Daily Archives: Kasım 29, 2011

Işık Nasıl Çekilir

Soru: Bir kişi ceza ve ödül içinde Üst Yönetimle nasıl dengeye gelebilir?

Cevap: Kişi tek başına hiçbir şey yapamaz. Kişi, Işık tarafından etkilenmek için sadece onu en iyi şekilde verebilir. Üst Işık gizlilik içerisindedir. Işığın etkisini içimizde uyandırmak için onu en iyi şekilde dinlemeliyiz yani kendi aramızda mümkün olduğunca bağ kurmalıyız.

Kalpte, ruhta, akılda, düşüncelerde ve içsel niyetlerde daha güçlü bir şekilde tek bir bütün olduğumuzda Üst Işığı uyandırır, içimizde ifşa olmasını zorlar ve bize dikkat etmesini sağlarız. Bunun dışında bizler hiçbir şey yapamayız. Bizi ıslaha hazırlayan tek eylemimiz budur ve gerçek ıslah Işık tarafından yapılır.

23.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

İşleyen Aklın İfşası

Bizler haz alma arzumuzun ve bu arzuyu mümkün olan herşeyle doldurmak için büyümemizin çabası sonucunda bir nesilden diğerine geliştik. Bu doyum sadece arzumuzu yükseltir zira 100 birim aldığım yerde aniden bu defa 200 birim isterim ve bir kez 200 birim almışsam bu defada 400 birim isterim. Doyum egoistik bir arzuya geldiğinde, sadece onu kabartır ve yeni bir doyumu araştırmak için iter.

Doyumun 10 kilogramı arzunun 10 kilogramına girer ve içerisinde ek bir arzu yaratır ki bu da bununla beraber 10 kilogramlık ek doyumunu doldurabilsin diğer bir ifade ile şimdiden 20 kilogramlık arzu istiyor ve bu böyle devam eder. Haliyle, doyum sadece arzuyu artırır çünkü doyum hazzı nötrleştirir ve bu sebepten dolayı bir önceki arzunun iki katı olan yeni bir arzu üretir.

Ve şimdi doğanın programına göre, egoistik arzumuzun doyumunu yerine getiremediğimizi ifşa etmeye başlıyoruz. Ve diğer taraftan da, bu aynı arzunun bizleri birbirimizle bağladığını keşfediyoruz. Yani, artık hiç kimsenin kendisini diğerlerinden ayıran kendi bireysel arzusu olmayacak bunun yerine diğerleriyle birleşmiş bir arzu olacak. Ve bu durum da problemi iki katına çıkarıyor.

Bu gelişimin özel bir amacı vardır: Yaratan’ın aklını edinmek. Eğer ben sadece kendi egoizmimin içerisinde gelişirsem, (yani şimdiye kadar tüm tarih boyunca olduğu gibi) işleyen her hangi bir aklı edinmem; arkamda duran birşeylerin Yaratan olduğunu düşünmem.

Ancak egoistik arzumuz kendisini birbiriyle bağlı tek bir sisteme olanak sağlayan bir durumda ortaya çıkarmaya başlar, kendimi bu sistemle ilişkili olarak görmeye başlarım. Muhtemelen, nelerin olduğunu henüz anlamıyorum ancak dünyada neler olduğu ile ilişkili olarak kişisel aklım, bireysel aklımla neyi anlayabileceğim ve içselleştirebileceğim arasında kıyaslama yaptı ve bir ayrım olduğunu gördü. Tüm bunlardan sonra, dünya herşeyin birbiriyle bağlı olduğu muhteşem bir sistemi temsil ediyor: bilimin tüm parçaları, tüm süreçler ve tüm fenomen.

Benim kişisel ve izole aklımla, bu sistemi algılayabilmem, bunu doldurabilmem ve kendi çıkarım için kullanabilmem mümkün değildir. İşte insanlar bu yüzden bugün kendilerini bu kadar çaresiz hissediyorlar. Ve tüm bunların hepsi bizlerin işleyen aklı anlaması içindir ki artık bugün mükemmel, ortak sistemin içerisinde kendisini bize ifşa etmeye başlıyor ki tüm parçalar herbiri diğer birine bağlı ve birleşik.

