Monthly Archives: Ocak 2012

İyilik İle Kıyafetlendirilmiş Kötülük

Yayınlanma tarihi 30 Ocak 2012, saat 13:57

Soru: Entegral eğitim metoduna göre kişiye kötü örnekler gösterilmemelidir. Ancak bu, psikolojide biraz farklıdır. Psikolojide kişi, başından geçen talihsizliklerden bahseder ve nerede hata yaptığının değerlendirmesini yapmaya başlar. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi önce kötü yanı ile yüzleşir ve ardından da onu düzeltmeye çalışır.

Cevap: Bizim yaklaşımımız tamamen farklı. Kötülük diye bir şey yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde kötülük yoktur! Her ne kadar tabiatın tümü bize kötüymüş gibi görünse de, bu, yalnızca tabiata yaklaşımımız yanlış olduğu için bize öyle görünür. Eğer tabiata olan yaklaşımımız farklı olsaydı ve tabiatı farklı bir şekilde kullansaydık, o zaman tabiatın sadece iyilikten ibaret olduğunu görürdük. Ayrıca, egoizmi kötülük için kullanmak yerine, iyilik için de kullanabiliriz.

Eğer kendi egoizmime karşı oynarsam; yani, egoizmimi değerlendirmeye başlayıp, kendi egoizmimin üstüne yükselişimin bir aracı olarak onunla çalışmaya başlarsam, o zaman kendi egoizmim, benim başlangıç noktamı oluşturur; kendimi ölçtüğüm, ne kadar yükselip değiştiğimi gösteren kılavuz haline gelir.

Egoizmimi bana verilmiş olan ve tamamen zıt bir niyete kıyafetlendirmem gereken negatif bir nitelik olarak görürüm: Egoizmimin tümünü ihsan etmek, sevgi ve bağ kurmak için kullanma niyetiyle kıyafetlendiririm. Bundan sonra, egoizmim sürekli olarak bana yardım eder; beni sürekli olarak iter ve dürter, beni bir taraflara çeker ve ben de sürekli olarak onun üstüne yükselmenin yollarını bularak onu karşılar ve dengelerim. Bu şekilde, egoizmim “kendime karşı” yardım aracı haline gelir.

İlerlemekte veya gelişmekte olan sistemlerin tümünün iki zıt kuvvetten oluşması gerektiğini biliriz. Karşılıklı olan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini dengeleyen ortak paydalar oluşturan bu iki zıt kuvvet, mümkün olan en iyi sonuçları verir.

Bu sebepten dolayı egoizm, egoizmin üstüne yükselme arzusu ile dengelenmelidir ve egoizmin üstüne yükselebilmek için çevreye, komşuların yardımına, tanıdıklara ve tüm topluma güven duyulabilmelidir. Bu iki sistem, yani bir tarafta toplum ve çevre, diğer tarafta da kendi egoizmim, bana yardım eden unsurlardır. Ben bu iki unsurun arasında dururum ve kendimi bu şekilde yükseltirim.

Nihayetinde, kendi egoizmimi incelerim ve egoizmimin üstüne yükselebilmeme yardımcı olabilecek olan niteliklerini bulurum. Bu nitelikleri ihsan etmek, ilerlemek, mutluluk ve diğerlerine yardım etmek için kullanırım ve o zaman egoizmim, çalışmakta olduğum kuvvet, kütle, çalışmak için elimde olan madde haline gelir. Egoizmimi hiçbir şekilde yok etmem! O, içimde gelişmeye devam eder; ben ise onun gelişiminin tüm ayrıntılarını neşe ile karşılarım.

Modern bir insan, egoizmini hüzün ve acı ile karşılar; “Yine ben! Suçum neydi?” diye yakınır. Fakat bunun benimle bir ilgisi yoktur. Tabiat, kendisini içimde bu şekilde gösterir. Muazzam boyutlardaki egoist bir tabiat, kendisini içimizde özellikle bu şekilde ifşa eder ki, biz de onun üstünde birlik kurmaya devam edelim.

Bu sebepten dolayı, egoizm, bizleri ilerleten bir makine gibidir. Onun her türüne, çeşit ve şekline, meydana getirdiği her şeye ihtiyacımız vardır, en feci olan yanlarına bile, ki bu şekilde onları güzel giysiler ile kıyafetlendirebilelim.

