Daily Archives: Ocak 17, 2012

Dünyaya Nasıl Geliyoruz

Yaratan Kendisinden küçük bir parçayı (söz gelişi) alır diyelim ve bunu bencilliğin içerisine yerleştirir. Bu evrensel “bencillik” daha sonra daha küçük bencil parçalara ayrılır. Sonrada, bu parçalar aşamalı olarak tekrar kaynaşır ve bu kaynaşma Üst Dünyaların, Atzilut, Briya, Yetsira, Assiya oluşmasını sağlar. En “arı olan parçalar” en üst seviyedeki manevi dünyaların yaratılması için kullanılır. Arkasından daha bencil arzular gelir, yaratılışın merkez noktası, Eyn Sof dünyasının Malkut’u Adem’in ruhunun oluşturulmasını sağlar, ilk insan. Adem’in günahından sonra, tekrar Kutsal olan o parça, bencilliğin kıskacında bölünerek daha küçük parçalara ayrılır, bunlar ruhu oluşturur.

Yeni Kabala çalışmaya başlayan birisi dünyaların nasıl idare edildiğini algılayamaz. Davranışlarımızın kendimi seçimimize mi yoksa Yaratan’a mı bağlı olduğunu sorgularlar. Kişi herhangi bir girişimde bulunmadan önce yaptıklarının belli bir sonuca ulaşacağına ikna olmalıdır. Ancak başardıktan sonra, “paradoksal olarak”, her şeyin sadece Yaratan’a bağlı olduğunu anlamalıdır. Eğer böyle düşünürsek, doğru bir şekilde ilerleriz.

Bazı şeyler vardır, sadece hissedilebilir ve açıklanamaz. Maddenin içerisinde ruhaniyetin tekrar canlanmasını kelimelerle anlatmak zordur. Modern bilim kendisini doğrulayabilir, ancak bir dünyanın başka bir dünyanın şeklini alabileceği nasıl anlatılabilir? Kabalistik açıklamalar sadece Adem’in ruhunun parçalara ayrılmasına kadar anlatmaktadır. Bu Kabalistlerin daha fazla bilgi vermek istemediklerinden değil, ama yazılanlar insanın hisleri olduğu için anlatılamamaktadır.

Bencillik o kadar güçlü bir ruhani etkidir ki bundan kendimizi kurtarmak aklımızın ucundan bile geçmez. Kendimizi tanıyabilmemiz için kendimize dışarıdan bakmamız lazım, kendimizin dışında bir şeyler hissetmemiz gerekir, kendimizi dışımızda olan bir şeyle kıyaslamamız gerekir.

Etrafımızdaki cisimlerin algılanabilmesinin nedeni, cisimlerinde aynı bencillikten oluşmuş olmalarındandır. Yoksa görünmez olurlardı. Bencillik birçok form alır. En sınırlı formu sadece kendisini hissedebildiği koşuldur. Bu bizim dünyamızdaki insanın algıladıklarıdır. O kadar benciliz ki sadece kendimizi algılayabiliyoruz.

Biraz ”büyüdüğümüz” zaman, bencilliğimiz dünyamızın sınırlarının dışına taşar ve o zaman Yaratan’ı algılamaya başlarız. Bencilliğimiz ruhani olur. Arzularımız artık fiziksel veya dünyevi zevklerden değil ama Yaratan’ın yansımasından duyulan zevke döner.

İnsan sadece bilinçaltında ya da bilinçli arzularla hareket eder. Aklımız tüm arzularımızı hissetmek ve yerine getirmek için verilmiştir. Dolayısıyla insan arzularının üzerine çıkamaz. Arzuları ve duyguları tarafından motive edilir, önce hareketini yönlendirir ve ancak seçimden sonra erekbilimsel bilinç sahibi olur.
Nasıl insan gerçekleşen bir olayın bilinç sahibi olabilir? İnsanın davranışlarına karşılık olarak Yaratan kendisini aşamalarla, Kendisinin yüceliğini insanın hareketlerinin sonucunu algılayabilmesi için ifşa eder. Yaptıklarımızın sıralamasını hatırlamamız bile Yaratan’a bağlıdır. O yaptıklarımızın anlamını bizlere karşılık vererek öğretir, yaptıklarımızın iyi ya da kötülüğüne göre bize mutluluk veya ıstırap vererek.