Eğer herşey birbirine bağlı ise, bu demektir ki bizler ilerleyemeyeceğiz, kendi konumumuzu kontrol edemeyeceğiz ve bunu yükseltemeyeceğiz. Bizler artık bu koşulda hareket edemiyoruz ve işte insanlığa şimdi ifşa olan budur. Bu durum kasıtlı olarak bu şekilde düzenlendi ki bu çaresizlik vasıtasıyla bu sistemi içinden yöneten işleyen aklın edinimine doğru ilerleyelim.

21.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, ”İşleyen Akıl”

Yol, Kızıl Deniz Vasıtasıyladır

Soru: İfşayı edinmek için eksikliğimiz nedir? Manevi dünyanın kapısına anahtarı yerleştirmek için neden başarılı olamıyoruz?

Cevap: Herbirimizin içindeki egonun kabuğunun içinde örtünmüş bir nokta vardır. Bu kabuk sadece ortak yardım vasıtasıyla kırılabilir. Hiç kimse tek başına bunu başaramaz. Buna ek olarak herkes bu durumun diğerlerinde gerçekleşmesi konusunda emin olmalıdır.

Hiçbirimiz kendi kabuğunu kıracak veya kendi kalpteki noktasını özgür bırakacak güce sahip değiliz. Karşılıklı çabalarımızın büyük olmasına ihtiyaç yoktur ancak bu çabalar nitelikli olmalıdır. Şimdiye kadar bu niteliğe ulaşmadınız.

Kapının eşiğinin önünde tökezlemeye devam ediyoruz: ”Klipat Emori” diye adlandırılan kabuğa ulaştık, buna dokunmaya çalışıyoruz ve bu kabuk bizi uzağa itiyor. Bunu göremiyoruz, dokunamıyoruz veya kıramıyoruz çünkü bu ancak tüm gücümüzü birleştirmemiz neticesi ile mümkündür. Oysa ki bizler bunu beceremiyoruz. Bizler tamamen farklı şeyler hakkında düşünüyoruz, başarının bizlerin ortak egomuza karşı olan birliğimize bağlı olduğunu henüz realize etmedik. Kalpteki noktalarımızı, arzularımızı birleştirmemize ihtiyacımız vardır ki bu egoyu kıralım.

Bu ortak düşmanın önünde bir kez bağlanmaya başlarsak, bağlantımız bu egoyu kırmak için üst güce olan eksikliğimizin anlayışına bizi getirecektir. Diğer bir ifade ile, ”İsrail (Yaratana direkt olan arzu), Işık ve Yaratan birdir” denkleminin üçüncü faktörüne ihtiyacımız var. Ve daha sonra O’ndan talep edeceğiz ve AB-SAG ıslah ışığını çekeceğiz ki bu ışık bu kabuğu kıracak ve iyi ve kötü arzuların her ikisini de bizler için aydınlatacak. Işık herşeyi bizler için açığa kavuşturacak öyle ki artık egomuzla hemfikir olmayı devam ettirmeyeceğiz ve her neye değerse değsin artık onun üzerine yükselmeyi isteyeceğiz.

O zaman mantık ötesi inançla çalışabileceğiz zira artık daha fazla bu egoistik aklın içinde kalmayı istemeyeceğiz. Ancak tüm bunların hepsi bizlerin bu genel egoizmi kırmak için güçlerimizi birleştirmeye çalışmamız koşulunda gerçekleşir.

Sina Dağı karşılıklı nefretimizin, muazzam egoizmimizin dağıdır. Bizler sürekli Tora’da tarif edilen bazı özel durumların açıklanmasıyla karşılıklı egoizmimizi ifşa ederiz. Altın buzağı (Tora’da adı geçen altından buzağı yapacaklar durumu) her kişinin kalbinden çeken altınla yapılır. Kadınlar bir put yapmak için size kendilerinin tüm altın takılarını vermekten mutludurlar. Ve aynı zamanda bu egoizmi kırabilmek için olan güç de ortak olmalıdır (katılmalı).

Şimdi bizler, ancak hep beraber bu Kabuğu kırabileceğimizin ve kendimizi üst güce dahil edebilmenin nihai kararını veremiyoruz. Herşeyin çabanın niteliğine bağlı olmasına rağmen içsel ciddiyete ihtiyacımız vardır.

Zaten dünya çığlık atıyor ve onları tehdit eden bir çok koşul vasıtasıyla ilerlemiş durumda ve bizim hedefimiz onların önünden gitmek, onları nihai denizden (Kızıl Deniz) geçirmek.