Bu dehşet içeride kalmaya devam eder ve bırakın orada kalsın. Eğer onun üstüne tamamen faklı, bambaşka olan bir kabuk yerleştirirsek, bir ihtilaf yaratırız, niteliklerimizin her biri çift kutuplu olur ve bu sayede egoizmimizin gücünü arttırabilir ve onu, başkaların iyiliği için kullanabiliriz. Bu şekilde, “İnsan” denilen ve tamamıyla farklı olan bir yapı oluşur.

Fiziksel (bedenin uğruna) olan varlığımızın bulunduğu seviyenin üstüne yükselip, tamamıyla faklı olan manevi bir yapıyı oluşturacağımız duruma tarihte ilk kez ulaşmaktayız; herkesin birbirine bağlı olduğu karşılıklı olarak birbirini tamamladığı, ortak ve sanal bir insanlık durumuna ulaşmaktayız. Dünyadaki kolektif insanın prototipini oluşturan ve Adam denilen bu bütüncül mekanizma, bizlere tabiatın tüm kuvvetlerini, ayrıntılarını ve derinliklerini edinme ve onları doğru biçimde kullanma fırsatını tanımaktadır

Yani, egoizmi hiçbir şekilde yok etmiyoruz veya etkisizleştirmiyoruz. Tam tersine, tüm negatif belirtileri ile memnuniyet duyuyoruz, tıpkı bir heykel yapmak için harikulade bir malzeme bulmuş olan bir heykeltıraş gibi. Elbette ki bu heykeltıraş, heykelini belli bir şekle sokabilmek için önünde bir ton iş olduğunun bilincindedir, ancak bu malzemenin eline düşmüş olmasından dolayı son derece memnundur.

Aynı şey, bizler için de geçerlidir. Egoizmin ifşası, çalışabileceğim yeni malzemenin ta kendisini oluşturur. Tek yapmamız gereken şey, bu malzemeyi kullanma şeklimizi değiştirmektir, malzemenin kendisini değiştirmek değil. Bu malzemeyi, bir şeyi başkalarının pahasına yapmak yerine, onların yararına yapmak için kullanmalıyız.

“Entegral Eğitim Üzerine Konuşma” #7’den alıntıdır, 14/12/11

Derse Hayat İçin Bir Taleple Gelmek

Soru: Eğer tüm gün derse sanki bir kral’la yapacağımız görüşmeye gidecekmişiz gibi hazırlanırsak, sadece tek bir taleple gelmek nerede mümkündür, yarının dersine nasıl yaklaşılır?

Cevap: Çok büyük bir Işık alacaksın. Sana ne kadar çok vermek istediğini hissedeceksin. Çalışmış olduğun materyaller vasıtasıyla manevi sistemin senin üzerinde ihsan etmeye başladığını hissedersin. Metnin altı çizili yerleri tekrar diriliştir. Bu yazılar derinlik ve saydamlık kazandırır ve herşeyin içinde bir hacim uyandırır. Bu durum senin için tüm dünyamızın duvardaki bir resim gibi olduğunu konusunda net hale getirir. Ve bu resmin arkasında aniden tüm resmi hareket ettiren ve onun parçalarının yerleştiren yeni bir boyut göreceksin. Amacın önemini hissettiğin zaman bunun içinde olmaya başlayacaksın.

Ancak bu arada bizler amacı küçümser ve bilinçsiz olarak reddederiz şüphesiz bundan dolayı da amaç bizden uzaklaşır.

Her ne koşulda olursa olsun, ilerlemek zorundayız ve herşeyden önce amacın önemi ile ilişkilenmeliyiz. Hatta şimdi ilerliyor bile olsak krtik arınmalar için sol çizgiye geçmeli ve bunun yeterli olmadığını görmeliyiz. Her gün çabamızı bağ kurmaya yönelik artırmalı ve sadece bunu yapmalıyız.

Bunun yanısıra, tüm dünyada dağıtım yapan bütün arkadaşlarımıza teşekkür etmeliyiz. Onları her türlü çalışmalarında desteklemeliyiz, bu durum gerçekten bize çok yardımcı olacaktır.