Dolayısıyla eğitimimiz bir süreçtir ve her saniye daha fazla açıklık kazanır, ancak kendimizi hiçbir şekilde ıslah etmemize olanak sağlamaz. Sadece bencilliğimizin farkına varmamız ve onunla yüzleştiğimiz zaman ne kadar çaresiz kaldığımızın farkına varmalıyız. Yaratan bu bilince dahil olmayan her şeye kendi bakar. Kişi manevi yolda ilerledikçe, gururunu giderek törpüler ve gerçek doğasını daha yakından tanır. Yaratan Kendisini insana ifşa ettikçe, insan Yaratan’a kıyasla kendisinin ne olduğunu görür.

Bunun farkına vardığımız zaman, manevi yolda ilerlemeye başlarız. Bir insanın ıslahının %99’unu başardığını düşünün. Geriye ıslah olmamış kalan %1 geçirdiği %99’luk ıslahtan daha büyük gözükür. “Havva’da ki o küçük tahıl kabuğu” çok büyükmüş gibi gözükür.

Manevi çalışmamız ve yaptıklarımız hem Yaratan’ın hem de kendimizin farkına varmasını sağlar. İnsan önemsizliğinin boyutunun farkına varınca çaresiz kalır. Yaratan’ı görmez ve tüm dünya kendisine karanlık gözükür. Bu karanlık safhadayken eğer tüm olanların manevi kaynağının Yaratan’dan başkasının olmadığının farkında olursa ve O’na talepte bulunabileceğini hatırlarsa, zira her şey Yaratan’a bağlıdır, kişi o zaman Yaratan’la arasındaki ruhani bağı keşif eder. Çaresiz olmayı bırakır. Bu “sanki” olumsuz koşulların kendisine Yukarı’dan geçici olarak geldiğini ve önüne geçilemez olduğunu anlar.

Yaratan’la nasıl bağ kurduğumuz Yaratan için önemsizdir. En önemli şey insanın O’nun var olduğunu anlamasıdır. Yaratan bize arzular gönderir ve bu şekilde reaksiyon gösterebilir ve manen gelişebiliriz.

Bir Gram Arzu

Soru: Eğer doğamız sadece doldurulmayı isteyen alma arzusu ise ihsan etme arzusunu nasıl talep edebiliriz?

Cevap: Tüm işimiz tam olarak bu. Şunu anlamalıyız ki, doldurulma (tatmin) her zaman orada ve o hiçbir zaman değişmez. Yaratan tarafından herhangi bir eylem sebebiyle bize aktarılmaz. Hepsi halihazırda benim içimdedir ve ben sadece dolduruluşun ifşası için uygun arzuları keşfetmeliyim.

O doldurma, ihsan etmedir. Yaratan, O’nu nasıl dolduruyorsa bizi de aynı şekilde dolduracak olan ihsan etme niteliğini bize vermek istiyor.

Yaratan alma arzusunu “yoktan” var etti. Fakat bu sadece “bir gram”’lık bir arzudur. Bu bir gram dışında başka bir alma arzusu yok. Geri kalan her şey Işığın, yani ihsan etme gücünün etkisi altında onun içerisinde gelişiyor. Yaratılan varlık dolumu en son seviyesinde, yani gelişimin dördüncü safhasında hissettiğinde, Yaratan’ın kendisine karşı tutumu ile doldurulur. Bunun üzerine, utanç hissettiği için kendisini kısıtlar…

Yaratılan varlık alma arzusunun içindeki o bir gramdan daha çok dolum almaz. Bunun sebebi alma arzusunun içinde o bir gramdan başka hiçbir şey olmayışıdır. Onun içindeki diğer tüm şeyler ihsan etme niteliği sayesinde eklenir.

İhsan etme niteliği, kendini doldurmak isteyen alma arzusunu diğerlerini dolduran bir arzuya dönüştürür. Bu ihsan etme niteliği “yoktan var oluşa” yapılan tek ilavedir. Yani her şey ihsan etme niteliğine, Yaratan’a bağlıdır ve her şey ihsan etme niteliğine, Yaratan’a ilişkin olarak ölçülür.

– 15.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden alıntıdır, Rabaş’ın Yazıları.