09.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinden, Rabaş’ın Yazıları

Yedi Milyar Dünya

Öylesine gizlilik altındayız ki bu gizliliği dahi hissetmiyoruz. Bütün realiteyi sadece kendi içimizde algılarız ve hissettiğimiz herşey gerçek anlamda var olmayan egoistik arzumuzun içindeki izlenimlerdir. Maneviyatta kendi hatırına almak olan haz alma arzusu gibi bir nosyon yoktur. Eğer arzu kendisine doğru yönelmeye niyetlenmişse hiç bir şey alamaz ve karanlıkta kalır. Ancak, bizim egoistik arzumuz, realitenin bir çeşidinin bize realite gibi görünen bir izlenimi, kendi içinde olduğunu hissetmemize olanak sağlayan alçak bir seviyede temellenir.

Bizler gelişmeye başlayınca ve ihsan etmek için daha büyük arzular ve niyetler kazanınca, üst sistemi hissetmeye başlarız. Bu durum olmadan önce her birimiz var gibi görünen hayali bir dünyayı sayıklama içinde hisseden bilinçsiz bir kişi gibiyiz, bir hayalde gerçekleşen birşeyler gibi, kendi kafasında değişik imajlar gören komadaki biri gibi.

Uyandığımız ve duyularımıza döndüğümüz zaman, arzumuz zaten başka bir seviyededir ve ihsan etmek niyetine sahiptir. Dolayısıyla, herşeyin arzumuzun içinde olduğunu ve dışarıda hiç birşeyin olmadığını hissettiğimizin farkına varırız. Daha önce dışımızda gibi görünende aynı zamanda alma arzumuzun içindeki bir hissiyattır.

Bizler maneviyatı alma arzumuzun içinde de ediniyoruz. Doğanın duran, bitkisel ve hayvansal seviyeleri, tüm insanlar, tüm bu büyük dünya ve bu dünyanın içinde olan herşey sadece, bana bu dünyanın değişiyor olduğunu hissettiren alma arzumun içindeki değişimlerdir. Diğer ruhları keşfederim yani yabancı arzuları öyle ki onları kendime ihsan etmek niyetiyle bağlayabilirim ve daha sonra onlar benim ne kadar ihsan etmek ölçüsünde olduğumu ölçmek için bana yardım eden parçalarım haline gelirler.

Kasıtlı olarak bu puslu, bulanık durumun içinde tutuluyorum öyle ki onları yakına getirmek için ve onları kendi ayrılmaz parçam olarak hissetmeye çalışırken onları hissedemeyeceğim durumda olayım. Bana dışsal olarak görünen tüm bu realiteyi kendime yakınlaştırmaya çalışırsam kendi ihsan etme kablarımı düzeltebilirim.

Dışsal, yabancı arzuları yakına getirebildiğim ölçüde: duran, bitkisel, hayvansal ve konuşan ve onları tek bir bütün içinde, ”beyin- kemikler- tendonlar- et- deri” yi (Mohin – Atzamot – Gidin – Basar – Orh) veya ”kök- ruh- beden- kıyafetler – saraylar” ı (Soreş – Neşema – Guf – Levuş – Heyhal) kapsayan tek bir manevi organizmanın içinde birleştirmek, benim gerçeğe yaklaşmamın ölçüsüdür. Daha doğrusu, tüm realiteyi kendi içimde hisseden ve dolayısıyla içinde Yaratanı algılayacak bir kap inşa eden benden başkası yok.

Tüm parçaları ”tek kalp tek adam” haline gelene dek bir araya getirmek zorundayım ve bana yabancı gibi görünen tüm insanlar benim ruhumun parçalarıdır. Haliyle, herbirimiz hiç kimseyi rahatsız etmeden ilerleriz. Her birimiz kendi dünyasını kendi düzlemi üzerinde, kendi parçasının içinde kendi içsel dünyası olarak bunu edinerek inşa eder. Ve Yaratan bu dünyayı doldurur yani kişi Işıkla, kendisini dolduran Yaratanla bağlanmak durumunda olur.

12.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin ilk bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Manevi Doğum Günü

Eğer bizler yaratılışın amacını realize etmek ve Yaratan tarafından bizler için hazırlanan hazzı hissetmek istiyorsak, kendimizi O’na zıt olan yaratılanlar olarak hissetmeliyiz. Diğer taraftan da Yaratana benzer hale gelmeliyiz çünkü mükemmellik sadece bu konumda mümkündür.