24.01.2012 Tarihli Günlü Kabala Dersinden 4. Bölüm, ‘On Sefirota Giriş’

Ayrılmak İstememek!

Doğanın, bizi bir bütün olarak etkileyen ve bizi onunla dengeye getirmek isteyen tek Kanun olduğunu çalışıyoruz. Sonra, bir olacak şekilde birleşince, içinde yaşadığımız dünyayı anlamaya başlayacağız.

Birbirimize karşı iyi tutum aracılığıyla bu bağı elde edebiliriz. Onu istemesek de, “alışkanlık ikinci doğa olur” kuralını kullanarak, oyun aracılığıyla elde etmeliyiz. Bunu nasıl başarabiliriz? Bunun, bizi saran çevreye, insan toplumuna uygulanması gerekir.

Her kişi, topluma göre belirli bir konuma sahiptir. Ve kişiyle toplum arasında öyle bir ilişkiler sistemi yapılandırmamız gerekiyor ki, herkes topluma karşı kendini zorunlu hisseder, toplumun iyiliği ona bağlıdır ve onun iyiliği de topluma bağlıdır.

Bunu başarmak için, egomuz tarafından yönlendirilerek geliştirdiğimiz insan ilişkileri biçimini ve  “kendi bencil ihtiyaçlarına göre herkese” olanın özünü yeniden düzenlememiz gerekir. Dolayısıyla, bugün bu prensip işlemiyor ve halihazırda devam eden kriz, genel ve integral bir durum.

Bu nedenle, hepimizin birbirine bağlı olduğu gerçeğine dayanarak, insanların çevreleriyle olan ilişkilerine dair yeni bir biçim yaratmamız gerekiyor. Eğer çevre, kişinin iyi bir tutumu olmasını talep ediyorsa, kişiye doğru davranışın örneklerini vermeli, bir annenin çocuğunu yetiştirirken yaptığı gibi.

Bizi saran toplum, her birimiz üzerindeki etkisini tamamen değiştirmeli. Ve esas olarak, bu medya ve eğitim sistemi hakkındadır. Bunların derhal yeniden düzenlenmesi, aramızdaki ilişkilerin ve aynı zamanda çevreye olan ilişkimizin değişmesi gerektiğine dair bir hissiyatı herkese vermek üzere değişmesi gerekir. Nihayetinde, çevre bir tür kuluçka makinesidir, orada doğru şekilde gelişiriz. Isı, nem ve oksijen seviyeleri, bu parametrelerin hepsi kuluçka makinesinde, sağlıklı tavukların çabucak ve rahat koşullarda yumurtadan çıkmaları için en iyi değerlere göre ayarlanır.

Kendi etrafımızda böylesi güzel bir “sera”, içinde rahat, sıcak ve memnun olacağımız bir çevre inşa etmeliyiz ki, böylece oradan ayrılmak istemeyelim. Annesinin rahminde tam bir güvenlik içinde büyüyen bir bebek gibi, orada her şey onun normal gelişimi için yaratılmıştır. Bu şekilde biz de herkesin içinde düzgün ve rahat şekilde gelişeceği çevremizi inşa etmeliyiz.

Kendi yararımıza ve herkesin yararına (her kişi diğer tüm insanları düşünür) olan böyle bir çevre inşa ederek, insan sonunda büyük ailesini oluşturur; kardeş oluruz.

KabTV’de  “Yeni Bir Hayat”, Bölüm 4, 1/1/12

Yeni Bir Meslek: İnsan

Doğaya, bizi tek bir bütün olmak üzere birbirine bağlanmaya zorlayan o tek kanuna olan yaklaşımımız, çevre içinde açığa çıkar. Bu yüzden, çevreye karşı olan yaklaşımımız, onu bu kanun üzerine yapılandırmak, Doğanın kendisine karşı olan yaklaşımdan daha önemlidir. Esas mesele kişinin çevresini inşa etmesidir.

Binlerce ve milyonlarca insanın işlerini bırakmaya mecbur edilmeleri ve işsiz olmaları boşuna değildir; öğretmenler, eğitmenler ve yöneticiler için kurslar açmamız gerekir. Aslında, bu çalışmada, her birimiz bir öğretmen, bir eğitmen ve diğerlerine ilişkin olarak bir yardımcıyız. Dolayısıyla, herkes bu öğrenme sürecinden geçecek ve yeni bir “meslek” edinecek, yani yeni bir toplumda bir “İnsan” olacak. Her birimiz, Doğada ne olduğunu, içimizde ne olduğunu ve birbirimizle ne tür ilişkiler inşa edebileceğimizi  anlayabilir olacağımız bir seviyeye yükselmeliyiz.

