakat bundan daha fazlasını yapamayız.

Aramızda doğru sosyal ilişkileri asgari olarak bile sağlayamayacağımızı fark edene kadar, daha ne kadar kan dökülmesi ve acı çekilmesi gerekiyor? Doğanın gittikçe daha fazla global ve integral olduğu, birbirine bağlı ve karşılıklı bağımlı olduğu bize ifşa oluyor ve doğa yavaş yavaş, eski bencil formumuzda var olmayı sürdürebileceğimiz “küçük bir yer”e daralıyor. Yeni kanunlar büyük bir hızla yakınlaşıyor.

Birlik olmadan elde edemeyeceğimiz şeyleri telafi etmek üzere, toplum, farklı hayır kurumlarını kullanıyor, fakat bu “hayır işleri”nin bizi aslında nasıl yıkıma götürdüğünü yakın zamanda göreceğiz. Baal HaSulam, yıkımın aslında barış sağlamaya çalışanlar tarafından geleceğini söyler.

Soruna sadece tek bir çözüm vardır: insanları karşılıklı sorumluluk içinde yaşamak üzere eğitmek. Bu sayede insanlık, üzerine dayanacağımız sağlam bir şeyin olduğunu hissedebilir olacak. Bunu, doğru çevreyi yaratarak başarabiliriz. Öğretime ve bilgi edinmeye ek olarak, eğitim, çevrenin insanları etkileyeceği özel aktiviteleri içermelidir. Eğer böyle bir çevreyi düzenlemeye başlarsak, bunu yaratacak içsel güçler bizim aracılığımızla ortaya çıkacaktır. Bu olmadan barış için hiçbir umut yoktur.

Günlük Kabala Dersi 16/10/2011, 4. Bölümden, “Barış”

Ne Kadar Dengedeyiz?

Entegral ve global bir tabiatın parçasıyız. Bu her zaman böyleydi, ancak bunu hiçbir zaman düşünmedik ve fark etmedik, ta ki tabiat bizi bunun farkına varmaya zorlayana kadar. Hatta son zamanlarda hayat bizi bu yönde sürekli daha fazla itmeye başladı: Her yönden tokat yemeye başlamış bulunuyoruz.

Diğer bir deyişle, sahip olduğumuz bu egoist hayatı idare edemiyoruz ve hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ne ailede başarılı olabiliyoruz, ne çocuklarımızla, ne kendimizle, ne dünyayla, ne de güvenlik konusunda. Zor günler için yeteli birikimimiz var mı bilmiyoruz ve emeklilik fonları çöküşe geçmiş durumda.

İnsanda geleceğe dair emniyet, güven ve rahatlık hissini veren; güçsüzlük, hastalık ve yaşlılık durumlarında kendisine ve sevdiklerine emniyet sağlayan tüm sistemler değerlerini kaybetmekte ve yok olmakta. Kim bilir, belki yarın kendimizi sokakta bulacağız; cebimizde ve banka hesabımızda beş kuruşumuz olmadan.

Bu sorunlar insanı düşündürüyor. Eğer bu problemleri yaşamasaydık bu yönde düşünemezdik, çünkü hepimiz egoist bir alma arzusuyuz. Ancak bu durumla karşılaşınca “Neler oluyor?” diye kendimize sormaya başlıyoruz.
Durumu doğru bir şekilde incelediğimizde, kendimiz için yanlış sistemleri kurmuş olduğumuzu görürüz. Sonuçta, ben tabiatın bir parçasıyım ve bu durumda, sadece kendimi düşünerek, kafama göre hareket edemem; yani, realitede işleyen kuvvetleri göz önünde bulundurmadan, rastgele bir şekilde davranamam.

Gelişimimin seviyesine bağlı olarak, tabiatta daha derin ve hassas şeyler keşfederim. Önceleri benden gizli olan bu şeyler, şimdi yavaş yavaş meydana çıkmaya, ifşa olmaya başlar ve tabiatın bütün parçaları arasında olan kuvvetli ve karşılıklı bağı keşfetmeye başlarım. Tabiatın tümünde ve insanların da arasında bulunan bu bağ, tabiatın bütün seviyelerinde bulunan karşılıklı ihsan bağıdır ve sonuç olarak hepimizi etkiler.

Öyleyse; belki de tabiatta, bende ve insan toplumunda bulunan, ancak benim algılayamadığım veri, kanun ve ilişkileri göz önünde bulundurmuyor olabilir miyim? Gerçek şu ki, bunları hiçbir zaman göz önünde bulundurmadım, çünkü karşılaştığım bütün durumları aldırış etmeden, kaygısız ve ihmalci bir şekilde, sadece kendi çıkarımı düşünerek kullandım.

Bu kanunları nasıl öğrenebileceğim konusunda bir sorun mu var? Sonuçta; fizik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik veya astronomi olsun, istediğimiz herhangi bir bilimi tabiatın mikro, makro ve tüm seviyelerinde incelediğimizde görüyoruz ki, tüm seviyeleri kapsayan tek bir kanun mevcut ve hüküm sürmektedir… Ve bu kanun, denge kanunudur.

Tabiatın tümü, denge sağlamak zorundadır ve sürekli olarak bu yönde hareket eder ve buna, Dünya gezegeni dediğimiz ufacık sistemimiz de dâhildir.

Yani, eğer barış içinde, dingin olarak ve diğer insanlar, aile vs. ile iyi bağlar içinde yaşamak istiyorsak, o zaman denge halinde bulunmamız gerekir. Formülümüz, alma ve vermeye ait olanı tüm pozitif ve negatif eylemlerimizin, biri bir diğerini geçmeyeceği şekilde denge halinde olmasıdır ki böylece her biri doyuma ulaşabilsin.

Bu durumda herkesin var olma hakkı olur; kimse bir diğerinden üstün olmaz ve hepimiz, genel olarak denge halinde olmamız gerektiğini ve bu dengeyi korumamız gerektiğinin farkında oluruz. Bu, tabiatın tüm kuvvetleri için geçerli olduğu gibi, insandaki tüm kuvvet, arzu ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, küçük bireysel sistemler ve entegral global sistemden oluşan sistemin bütününün iyiliği için gereklidir ve tamamen sistemin tüm bileşenlerindeki içsel dengeye bağlıdır.

İster bilgisayar sistemleri, ister kibernetik, sosyoloji, psikoloji, fizyoloji veya herhangi diğer bir sistem olsun, global tabiatı ve tüm alt sistemlerinin çalışma şeklini incelediğimizde, bu içsel dengenin gerekliliğini görürüz. Hatta gelişme aşamasında olan sistemler bile sürekli olarak kendilerini dinamik biçimde dengelerler ve düzeltilmesi gereken dengesizliklere karşı hassastırlar. Bu sebepten dolayı gelişimleri ve eylemleri daima başarıyla sonuçlanır, çünkü her zaman, pozitif ve negatif kuvvetleri arasında eşitlik sağlama kanununa göre çalışırlar.

Dolayısıyla, elbette ki, bu kanunu ailede, toplumda, eğitimde ve genel olarak insan seviyesine ait olan her yerde ne kadar uyguladığımıza bakmamız gerekir.

Yayınlanma tarihi 15 Ocak 2012, saat 14:52