Bu durumda ortaya çıkan şey bizlerin bu iki zıt konumu, noktayı ve niteliği kendi içimize dahil etmemizdir. Ve bunlar içimizde uyandığı zaman, manevi doğumumuzu kutlarız. Maneviyata doğduktan sonra, bizler bu iki niteliği kendi içimizde dahil ederiz: almak arzusu ve ihsan etmek arzusu, biri ötekine karşı ve biz bu ikisinin arasında var oluruz, her ikisini de hissederek.

Bu durum aşama aşama, adım adım gerçekleşir, öyle ki bizler tüm önceki formlardan geçeriz: duran – bitkisel – hayvansal – maymun – bu dünyanın insanı. Bundan sonra, kişinin içinde yeni hissiyatlar ve tecrübeler uyanır: kişi kendisini kötü hisseder ve neden yaşadığını, hayatının anlamını öğrenmek ister.

Gerçek adamın gelişimi bununla başlar. Ancak bu henüz manevi bir doğum değildir. Bu durum bir kişinin Yaratan’ın doğasını referans alarak kendi doğasını araştırmak için doğru kriteri gerçek anlamda kullanmaya başlayana dek onlarca yıl ve birkaç yaşam döngüsü alabilir.

Ve eğer bu zaman gerçekten gelmişse ve kişi bu niteliklerin analizini yapabiliyorsa eğer, bu kişi gruba ve çalışmaya getirilir. Kişi alma arzusundan ibaret olduğunu, bunun üzerinde ihsan etmek arzusu olan Yaratan’ın olduğunu öğrenir. Bir amacın var olduğunu ve kendisinin de bu amacı edinmenin sürecinde olduğunu keşfeder; öyle ki burada en önemli şey, kendisini yükseltmek ve düzeltmek için inşa etmeye ihtiyacı olduğu çevredir.

Bir kişi tüm ıslahların Yaratana ulaşmak ve O’nun gibi olmak için kendisi tarafından anlamları inşa ederek gerçekleşeceğini öğrenir. Bununla kişi kendi özgür seçimini realize eder ve hayatının amacının Yaratana benzer hale gelmek olduğunu görür.

Bu sebepten dolayı kişi kendisini etkileyecek olan ihsan etmek tavrını inşa eder. O zaman, toplumdan, çevreden aldığı ihsan etmek niteliği kendi egoistik eğilimini yalanlamaya başlar.

Kişi sürekli bu iki nitelik arasında gider gelir ve böylelikle özgür seçimini edinir. Kiminle beraber olacağını seçer: egoistik arzusuyla ki kendi doğası bu veya Yaratan’ın doğası olan ihsan etmek arzusuyla mı?. Ve belki de o Yaratan’ın doğasını bile kendi haz almak arzusunu buna doğru çekmek için kullanır ve kendi almak arzusunu ihsan etmek için kullanır. Dolayısıyla, sol çizgi sağ çizgi içine dahil olur.

07.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 167

Düşüncenin Gizli Gücü

İnsanlar arasındaki bağlantı insanların realize ettiklerinden daha güçlü ve daha bağlayıcıdır. Doğaya göre, bu bağlantı, bize aşama aşama ifşa olan tüm bir organizmayı temsil eder.

Tüm doğa birleşiktir, bu artık ortaya çıkmaya başladı. Doğa, Big Bang’in (Büyük Patlama) sonucu olarak tek bir noktadan gelişerek başladı. Algımızda, doğa birçok farklı parçaya bölünür: cansız madde, bitki, hayvan ve insan seviyeleri buna ek olarak, fiziksel, kimyasal, biyolojik, ahlaksal, geleneksel ve diğer kanunlar. Bunların hepsinin bir bütün olduğunu görmüyoruz. Bunların hepsinin ne kadar birbiriyle bağlı ve bağımlı olduğunu, düşüncelerimin ve duygularımın yıldızların patlamalarını ve bu yıldızların patlamalarının bahçemdeki bitkileri nasıl etkilediğini görmüyoruz. Her şeyi görmüyoruz ancak var olmadığı anlamına gelmez.

Doğa küreseldir. Bu gerçeği daha ve daha fazla keşfediyor olmamızın sebebi bizler daha fazla gelişmiş hale geldik. Tüm bunlardan sonra, bugün yaptığım ifşalar dün yapamamış olduğumdu çünkü yeteri derecede gelişmemiştim. Ancak, bu demek değildir ki bu gibi şeyler ve doğada keşfediyor olduğum yeni yaklaşım, doğada zaten var değildiler. Bu benim içimde görünüyor çünkü ben gelişiyorum.