Araştırmaya göre, eğer kişi kendini karşılıklı etkinin olduğu bir çevrede bulursa, kaçamaz. Bu onu zorlar, onu sarar ve farkında olmadan ya da olarak kişi değişir. Çevrenin çocuklarımızı sadece örneklerle nasıl yetiştirdiğini görüyoruz. Çevre bizi eğitir ve yaşamlarımızda yeni davranış ve ilişki biçimleri, yeni değerler sistemi ediniriz.

Bu yüzden, arzularımızı hesaba katmıyoruz bile, ister yemek, seks, aile, para, güç, bilgi için olan arzular olsun, ister binlerce başka şey için. Bu arzuları nasıl kullanacağımıza değil, onların yönüne bakmalıyız (ve en önemli olan da budur!). Diğer bir deyişle, tüm arzularımda “ben”imi kullanmadaki niyetim, en önemli olan tek şeydir. Tüm becerilerimin kullanımını toplumun faydasına olacak şekilde dönüştürmeliyim ve o zaman “ben”, “biz”e dönüşecek. Ve bireylerin toplanması gibi olan “biz” kavramından, “Bir” kavramına ulaşacağız. Ve bu “Bir” zaten dengededir, bizi idare eden tek Kanunla birlik içindedir.

Sonra, kişi İnsan olur ve kendi doğasını ve genel Doğayı anlamaya başlar. Bu yolda, birçok içsel kanun, psikoloji ve evren kurallarını çalışır ve doğada var olan her şeyi içine alır, doğanın en üst seviyesine ulaşır, bizi etkileyen o tek gücün seviyesine ve bugün kriz olarak algıladığımız form içinde, O’na yaklaşmamız için bizi davet eder. Bu kurs, kişiye nasıl İnsan olunacağını, en iyi, en güvenli,  en rahat ve sağlıklı duruma nasıl ulaşılacağını öğretmek üzere tasarlandı. Dolayısıyla, bizi yeni bir döneme, iyilik dolu bir dünyaya doğru yönelten bu durum için şükran duymalıyız.

Ancak bugün, henüz bu sürece başlamadık ve henüz onun farkında değiliz; yaşamlarımız anlamsız görünüyor; çocuklarımızı ve torunlarımızı neyin beklediğinden korkuyoruz. Dolayısıyla insanlar çocuk doğurmak istemiyorlar ve hatta bu dünyadaki yerlerini anlamıyorlar. Fakat her şey tamamen bunun zıttıdır! “Kriz” kelimesi tam anlamıyla, yeni bir doğum demektir, yeni bir insanlığın eşiği. En büyük umutlarımız, onları gerçekleştirmemiz için önümüzde bekliyor.

Bu tek kanunu idrak etmeye başlamalıyız ve çok kısa bir süre içinde, birkaç hafta içinde, onun ne kadar çalıştığını, nasıl “alışkanlık ikinci doğa haline gelir” olduğunu, birbirimize karşı iyi bir tutum göstermeden nasıl yaşayamayacağımızı hissedeceğiz. Ve eğer şans eseri bunu unutursak, birlikteyken, bir olmuşken, herkes diğerlerini hissederken, birbirimize hatırlatmalıyız: Bu ne kadar da sıcak ve arzulanan bir durum ki oraya tekrar dönmek istiyoruz.

Ümit edelim ki bizim karşılıklı desteğimiz sayesinde, bize sevginin iyi doğasını edinmemiz için bir oyunun, bir alışkanlığın yardım ettiği bu duruma gelebilir olalım.

KabTV’de “Yeni Bir Hayat” , Bölüm 4, 1/1/12

Cevaba İhtiyaç Duymayan Bir Talep

Soru: Kişinin tüm enerjisini ıslah için talebe yatırması ve bunun tekrar tekrar “eli boş” bir şekilde sonuçlanması çok zor bir şey. Yol boyunca hayal kırıklığına uğramamak için ne yapmalıyız?