Barış İçin Umut

Baal HaSulam, “Barış”: “Ve barış için umut etmek, umutsuz bir durumdur… Ve toplumda her zaman, onlara sunulan koşullardan tatmin olmayan büyük bir azınlığın olması bir gerekliliktir… Böylece bu azınlık her zaman, yeni kavgacı insanlar için ve onları daima takip edecek yeni barış sağlayıcılar için hazır ve gönüllü bir yakıt olarak kalacaktır.”

Görüyoruz ki, insan seviyesinde, en iyi niyetler üzerine dayanan bir yaklaşım bile, bizim gerçeğe ve barışa ulaşmamıza imkân vermeyecektir. Bu süreci rahatsız edecek kavgacı insanlar her zaman olacaktır.

Ne yapılabilir? Hiçbir şey. İnsan toplumu ve insan doğası kasten bu şekilde yapılmıştır ki, böylece hayatla anlaşarak geçinip gitmemize imkân verilmez. Bunun bizim gücümüz dahilinde olmadığı gerçeğini kabul edebiliriz, fakat bundan daha fazlasını yapamayız.

Aramızda doğru sosyal ilişkileri asgari olarak bile sağlayamayacağımızı fark edene kadar, daha ne kadar kan dökülmesi ve acı çekilmesi gerekiyor? Doğanın gittikçe daha fazla global ve integral olduğu, birbirine bağlı ve karşılıklı bağımlı olduğu bize ifşa oluyor ve doğa yavaş yavaş, eski bencil formumuzda var olmayı sürdürebileceğimiz “küçük bir yer”e daralıyor. Yeni kanunlar büyük bir hızla yakınlaşıyor.

Birlik olmadan elde edemeyeceğimiz şeyleri telafi etmek üzere, toplum, farklı hayır kurumlarını kullanıyor, fakat bu “hayır işleri”nin bizi aslında nasıl yıkıma götürdüğünü yakın zamanda göreceğiz. Baal HaSulam, yıkımın aslında barış sağlamaya çalışanlar tarafından geleceğini söyler.

Soruna sadece tek bir çözüm vardır: insanları karşılıklı sorumluluk içinde yaşamak üzere eğitmek. Bu sayede insanlık, üzerine dayanacağımız sağlam bir şeyin olduğunu hissedebilir olacak. Bunu, doğru çevreyi yaratarak başarabiliriz. Öğretime ve bilgi edinmeye ek olarak, eğitim, çevrenin insanları etkileyeceği özel aktiviteleri içermelidir. Eğer böyle bir çevreyi düzenlemeye başlarsak, bunu yaratacak içsel güçler bizim aracılığımızla ortaya çıkacaktır. Bu olmadan barış için hiçbir umut yoktur.

Günlük Kabala Dersi 16/10/2011, 4. Bölümden, “Barış”

Ne Kadar Dengedeyiz?

Entegral ve global bir tabiatın parçasıyız. Bu her zaman böyleydi, ancak bunu hiçbir zaman düşünmedik ve fark etmedik, ta ki tabiat bizi bunun farkına varmaya zorlayana kadar. Hatta son zamanlarda hayat bizi bu yönde sürekli daha fazla itmeye başladı: Her yönden tokat yemeye başlamış bulunuyoruz.

Diğer bir deyişle, sahip olduğumuz bu egoist hayatı idare edemiyoruz ve hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ne ailede başarılı olabiliyoruz, ne çocuklarımızla, ne kendimizle, ne dünyayla, ne de güvenlik konusunda. Zor günler için yeteli birikimimiz var mı bilmiyoruz ve emeklilik fonları çöküşe geçmiş durumda.

İnsanda geleceğe dair emniyet, güven ve rahatlık hissini veren; güçsüzlük, hastalık ve yaşlılık durumlarında kendisine ve sevdiklerine emniyet sağlayan tüm sistemler değerlerini kaybetmekte ve yok olmakta. Kim bilir, belki yarın kendimizi sokakta bulacağız; cebimizde ve banka hesabımızda beş kuruşumuz olmadan.