Ben doğanın en aktif gelişen parçasıyım. Bir insan olarak, her şeyden daha fazla ve hızlı gelişirim: bilgimde, edinimlerde, hislerde ve böyle gider. Ve ben geliştiğim zaman, daha büyük ve ayrıntılı algı edinirim.

Amerika keşfedilmeden önce var değimliydi? Vardı! Ya galaksiler ve yıldızlar, bunlar da keşfedilmeden önce var değiller miydi? Her şey vardı, sadece biz göremiyorduk çünkü bizler yeteri derece gelişmemiştik.

Bizler kendi bağımızı ifşa etmeye başlıyoruz. Bu bağlantı hissedemeyeceğimiz seviyelerde mevcut yani beş duyu organım vasıtasıyla algılayamıyorum.Bu bağlantı benim duyularımın ötesinde var olur, aramızdaki bağın bazı düşünceleri ve sistemleri içerisinde ve bu yüzden, düşüncelerim, aksiyonlarım ve duygularım seni etkiliyor.

Küresel Eğitim Hakkındaki Tartışmadan 07.09.2011

Mantık Ötesi Hızlandırmak

Sürekli bir şekilde zamanı hızlandırmalıyız zira maneviyatta sabit hız hesaba alınmaz.Önemli olan olağan hıza bir ekleme yapmaktır ki hızı sürekli artıran ivmedir. Bu noktadan nasıl hareket etmemizi gerektiren bir sonuç çıkarmalıyız.

Baal HaSulam olağan aksiyonlarımıza ek güç olan şeyin mantık ötesi inanç olduğunu açıklar. Kişi bu eklemeyi kendi başına yapamaz, insan çabası değildir. Ancak, bizler buna ulaşmak için çaba sarf ediyoruz ve bu yüzden, bizler Üst Olana haykırırız ve bu çığlığımız üzerimize Islah Eden Işığı çeker.

Bu Işık sizlerin sadece bir şeyler yaptığı zaman gelmez. Işık sizin ona boş, yeni bir yer açtığınızda gelir – o zaman görünür! Sonra yine başka boş bir yer ve tekrar Işık görünür. Fakat eğer her şey aynı olduğu gibi kalırsa o zaman Işığın gelmesi için herhangi bir sebep yoktur zira o işini zaten yapmış ve senin içinde bazı aksiyonları zaten icra etmiştir.

Bu yüzden bizler sürekli kendi içimizde boş yerler eklemeliyiz ki sanki Işık denizindeymişiz gibi bizlerin çalışmasına müsaade edecek olan Işık için talepte bulunabilelim.

02.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Baal HaSulam’ın Yazıları

Kâğıdın Üstündeki ve Ruhun İçindeki Arih Anpin

On Sefirot’un Çalışılması veya ‘Pitiha’ ( Kabala Bilgeliğine Önsöz) çalıştığımız zaman, ilk önce diyagramları mekanik olarak öğrenmeliyiz. O zaman tüm sistem gözlerinin önünde olduğunda, ‘Neden bu böyle?’ diye sorabilirsin.

İlkönce, bizler her şeyi yazıldığı ‘gibi’ yani gerçeklik olarak kabul etmeliyiz ve o zaman neden her şeyin bu şekilde düzenlenmiş olduğunun sebebini ayırt etmeye başlayacağız. Tüm bilgeliği bir defadan içimize çekemeyiz zira kaplarımız büyür, daha arı bir hale gelir ve belli bir düzene göre birleşir.

Dolayısıyla, yeni teoriler inşa etmeye gerek yok; daha iyisi her şeyi doğadan öğrenmek zorundayız. Doğa’da, bizler dışsallıktan içselliğe doğru hareket ediyoruz. Öyleyse, bizler ilk önce resmi (skeç) algılıyoruz ve daha sonra daha faza ve daha fazla derine iniyoruz ta ki öze gelene dek.