Cevap: Neyi soruyorsun? Doğru talebe sahip olmak ya da başka bir şey? Doğru talep dışında bir şeye ihtiyacın yok. Eğer O’na bir taleple dönüyorsam, bunun, amacı tam hedeften vuran ve karşılığında ondan herhangi bir şey beklemediğim en iyi, en düzgün ve kesin bir talep olup olmadığından emin olmak için sürekli kontrol halinde olmalıyım. Neden başka bir şeye ihtiyaç duyayım? Sonuçta, buna verilecek herhangi bir cevap halihazırda bir ödeme olurdu ve ben buna karşılık bir ödeme arzu etmiyorum.
Neye özlem duyuyoruz?

– Özlem duyduğum şeyler birlik, beraberlik, ihsan etmek, Yaratan’a memnuniyet vermek!

– Lütfen, devam et bunu yapıyorsun.

– Sadece O’nun bundan hoşnut olup olmadığını bilmek istiyorum…

Fakat eğer ki Yaratan’a memnuniyet veren bir şey yaptığını keşfedersen, bu senin için en büyük haz olur ve bunu kendi rızan için alırsın.

Hiçbir şey almadığın ve devam ettiğin ve tekrar tekrar aynı şeyi yeniden yaptığın tüm bu koşullardan geçerek, O’na haz verdiğin, onun vasıtasıyla Yaratan’dan bir reaksiyon aldığın perdeyi inşa ediyorsun ve bu senin alma arzularına giriş yapmaz, alma arzularının üzerinde olur.

Fakat eğer ki şuan karşılık olarak bir reaksiyon alsaydın, bu sana muazzam bir tatmin verirdi. Diyelim ki çok yüce birisine bir mektup yazdın ve o kişi de bu mektubu aldı ve sana şu şekilde cevap verdi “Mektubunu aldım.” Bu yeterli olurdu, sadece bununla zaten mutlu olurdun.

Bu nedenle, bu tür hazdan korunmadığın sürece, karşılık olarak bir reaksiyon almayacaksın.

– 25.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin ikinci kısmından alıntıdır, Zohar.

Dümen Olmadan

Soru: Birbirimizi unutmamamız için bize ne yardımcı olur?

Cevap: Manevi çalışma için ihtiyaç, amacın öneminin farkına varma. Benim için önemli olan bir şeyi unutmam.

Eğer manevi amaç benim için önemli değilse, o zaman onun önemini dostlardan edinmeliyim. Peki ya onlar buna değer vermiyorsa? Hep birlikte, dümen olmadan okyanus boyunca  yüzdüğümüz ortaya çıkar. Güvertede birçok insan var fakat bir yöne sahip değiller. Güvertedeki birkaç denizci kara parçasına gitmemiz gerektiğini bağırıp çağırıyor fakat diğerleri sadece eğleniyorlar ve dünyayı umursadıkları da yok…

– 24.1.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin üçüncü bölümünden alıntıdır, Talmud Eser Sefirot.

Gelecek Toplumunun Amacı

Her şey çevreye bağlıdır. Bir bütün olarak insanlığın ve özelde her kişinin ana problemi, herkesin aynı zamanda bireyselliğiyle de örtüşen bu kadar kompleks ve eş zamanlı birleşik çevrenin şekillenmesinin içinde yatar. Herkes, entegral bir sistem içinde diğer insanlarla olan bağlantıda kendini azami ölçüde gerçekleştirmesi için her bireye imkan sağlayan bu çevre tarafından eğitilecektir.

Toplumun amacı herkesi birleştirmektir, öyle ki bu birleşmede her birey kendi tamamlanmış anlamını elde edebilecektir.

[66956]
From KabTV’s “A New Life” Episode #3, 12/29/11

Doğumun Sevindirici Sancıları

Birçok işsiz insanın olacağı bir döneme yaklaşıyoruz. Halen dünyada iki yüz milyon işsiz bulunmakta. Gelecek sene süresince, bu sayı daha da felaket boyutlara doğru artacak. Bu insanlar, hem kendileri için hem de bütün toplum ve hükümetler için büyük bir sorun  oluşturmaktalar. Zorluklar, depresyondan, olası kanlı devrimlere ve savaşlara kadar uzanıyor.