Bu sorunlar insanı düşündürüyor. Eğer bu problemleri yaşamasaydık bu yönde düşünemezdik, çünkü hepimiz egoist bir alma arzusuyuz. Ancak bu durumla karşılaşınca “Neler oluyor?” diye kendimize sormaya başlıyoruz.
Durumu doğru bir şekilde incelediğimizde, kendimiz için yanlış sistemleri kurmuş olduğumuzu görürüz. Sonuçta, ben tabiatın bir parçasıyım ve bu durumda, sadece kendimi düşünerek, kafama göre hareket edemem; yani, realitede işleyen kuvvetleri göz önünde bulundurmadan, rastgele bir şekilde davranamam.

Gelişimimin seviyesine bağlı olarak, tabiatta daha derin ve hassas şeyler keşfederim. Önceleri benden gizli olan bu şeyler, şimdi yavaş yavaş meydana çıkmaya, ifşa olmaya başlar ve tabiatın bütün parçaları arasında olan kuvvetli ve karşılıklı bağı keşfetmeye başlarım. Tabiatın tümünde ve insanların da arasında bulunan bu bağ, tabiatın bütün seviyelerinde bulunan karşılıklı ihsan bağıdır ve sonuç olarak hepimizi etkiler.

Öyleyse; belki de tabiatta, bende ve insan toplumunda bulunan, ancak benim algılayamadığım veri, kanun ve ilişkileri göz önünde bulundurmuyor olabilir miyim? Gerçek şu ki, bunları hiçbir zaman göz önünde bulundurmadım, çünkü karşılaştığım bütün durumları aldırış etmeden, kaygısız ve ihmalci bir şekilde, sadece kendi çıkarımı düşünerek kullandım.

Bu kanunları nasıl öğrenebileceğim konusunda bir sorun mu var? Sonuçta; fizik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik veya astronomi olsun, istediğimiz herhangi bir bilimi tabiatın mikro, makro ve tüm seviyelerinde incelediğimizde görüyoruz ki, tüm seviyeleri kapsayan tek bir kanun mevcut ve hüküm sürmektedir… Ve bu kanun, denge kanunudur.

Tabiatın tümü, denge sağlamak zorundadır ve sürekli olarak bu yönde hareket eder ve buna, Dünya gezegeni dediğimiz ufacık sistemimiz de dâhildir.

Yani, eğer barış içinde, dingin olarak ve diğer insanlar, aile vs. ile iyi bağlar içinde yaşamak istiyorsak, o zaman denge halinde bulunmamız gerekir. Formülümüz, alma ve vermeye ait olanı tüm pozitif ve negatif eylemlerimizin, biri bir diğerini geçmeyeceği şekilde denge halinde olmasıdır ki böylece her biri doyuma ulaşabilsin.

Bu durumda herkesin var olma hakkı olur; kimse bir diğerinden üstün olmaz ve hepimiz, genel olarak denge halinde olmamız gerektiğini ve bu dengeyi korumamız gerektiğinin farkında oluruz. Bu, tabiatın tüm kuvvetleri için geçerli olduğu gibi, insandaki tüm kuvvet, arzu ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, küçük bireysel sistemler ve entegral global sistemden oluşan sistemin bütününün iyiliği için gereklidir ve tamamen sistemin tüm bileşenlerindeki içsel dengeye bağlıdır.

İster bilgisayar sistemleri, ister kibernetik, sosyoloji, psikoloji, fizyoloji veya herhangi diğer bir sistem olsun, global tabiatı ve tüm alt sistemlerinin çalışma şeklini incelediğimizde, bu içsel dengenin gerekliliğini görürüz. Hatta gelişme aşamasında olan sistemler bile sürekli olarak kendilerini dinamik biçimde dengelerler ve düzeltilmesi gereken dengesizliklere karşı hassastırlar. Bu sebepten dolayı gelişimleri ve eylemleri daima başarıyla sonuçlanır, çünkü her zaman, pozitif ve negatif kuvvetleri arasında eşitlik sağlama kanununa göre çalışırlar.

Dolayısıyla, elbette ki, bu kanunu ailede, toplumda, eğitimde ve genel olarak insan seviyesine ait olan her yerde ne kadar uyguladığımıza bakmamız gerekir.

Yayınlanma tarihi 15 Ocak 2012, saat 14:52

Kadın Arzusu Her Şeyi Düzeltecek

Sizi duymuş ve anlamış olan bir kadın özellikle ne yapabilir ve ne yapmalıdır? Genellikle kadın gider ve hemen eşini “düzeltmeye” çalışır.