Aksi halde, realitenin ifşası için tüm yaklaşımı bozarız. Çalışmayı bırakan insanların yüzde doksan dokuzu ifşa için olan doğru yaklaşımı kendilerini düzenlemekte başarısız olanlardır. Bizler hepimiz üst dünyayı ifşa etmek için buradayız. Ancak, ‘O’ndan başkası yok’ koşulunu, her şeyin Yaratan’dan geldiğini, bizlerinde O’nu haklı çıkarmaya ihtiyacımız olduğunu anlamayan, tüm olumsuz şeylerin ‘bana yardım olarak’ geldiğini görmeye ve bu engellerin özellikle bizlerin yükselmesi ve ince ve keskin bir anlayışa gelmesi için teşekkür etmemiz gerektiği bir şekilde düzenlemeyen bir kişi başarısız olacaktır.

Eğer bir kişi birbiri ardına bu şeyleri doğru algıya erişmek için düzenlemekte başarısız olursa, bu durumda ‘odaya bin kişi girer ancak bir kişi Işığı alır’ koşulu ortaya çıkar. Bizler çocuk örneğini takip etmeliyiz ve Doğadan öğrenmeliyiz. Bir çocuk fazla bilmez; babasının ne yaptığı hakkında bilgisi yoktur ancak onun yaptığının aynısını yapmak ister. Çocuk yetişkinlerin içsel hissiyatlarını almadan onların eylemlerini kopyalar ve çok fazla düşünmeden plastik bir çekiçle oynar. İhtiyacımız olan budur: çok fazla üzerinde kafa yormadan, Keter’in, Aba ve İma’nın, Arih Anpin’in resmini çizmeye ihtiyacımız vardır… Şimdilik benim için bu yeterlidir.

Daha sonra derin ve daha fazla derine dalarım. İlerleyiş için tek yol budur; bu bir bilimdir ve bu şekilde öğrenilmesi kabul görmektedir. ‘mucizevî bir şifa’ (Segula)olarak çalıştığımız Zohar kitabı gibi değildir. On Sefirotun Çalışılması veya ‘Pitiha’ diyagramlar ve çizimlerle ilgilidir; aksi halde ayrık, ilgisiz olursunuz ve Islah Eden Işık için beklersiniz. Ancak o bu şekilde işlemez. Halen bu bilgelikten ilham almaya ihtiyacımız vardır zira Kabala dilindeki kitaplarda bahsedilmiş olan tüm bu elementleri kendi içimizde bulmayı istiyoruz.

26.09.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden, ‘Pitiha’

Kalbinize Bir Mektup Yazın

Eğer bizler Yeni Yılda birbirimize mutluluk ve ‘hayat ağacının imzasını’ dilersek sözlerimiz Üst Gücü barındırır. Tüm her şeyden sonra, bizler birbirimizle ortak hazırlık, doğru kayıtla bağlanırız bunun vasıtasıyla bizler beyaz zemin üzerindeki tüm niteliklerimizi tarif ettik.

Üzerine yazdığımız beyaz zemin, aramızdaki müşterek sorumluluktur, bunu grubun “beyazlığı” olarak görün ve bunun üzerine arzularımı, niteliklerimi değerlendirip ne kadar gruba zıt ve ne kadar birliğe uygun olmadığımı görürüm. Yine de bu yazıyı tamamlarım ve umudumu kesmem. Daha ve daha fazla, karşıtlıkları incelemeye devam ederim.

Yeni yıldan bir ay önceki bu çalışma ‘kişinin İsrail, Yaratan ve Tora birdir’ koşulunu özlemlemesi prensibiyle ilişkilendirilir. İsrail bağ kurmak isteyen kişiye denir. Tora sadece grup içindeki çalışma ile ifşa olan kötü eğilimi ıslah eden Işıktır. Bizler sadece grubun içinde kötü eğilimi keşfederiz eğer ben grubu tamamen ıslah edilmiş ‘beyaz’ olarak resmedersem beyazın üzerindeki siyah gibi kötü eğilimi keşfederim.

Ve eğer bizler Yaratan’ı aramızdaki bağda keşfetmek için bu genel beyazlığa ulaşmak istersek, O ifşa olur ve bizler O’nun ‘imzasını’ alırız.

Bizler tüm bütün bu ‘kayıtları’ kalbimize yazıyoruz, her birimiz kendi kalbine. Adam’ın kalbi bu an için bağlanmamış olan 613 arzunun toplamıdır; kötü, bozuk ve kırık kalptir. Islah etmeyi özlemlediğimiz kalp budur. Ve onun ıslahı kalplerimizin hep beraber bağlanması sonucu olur.