Bu yüzden organizasyonumuz, integral eğitim fırsatlarını araştırıyor ve işsiz olan insanları eğitmek üzere bir kurs hazırladı. Umuyoruz ki kursumuz onlara, değişen dünyaya kalplerini açmaları için yardımcı olacak. Onlara, arkadaşları ve aileleri içindeki, tüm insan toplumu içindeki, ülkeleri ve çağdaş dünya içindeki kişisel yerlerini daha iyi anlamaları ve hissetmeleri için imkân verecek.

Fazlasıyla inanıyoruz ki, bu tür konuşmalar gerekli ve onlar olmazsa dünya hızla bir felaketin içine girecek. Farz edelim ki ülkelerin hükümetlerini ve ihtiyacı olan tüm dünyayı, bu kursu zorunlu olarak öğretmeye başlamak üzere ikna ettik. Ülkenin birisi, bu projenin pratik faydalarına değer verdiği ve başka bir çıkış yolu görmediği için, bu projeyi onayladı diye düşünelim. Böylece, çalışmak için devlet bursu alan 30-40 kişilik bir işsizler grubu var, ilk grup. İlk toplantımızda onlara, etraflarında olan değişimleri tanımlamalarına yardımcı olmak için ne söyleyeceğim? Hayatlarını anlamalarını ve yeniden kurmalarını onlara nasıl öğreteceğim?

Öncelikle, diyeceğim ki, “Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Belki işsizlik durumunuzu kötü etkenlerin neden olduğu trajik bir olay olarak görüyorsunuz ve belki bu koşullar sizi zorlamasaydı, öğrenmek için gelmeyecektiniz. Fakat bu durumu, bir krizden ziyade, sevindirici bir durum olarak görmeliyiz.”

Hayal edelim ki buraya, deneyimlediğiniz zorluklar aracılığıyla değil, aksine, hepimiz mutlu ve sevindirici bir yeni dünyanın eşiğinde olduğumuz için getirildiniz. Bunun için, özel olarak her birimize ve genel olarak tüm dünyaya ne olduğunu anlamamız ve neden bunun olduğunu kavramamız gerekiyor.

İçinden geçtiğiniz bu durum, yaptığınız bazı talihsiz hataların sonucu mu? Belki de bu sizin önleyemeyeceğiniz normal bir süreç mi? Bazı kaçınılmaz doğa kanunları yüzünden mi bu zorluklardan geçmeniz gerekti? Zaman içinde bizleri büyük sonuçlara götürecek genel bir gelişim eğilimi yüzünden mi meydana geldi?

Durumumuza, “kriz” diyoruz, fakat aslında bu, genel, global, integral bir zorluğun parçasıdır ve ekonomide, eğitimde, kültürde, bilimde, finans sektöründe ve insan hayatının tüm maddesel katmanlarında yer almaktadır. Aslında, “kriz” kelimesinin negatif bir çağrışımı yoktur. Doğuma benzeyen yeni bir evreye işaret eder.

Yaşam tecrübemize dayanarak biliyoruz ki, bir evreden başka bir evreye geçmek zordur çünkü iş değiştirsek de veya yaşamın herhangi bir başka alanını değiştirsek de, konfor alanımızdan ayrılmamız gerekir. Alışkanlıklarımız bize ayak bağı olur. Düzgün bir şekilde çalışarak faaliyette bulunan bir sistemde kalmak, bizim çok fazla çaba göstermemizi gerektirmez; bu bizi mutlu eder çünkü doğal olarak değişime direnç gösteririz.

Egomuz bizi güvenilir ve dengeli bir düzen aramamız için iter. Yeni olan bir şeye geçiş yapmak her zaman sıkıcıdır. Pekala, bunun çok daha memnunluk verici bir gelecek vaat ettiğinden kesinlikle emin olduğumuz ve bu kolayca ulaşılabilir olduğu sürece değil. Fakat eğer zor ve tehlikeli bir geçiş ise ve gelecek belirsiz ve tahmin edilemez ise, o zaman bu trajik bir durumdur.

Dolayısıyla, durumumuzun gerçekten kötü ve trajik olup olmadığını ve büyük sorunların, şiddetli sellerin, depremlerin, tsunamilerin, volkanik patlamaların, ayaklanmaların, devrimci ihtilallerin ve sokaklarda kan dökülmesinin – tam bir kaos –  eşiğinde olup olmadığımızı görelim. Yoksa bu sadece yeni bir düzen mi ve şu an bize olan her şey, bizim henüz görmediğimiz bu düzenin doğumu gibi mi? Etrafımızdaki her şeye, insanlığı büyük çabalar sarf etmeye ve yeni bir formun doğumunda olduğu gibi terlemeye zorlayan şeyler olarak bakabilir miyiz? Doğum sürecindeki bir çocuk gibi, biz de zor bir koşuldan geçiyoruz.

Doğumdan önce, çocuk annesinin rahminde, güvenli ve korunaklı yerde, huzurla büyür. Sonra doğum, çok “sıkıcı” bir süreçle tetiklenir. Anne çok büyük bir gerginlik hisseder ve sancılar yaşar. Çocuk da aşırı bir baskı hisseder. Daha fazla birlikte olmaya tahammül edemeyeceklermiş gibi olunca, birbirlerini itmeye başlarlar.

Çocuk, annesinin rahminden çıkması gerektiğini hisseder. Eğer bu durumu duygularımıza aktarırsak, bu çocuğun daha fazla annesinin bedeninde kalmaya tahammülü yok deriz; ne de anne onu içinde tutabilir. Böylesi bir karşılıklı itmenin sonucu olarak, doğum süreci başlatılır ve çocuk, onu sevgiyle karşılayan, harika ve aydınlık bir dünyaya doğar. Böylece, yeni bir hayat edinir ve varoluşunun yeni bir evresine ulaşır.

Birkaç kilo gelen bir et parçası olmak yerine, başka birinin bedeni içinde yaşayan bir yaratık olmayı durdurur ve bir insana dönüşür!Henüz çok küçük olması ve ne olduğunu anlamaması önemli değildir; önemli olan onun yeni bir hayata doğmasıdır. Bu, şu anda bizlere olan duruma  çok benzer. Şimdiki durumumuz, yeni bir dünyanın doğum sancılarına benzemektedir.

KabTV’de “Yeni Bir Hayat”, Bölüm 1, 27/12/2011

Dünyayı Kadınların Gözlerinden Görmek

On binlerce yıldan bugüne kadar, kaderin istemiyle geliştik ve gerçekte çok az şey elde ettik. Psikoloji – insan, onun doğası ve iç dünyası hakkındaki bilim, sadece yüz yıl kadar vardır. Onun varlığından önce, davranışlarımızı araştırmanın gerekli olduğunu düşünmedik ve hayvanlar gibi şans eseri geliştik. Sadece şimdi, insanlar, toplum ve çevre hakkında bilgiye ihtiyaç hissediyoruz; çevreyi nasıl yaratacağız ve hayatımızı doğru şekilde nasıl düzenleyeceğiz.

“Beden dışındaki hayat” kavramı, kulağa mistisizm gibi geliyor, fakat onunla hiçbir ilgisi yoktur. Bu, kişinin kendisine dışarıdan bakma becerisini geliştirmesi, dünyayı diğer kişinin gözlerinden görmesi demektir. Böyle yaparak, birbirimizi anlama becerisini ediniriz. Ve bu tam da yapabilir olmamız gereken şeydir.

Erkekler için dünyaya kadınların gözünden bakmak neredeyse imkânsızdır. Fakat hemen hemen herkes bir ailede yaşar ve bir aile yaratmanın gerekliliğini anlar; aksi takdirde, dinazorlar gibi türümüz tükenecek. Çocuk sahibi olmaya ve onları yetiştirmeye zorunluyuz. Dolayısıyla, karşı cinsin psikolojisini anlamak ve sadece nasıl düzgün şekilde yaşanacağını değil, aynı zamanda bu yaşamdan nasıl keyif alınacağını da bilmek önemlidir.

Birbirimize dahil olma durumuyla, dünyanın diğer yarısını buluruz. Biz bu şekilde yapılandırılmışızdır. Ve buna, “beden dışındaki hayat” denir; yani dışarıdan ilave bir algı ediniriz. Bu ana kadar, bedenimin içinde bencilce geliştim ve arzularımı mümkün olan en çok şekilde tatmin etmeye çalıştım ve diğer kişinin bilgisini, düşüncesini ve bakış açılarını mümkün olan en az şekilde dikkate aldım. Bugün, tüm dünyayı içine alan kriz, beni diğer kişinin parçası olmaya ve onun bakış açısını, düşüncesini ve içsel dünyasını kabul etmeye zorluyor. Ve sonra, ben görünürde kendimden çıkarım ve diğer insanların parçası haline gelirim. Böylece, tüm insanlığın arzularını ve düşüncelerini, onun tüm olasılıklarını edinirim. Sanki kendi bedenimi terk ederim ve tüm realiteyi hissetme becerisini edinirim.

Burada, eski dönem yeni döneme, realitenin tamamen farklı bir algısına yol veriyor. Şimdi, realiteyi kendi dar algımla değil, tüm insanlık tarafından biriktirilmiş kolektif bir his ve anlayış aracılığıyla görme ve hissetme fırsatına sahibim.

Eğer diğer tüm insanlara yakınlaşırsam ve tüm genişliği ve çeşitliliği içinde sunulan bir toplumda yetiştirilirsem, o zaman yaşamı, kendi bireysel olanımdan ziyade, hislerin ve algıların tüm görüntüsünde görme becerisini edinirim. Nihayetinde, artık tüm insanları dahil ederim ve dünyaya dair paletim çok daha zengin hale gelir.

Kab TV’de “Yeni Bir Hayat”, Bölüm 3, 29/12/2011

Kısa Zamanda İyileş!

Soru: Bazen alışılmamış ve çok güçlü koşullardan geçiyoruz. Eğer grupla, öğretmenle ve dostlarla bir aradaysan çok iyi fakat evde tek başına, sanal ortamdan çalışan bir insan bu durumda ne yapmalı?

Cevap: Şöyle yazılmıştır “Yaratan tüm kırık kalpleri iyileştirir.” Ben senin koşullarının efendisi değilim. Bilakis, kişiye gelen Işık kişinin seviyesini, koşulunu, kişiliğini, ruhunun kökünü ve tüm parametreleri tam olarak göz önünde bulundurur. Biz, tüm bunları hesaplamaya ve her durumda bunun nasıl olması gerektiğini söylemeye muktedir değiliz.

Fakat eğer gereken her şeyi yaparsak, o zaman ilerleyişimiz her zaman en uygun şekilde olur. Kişi, şu an içinde bulunduğu koşuldan bir sonraki koşula yükselmesi için milyonlarca parametreye göre eksiksiz bir biçimde hesaplanmış bir yolla yukarıdan etkilenir.

Tüm bunları değerlendirmek ve kontrol etmek senin işin değildir. Bunu anlayamazsın – bunların tamamı sadece yukarıdan aşağıya genel sistemi edindiğinde görülür. Atzilut dünyasına yükseldiğinde – Atzilut dünyasının en üst kısmına (GAR) – ve Aba ve Ima (Üst Baba ve Anne) Partzuf’larına bağlandığında ki bunlar çok üst seviyelerdir, o zaman yaratılış planının nasıl çalıştığını görmeye başlarsın. Bu, mümkün olabilecek tüm hazlar içinde en büyüğüdür.

Bu, Şehina’nın aydınlanması diye adlandırılır – yaratılışın amacının, üst zihnin, üst gücün, yaratılış planının – ki bunların tümü sevgidir – Sonsuzluk dünyasının Malhut’unun tamamını nasıl doldurduğunun ve onu tüm detaylarında nasıl bir ıslaha getirdiğinin algısı. Bu, kişinin mutlak surette kusursuz koşuludur.

Fakat kişinin geçirdiği koşulların, aynı zamanda kişiye herhangi bir zarar getirebileceğinden korkmayın. Aslında bu koşullar ruhun iyileşmesinin, şifa bulmasının safhalarıdır. Bu tıpkı çok uzun zamandır hasta olan ve birden ani bir iyileşme hissedip, sağlıklı olmaya başlayan bir insanın durumuna benzer. Birden algıları keskinleşir, gözleri açılır ve içinde güçler kazanır ve böylece hastalık yavaş yavaş geçer. Bu şekilde yavaş yavaş iyileşiyoruz…

– 23/1/12 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci kısmından alıntıdır, Şamati.