– Bir psikolog olarak doğru etki noktasını – kadın – tespit ettiniz. Gerçekten de, bu doğrudur çünkü bizim öğrenme sistemimizde, eğer bir kadına insanlık için aydınlık gelecek beklentilerinden bahsedersek, o geri kalan her şeyi düzenleyecek. Kadın arzusu ve baskısı her şeyi düzeltecek. Bu açıdan erkek çok daha pasiftir. Fakat kadının, çocukları ve eşi üzerinde böyle bir etkisi vardır ki, onları kendilerini düzeltme üzerinde çalışmaya zorlar.

Dolayısıyla, ilk önce, gezegendeki nüfusun kadın bölümünü eğitme konusuna önem verilmelidir çünkü o, bunu almaya çok açıktır. Kadınlara karşı doğru yaklaşımı ve onlarla doğru bağlantıyı bulmak, onların ilgisini uyandırmak gerekir. Bu, bizim eğitim programına girmemizi sağlayacak.

Hiç kimse burada nüfusun diğer bölümlerini küçümsemiyor. Fakat gördüğümüz gibi, eğer bir kadın bir şey isterse, onun etrafında olan diğerleri yavaş yavaş onun etkisi altına girmeye başlar.

– Diyelim ki, bizim programımızı seyretmeyi henüz bitirmiş bir kadın, akşam eşini karşılar. O ne yapmalıdır? Bu fikri gerçekleştirmeye nasıl başlamalıdır?

– Genellikle eşini nasıl etkiler? Günün sonunda anlarız ki, eşi bunu arzulasa da arzulamasa da, bir anlamda, erkek kadınına boyun eğer. Bu Doğadır ve bundan dolayı utanç duymamalıyız!

Her erkek, eşini bir ölçüde annesi gibi görür ve bir şekilde ondan korkar, küçük bir çocuk gibi, yetişkin bir erkek, hatta onun ötesinde bile olsa. Bu Doğadan gelir. Kadın hayat verir. Seni besler, sana rehberlik eder ve seni yetiştirir. Sonunda, bugün sahip olduğun her şey, o ne yapmış ise odur.  Çocuk için babanın rolünün önemi hakkında konuşsak bile, baba yine de annenin arkasındadır. Anne, çocuk için her şeydir.

– Kadın, bu “integral hareketleri” yapması için bir şekilde eşini teşvik mi etmeli? İlk adım nedir?

– İlk adım, kadının bunu istemesidir. Onun arzusu, tek bir kelime söylemeden bile yeterlidir. Kadınların bunu nasıl yaptığını bilmiyor musunuz?

– Evet, tabii ki.

– Bu şekilde erkeğin içinde duygunun çıkmasına neden olur. Ve çocuklarla, onlarla konuşacak ve çocuklar ayrıca okulda yeni, integral eğitimi alacaklar. Eşi de bu eğitimi iş yerinde ya da bulunduğu herhangi bir yerde alacak. Fakat kadının sessiz sorusuyla, bu soru tam da ailenin erkek parçasını delip geçer; kadın, erkeklerin bunun önemli olduğuna dair hissiyatlarını kesinlikle yükseltir ve keskinleştirir.

Erkek parçasında bu önemlilik hissi yoktur. Özellikle kadın, gelecek için gerçekten endişe duyar ve ona özen gösterir.

Eğer kadın geleceğe dair ilgili ve kaygılı olursa, o zaman herkes aynı zamanda bunun etrafında dönmeye başlayacak. Erkek, kadın arzusunu gerçekleştirecek. Nasıl olsa bunu hayatta yapıyor, bencil biçimde. Ve burada, aynı zamanda doğru arzular gerçekleştirilecek.

Yok Etme, Dengele

Yayınlanma tarihi 16 Ocak 2012, saat 17:26

Soru: Dengeye ihtiyacımızın olduğundan bahsediyoruz. Dengeye tam olarak nasıl ulaşabiliriz?

Cevap: İçimde var olan şeyler sadece düşünceler, arzular ve sapmalardan ibaret değil mi? Tüm bunlardan kendimden kesip atabilir miyim? Hayır. Peki, bunları bastırabilir miyim? Bu hiç iyi bir fikir olmaz. Bunu denemek, büyük çabalar gerektirir ve çok zaman alır; sonunda ise fark ederim ki, tabiatımda bulunan niteliklerim elli yıl sonra bile kaybolmamış.

O zaman burada nasıl bir eğitimden bahsediyoruz? “İnsan olmak” ne anlama geliyor? Kendimi nasıl aşabilirim?

Tek yapmamız gereken, bütün niteliklerimizi alıp onları dengelemektir. Bende var olan hiçbir kötülükten pişmanlık duymamalıyım; tek yapmam gereken, bunları iyi olan bir şeyle dengelemektir.

Herhangi bir şeyi silmeme gerek yok; bunu bilmek bile insanı rahatlatır. Sonuç olarak, pişmanlık duymuyorum, çünkü ben bu şekildeyim; ben buyum. İçimde olanları silsem benden geriye ne kalacak ki? Böyle bir durumda elimde kalan tek şey, hayatıma son vermek olur. İnsanları intihara sürükleyen şey de budur: Kendi içlerinde iyi olan hiçbir şeyin bulunmadığını fark ediyorlar. Belki farklı dışsal sebepler de olabilir, ancak sonuç aynı.

Fakat biz, bu durumu farklı bir şekilde ele alıyoruz. Kişi, kendisinde var olan her şeyi tutmalıdır ve kendi nitelikleri ile devam eder; negatif niteliklerine olumlu muhakemeler ile pozitif nitelikler ilave eder. Yok etme, dengele. Yok ederek “dünyanın reformcusu” olursun ve bu iki kat kötüdür; çünkü bu durumda kişi, dünyaya zarar veren kişi olur.

Kendimizle ilgili olan tüm fenomenleri silmemiz değil, dengelememiz gerekiyor. Aksi takdirde genel dengeyi bozarız. Benzer bir şekilde de kan basıncını ve diğer fizyolojik problemleri, hatta toplumda ve ailede bulunan sorunları dengelemeye çalışırız.

Hiçbir şeyi bastırmamamız gerekiyor. Sonuçta, alma arzusunun bu şekilde yaratılmış olması bir tesadüf eseri değil. Bunun temeli içimizde yatar, Reşimolarımızda (bilgilendirici genler) ortaya çıkar ve biz bunları yok edemeyiz. Reşimoların zinciri gelişmeye devam eder ve bizim yapabileceğimiz tek şey onları dengelemektir; bu fenomeni doğru bir şekilde kullanarak ve pozitif yanını ifşa ederek ıslah etmektir.

“Barış” makalesi konulu ve 13/01/12 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 4’üncü bölümünden.

Sokaktaki Olay

Soru: Diyelim ki, sokakta veya metro istasyonunda birisini tartakladıklarına şahit oluyorum. Böyle bir durumda ne yapmalıyım? Gözlerimin önünde olup bitene nasıl tepki vermeliyim?

Cevap: Biz sadece entegral bir toplumdaki davranış biçiminden, entegral toplumdaki ilişkileri uygulamalı olarak öğrendiğimiz çalışma gruplarındaki davranış biçimden bahsediyoruz. Sokakta ise, bunu herhangi bir şekilde yansıtmıyoruz. İnsanlar bizi henüz anlayamazlar.

Her şey, bulunduğumuz topluma bağlıdır. Sokakta ayağı buzda kayıp düşen yaşlı bir teyzeye yardımcı olmak istediğini düşünelim. Bazı toplumlar vardır ki, insanlar hemen kötü bir şey yapmak istediğini zannederler. Hatta o yaşlı teyze bile, parasını çalmaya veya uygun olmayan bir başka şey yapmaya kalkıştığını düşünebilir.

Ama kimi toplumda ise, anında bir sürü insan koşturup teyzeye yardım etmeye gelir. Yani, her şey kişinin nerede bulunduğu ile ilgilidir.

Dolayısıyla, sokaktaki davranışın, -bulunduğun toplumdaki diğer insanlardan hiçbir şekilde farklı olmamalıdır. Aksi takdirde, yaptığın şey çok garip karşılanır ve insanlar tarafından anlaşılmaz.

Yayınlanma tarihi 16 Ocak 2012, saat 17:49

13/12/11 tarihli “Entegral Toplum Üzerine Söyleşi” No. 5’ten alıntı