Gelecek durum, tüm kalplerimiz, tüm düşüncelerimiz kalbin ve aklın tek bir olarak kaynaşacağı bir şekilde bağ kuracaktır ve hepimiz bir olacağız. Bu konumu ulaşmak umuduyla, her birimiz kendi mektubunu yazacak.

Ve eğer bizler bu şekilde yazarsak, sadece bir mektup yazmıyoruz. Tora’nın (Işık) kitabını kalbimize yazıyoruz. Bu özellikle bu şekildedir zira tüm Tora içimizdeki kötülüğün ifşasını ve ıslahını bize anlatır öyle ki bizler o zaman ‘beyazlığı’ Yukarıdan, Üst ‘beyazlık’’tan alabilelim. İşte bu yüzden bizler beyazdan siyahı ayırt ediyoruz ki sonrakinin üzerinde önceki ile beraber yazabilelim. Fakat aynı zamanda bizler beyazın kendi niteliklerini, Saran Işığı kendisini de incelemeye ihtiyacımız vardır. Ve bizim için, ‘yazmayı’ öğrenmek Saran Işığın bize gelmesi ve içimizde bizi aydınlatması için bir hazırlıktır sadece.

Dolayısıyla, siyah siyah ve beyaz ise beyaz olarak kalır. Onlar bizim yapımızın köküdür. Ancak bizler bu her ikisini de içimizde barındırır ve siyahın ve beyazın tek bir bütün gibi kaynaşmış olduğu ‘Tora’nın sırları’ denen yere, içimizde daha derine incelemeye gireriz. Ancak bu bağlanmayı yazarak açıklamak mümkün değildir.

Yazılı dilde, Tamim (tatlar), Nekudot (sesli harfler, noktalar, harflerle ilgili) ve Tagin(harflerin üzerindeki taçlar), kesin form ve yazmayı belirtmiyoruz. Bunun sebebi kişi bunları içsel çalışmasında edinmelidir ve o zaman bunları harflere aktarabilir.

Böylece özetleyebiliriz: bizler grubu son ıslahta tamamen ‘beyaz’ koşulunda resmettiğimiz zaman siyahlığımızı gruba ilişkin olarak keşfediyoruz. Ve bizler bu işi bitirdiğimiz zaman, Yaratan’ın bu işin altına ‘imza atmak’ için bunu tamamlamaya ihtiyacının olduğu bu konuma ulaştığımızı hissederiz.

25.09.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Umarım Herkes Finale Ulaşır

Soru: Manevi amaç için her şeyden vazgeçmek ne anlama geliyor?

Cevap: Maneviyat için her şeyden vazgeçmek, amacımın ihsan etmeye ulaşmak olduğunu tanımlamaktır öyle ki benim artık ‘kendimi’ hissetmeyeceğim ölçüde, sadece bu nitelik bende hüküm sürecek. Nasıl ki şimdi Yaratanı hissetmiyorsunuz, kendinizi de o zaman hissetmeyeceksiniz. Ne olduğu, insanların sizin hakkında ne söylediği, size kızdığı bunlar hiç önemli değil – dışsal hiçbir şey sizi etkilemeyecek.

Egonuz daha ve daha fazla büyüyecek ancak siz sürekli ihsan etme gücünüzle bunun üzerine yükseleceksiniz. Ve o zaman belli bir dereceye kadar Yaratana benzer hale geleceksiniz.

Göreceksiniz ki O’na ne kadar kızgın olursak olalım, bu O’nu etkilemeyecek. O, bu durumu nasıl yönetiyor? Üst Gücün aklı ve duygusu yok mu? Hayır, O her şeyin üzerinde sevgi ve ihsan etme yaklaşımıdır. ‘Sevgi bütün günahları örter!’ ve eğer biz bu koşula gelirsek, bu demektir ki bizler yeni yıla hazırız.

Bunlar çok zor koşullardır ve ne kadar ilerlerseniz, o kadar çok düşersiniz. Bu spordaki gibi aynıdır: final çizgisine ilk ulaşan kişi amaç için en iyi hazırlığı yapmış olandır. Seçim daha ve daha fazla uzlaşmaz hale gelir ve böylece daha ve daha azı amaca ulaşır. Bu yüzden, insanların yol boyunca düşmeleri şaşırtıcı değildir. Bu üzücü bir durumdur ancak bu eşyanın doğasıdır.

26.09.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları